Sadeliğin güzelliği: ‘Bir Kırık Segah’
Kamil Erdem’in on öyküden oluşan ikinci kitabı “Bir Kırık Segah”, Sel Yayınları tarafından Şubat ayında yayımlandı. Yazarın sakin ve güçlü kalemi okuyuculara uzun süre etkisinden kurtulmaları mümkün olmayan öyküler vadediyor.
Gökçesu Özgül
“Herkes sanki gece uyuyup dinlenmek yerine, yorulmuş ve yenik”…
“Bir Kırık Segah” birbirinden kuvvetli öykülerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış. Okuduklarımız gündelik hayatların, sıradan insanların olağan yaşantılarının çizgi dışında bir halde satırlara dökülmesi. Zaman zaman gözleriniz doluyor, eski bir sızıyı anımsıyorsunuz. Bazen de yüzünüzde bir tebessümle ilerliyorsunuz satırlarda, hem de umudunuzu hiç kaybetmeden. Bir gün içinde, her hangi bir halimizle aklımızdan geçebilecek her şey öykülerde de var. Geçim sıkıntısı, çocukluk, aşk, sevdiklerimiz için duyulan endişe, gelecek kaygısı… Üzerinden atlayıp geçtiğimiz, temas etmekten dahi çekindiğimiz şeylerin bir bir sıralandığını, hayatın bize neler ettiğini görüyoruz.
Kamil Erdem’in insanları hepimiz gibi; emekçi bir gişe memuru, direnişe başlayan bir öğretmen, kendi halinde bir çiftçi… İçinde yaşadığımız, bizi her yanımızdan sıkıştırmaya çalışan düzene ses çıkaramayıp, kendi sesinin yankısında boğulan insanlar… Bilirler aslında ortada geri dönülmesi gereken bir hatanın, ters giden bir şeylerin olduğunu; “beni ve bizi on altı saat çalıştırıp, metronun raylarına karşı tenhada el kol hareketi yapmaktan öteye gitmememizi Tanrı’nın bir lütfu olarak kabul eden, göbeği baseni biraz büyüdüğü için ve gut, tansiyon, nefes darlığı gibi zarif illetler yüzünden çağa özgü mazeretler üreterek namaz eda etmekten de kaçınan ama neredeyse tümü, mahallenin seyahat acenteleriyle umreye gitmiş, eşlerini de göndermiş ve sekiz saatlik mesai bitiminde, park yerindeki jiplerine çilekeş bir tavırla yürüyen amirlerimiz…” Bizi biz yapan şeylere göz dikenlere rağmen hayatın içinde, anlayarak, hissederek, tadarak, insanca kalabilme çabası hüküm sürer. Akşamın gelişini gökyüzünden takip edememek; “Akşam oldu sanırım. Sanırım diyorum, çünkü kavuşmaların haz terası ve aynı zamanda yalnızlıkların efendisi geceye ulaşmak veya gürbüz, şen bir ağaç altında uzanmak isteği ile ılık bir ikindiden geçmek, doğal yollardan mümkün olmuyordu artık, her yere yerleştirilmiş saatler, bizim eskiden akşam diye, ikindi diye adlandırdığımız bir zamana denk geliyordu ve akşam oldu, gece oldu diyorduk.”
Gündelik hayatımızın her adımını, her akışını ve duruşlarını, sessiz geçen zamanları düşünmek, onlara takılmak, onlardan bir şiir tutturmak. Aslında içinde yaşadığımız andan, o anın içinde kalmaktan, tutunmaktan öteye gitmiyor hayat. Mühim olan bizi neyin kucakladığını duyumsayabilmek. Zira insan olmanın başka halleri de mümkündü; “(…) düşküne üzülürüm. Şu kurtlu domatese üzüldüğüm gibi.”
Bir günümüzün ve aslında hayatımızın hem içini hem dışını ilmek ilmek ören, ona rengini, karakterini veren yüzlerce detay saklı öykülerde. Tıpkı ince işçiliğine hayran kaldığınız eseler gibi. Üstelik anlardan, onların inceliklerinden koskoca yaşamlara doğru yürüdüğümüz bir yol başlıyor; “Hızla ucu karanlık dehlizlere yol almak üzre çalışan bilincim mi bilinç ötem mi neyse, arada frene basıp böyle küçük ayrıntılarla, manifaturacının kapalı kepengi önünde unutulmuş alçak taburede oturur gibi…”
Hayatı, etrafı anlayabilmek için önce bakmak gerekiyor elbette, bakmak ve görmeye çalışmak. Bir de o andan alıp başka bir ana katabilmek, yerleri ve zamanları birleştirebilmek gerekiyor; “ama hemen, mükellef, lezzetli sözcüklerin başından, kolumdan bacağımdan tutulup kaldırılıyor, kapının önüne, çocukluğuma bırakılıyordum.” Anın ayrıntıları bize yol da gösteriyor, neyle yüz yüze olduğumuzu anlamamızı, karşımızdakini tanımamızı da sağlıyor. O anlar da bizim aslında, “Sesimi duymuyorlar. Zaten kimse şairlerin sesini duymaz. Kimse kimsenin yalnızlığını tanımaz. Kim bilir, belki farkında olmadan işlenen günahlardan dolayı ilençlenmiş kırmızı alandır yalnızlık, oraya sürgüne gideriz.”
Kitaptaki öykülerde kullanılan kelimelerin ne denli güçlü olduğunu da fark ediyoruz. Hepsinin yerinde bir ağırlığı, dolu dolu bir anlamı var. Üstelik çok sade, çok yalın, kendi kendini var eden kurgular da olunca daha güçlü çıkıyor duruşları. Öyküler kelimelerin iskeletinde vücut buluyor. Henüz Kamil Erdem ile tanışmadıysanız “Bir Kırık Segâh” mutlaka okumanız gereken bir yapıt.
KÜNYE: Bir Kırık Segâh, Kamil Erdem, Sel Yayınları, Şubat 2018, 135 sayfa.