7 Mart’ta gerçekleştirilen Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mülteci sorununa ilişkin zirvede ilkeler düzeyinde bir anlaşmaya varıldı. İlerihaber’in isabetli tanımlamasıyla “at pazarlığı” olan zirveden nihai karar “şimdilik” çıkmadı. Böylece, pazarlıkların son dakikaya kadar devam edeceğini de anlamış olduk. Davutoğlu da o kesif sırıtışıyla “kayserili gibi pazarlık” yapmakla övündü.
PAZARLIĞIN ARKA PLANI
Üzerinde anlaşılan ilkelere bakıldığında göze çarpan belli başlı başlıklar ise şunlar:
1) Türkiye AB’nin toplama kampı
Yunanistan’a illegal yollardan geçen tüm mülteciler Türkiye’ye iade edilecek. Böylece, Türkiye’nin AB’in toplama kampına dönüşümü ilkesel olarak kabul edilmiş oluyor. Bu insanların nasıl ve hangi yollar üzerinden Türkiye’ye iade edileceği belirsizken, diğer bir belirsizlik de mültecilerin nerelerde ikame ettireleceği konusu. İlerleyen dönemde, AKP/Saray Rejimi’nin Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge önerisinin yeniden gündeme geleceğini söylebiliriz.
2) Mülteciler merkeze değil perifere: AB’de anlaşmazlık
İkincisi; geri alınan her mülteciye karşı yasal olarak bir mültecinin AB ülkelerine yerleşimi sağlanması hedefleniyor. Bunun hangi prosedür dahilinde olacağına ise, Birleşmiş Milletler’in karar vereceği söyleniyor. Lakin görülen odur ki; bu yerleştirme programı Avrupa Birliği’nin merkez ülkelerine değil, periferisindeki küçük ülkelere yapılacak. Küçük ülkelerin bu programa karşı çıktığı biliniyor, ki küçük ülkelerin sözcüsü durumuna gelen Macaristan Başbakanı Victor Orban, Suriyeli mültecilerin Türkiye'den doğrudan Avrupa'ya yerleştirilmesi teklifini veto etti. Dahası, Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker’in “umarım uygulanabilir” sözleri Avrupa Birliği içindeki yarılmayı gözler önüne serdi.
BİTMEYEN AHMAKLIK
Üçüncüsü ise, AKP/Saray Rejimi tarafından iç siyasete bir zafer gibi pazarlanan Haziran’da vize serbestisi konusu. Ama, AKP/Saray Rejimi tarafından bilinçli olarak üzerinden atlanan konu, vize serbestisinin belirli şartların yerine getirilmesine bağlı olmasıdır. Bu durum, kimi liberal kalemlerin yeniden Avrupa Birliği rüyalarına dalmasına vesile oluyor. Şöyle ki; 2013 sonrasında AKP/Saray Rejimi’nin girmiş olduğu yol Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan ‘liberal değerler’ düzleminde bir anomalidir. Dolayısıyla, bu anomalinin yeniden rayına oturtulması için Avrupa Birliği gibi dışsallıkların sürece müdahale ederek anomaliyi normale çevirmesi gerekmektedir. Lakin gözden kaçırılan nokta, emperyalizmin bugününe damga vuran temel karakteristiğinin istikrarsızlık ve kriz olduğudur. Dolayısıyla, bugün AKP/Saray Rejimi olarak tanımlanan ve bu rejimin inşa sürecinde uyguladığı faşist gerici politikalar bir anomali hali değildir; istikrarsızlık ve krizin normalidir.
Doğal olarak, bir emperyalist proje olan Avrupa Birliği de bu normalden muaf değil. Avrupa Birliği açısından mülteci sorunu, bu ‘’yeni normal’’i görünür hale getiriyor. O kadar öyle ki; liberal ideoloji tarafından kutsanan, küreselleşme süreci ve ulus devletler çözülüyor tezleri için rol modeli olarak pazarlanan Avrupa Birliği, ontolojik bir iç sorgulama sürecini yaşıyor. Bir yanda, birliğin genelinde yükselişe geçen neo-faşist hareketlerin varlığı, diğer yanda ekonomide artan korumacılık eğilimleri. Ve bunları, Brexit denilen, İngiltere’nin birlikten çıkışının referanduma sunulma süreci izliyor. Elbette, bugün için Avrupa Birliği’nin dağılma sürecine girdiğini söylemek için erken. Lakin, üzerinde hemfikir olunan gerçeklik, Avrupa Birliği’nin üzerinde yükseldiği iddia edilen ‘’liberal değerler’’in ideoloji alanında ciddi bir hezimet yaşadığına tanık olduğumuzdur.
Bu noktada, 1990’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başındaki Avrupa Birliği rüzgarının 2016 yılında tekrar popüler hale gelebileceğini, böylelikle de AKP/Saray Rejimi’nin frenlenebileceğini düşünmek ya da daha doğru bir ifade ile söylersek, dünya kapitalizminin tam boy gericileştiği bir dönemde bu gericileşmenin göbeğinde duran dışsallıklar (ABD, AB) eliyle bir ‘liberal restorasyon’ beklentisi içinde olmak ancak ve ancak liberal kalemlerin ahmaklığı olarak tanımlanabilir.
Avrupa Birliği açısından durumu özetlersek; mülteci krizinin açığa çıkarttığı sorunların nasıl ve ne zaman çözüleceğine ilişkin bir belirsizliğin olmasıdır. Bu tür belirsizlik ortamı birçok boşluk doğurmakta, Türkiye gibi ülkeler de bu boşlukları birer koz haline çevirebilmektedir. Örneğin, kayyum meselesinde sadece kınama ile yetinilmesi, İtalyan Başbakanı Matteo Renzi’nin 17-18 Mart’ta nihai karar metinine ‘’basın özgürlüğü’’ maddesinin konulmasını şart koşan açıklamalarının pek de yankı bulmaması bu boşlukların varlığı açısından oldukça önemli bir veridir.
‘TÜRKİYE ŞİMDİ FATURAYI ARTIRACAK…’
Peki ya AKP/Saray Rejimi?
AKP/Saray Rejimi açısından mülteci krizinin işlevi, Suriye’de çöken Yeni Osmanlı hayalleri ve Rusya’nın uluslararası alanda artan baskısı ile beraber düşünülmesi gerekir. Bir hafa içinde Emevi Camiisi’nde cuma namazı kıldırtan Yeni Osmanlıcı stratejik derinliğin, Suriye’nin direnen halklarına toslaması ve Rusya’nın sürece oldukça sert biçimde dahil olmasıyla fiili durum, AKP/Saray Rejimi açısından bambaşka bir noktaya evrildi.
Rusya tarafından Suriye’de ve dolayısyla da Ortadoğu’da hareket edemez hale getirilen Türkiye’nin, yukarıda sözünü ettiğimiz Avrupa Birliği’nin “ontolojik krizi”ni iyi okuyup mülteci krizini bu açıdan koza çevirmesi, AKP/Saray Rejimi’nin attığı kimi adımların meşruluk problemini de ortadan kaldırmaya yaradı. Bu açıdan bakıldığında örneğin, zirveden 48 saat önce gerçekleşen cemaatin en önemli yayın organı olan Zaman Gazetesi’ne yapılan baskın ve el konulma tesadüf değildi.
AKP/Saray Rejimi’nin mülteci krizini bir dış politika aracına dönüştürerek, belli bir manevra alanında bir genişleme sağladığını kabul etmek gerekiyor. Brüksel merkezli bir think-thank kuruluşu yetkilisinin “Türkiye, şimdi Avrupa’nın önüne koyduğu faturayı artıracak. Öyle ki; Avrupa, şimdi Suriye ve Kürtlere karşı Türkiye’nin güttüğü amaçlara karşı çıkamayabilir” (1) şeklindeki sözleri bu manevra alanındaki genişlemeye işaret etmesi açısından oldukça anlamlı.
Bitirirken, Avrupa Birliği ile AKP/Saray Rejimi arasındaki pazarlığın 17-18 Mart 2016 tarihleri arasında nihai sonuca ulaşacak. Peki nihai haline ulaşsa bile, uygulanabilirliliği gerçekçi mi?
Evet veya hayır demekten ziyade, oldukça zor olduğunu söylemek en gerçekçi cevap olacaktır.
- http://www.nytimes.com/2016/03/08/world/europe/europe-migrants-refugees-turkey.html