ABD, Avrupa’ya geri döndü

ABD, Avrupa’ya geri döndü

Rusya’nın, Ukrayna işgalinin uluslararası siyasette yarattığı önemli sonuçlardan biri, Almanya ve ABD’nin yeniden ortaklaşması oldu. Ukrayna’nın geleceği belirsiz olsa da, ABD yeniden Avrupa’yı kazandı.

Akın Art

Haziran 2021’de gerçekleşen G7 Zirvesi’nin ardından ABD Başkanı Joe Biden’ın sarf ettiği bir söz çok tartışılmıştı: “Amerika geri döndü!”

Biden bu açıklamasıyla tüm dünyaya, ABD’nin Avrupa ve Orta Doğu’daki varlığı konusunda daha temkinli bir tutuma sergileyen selefi Donald Trump’tan daha agresif bir ABD dış politikası izleyeceğini “müjdeledi.” İklim krizi tartışmalarının ve sağ popülizmin yükselişinin hissedildiği bir dönemde sarf edilen bu sözler Avrupa liberal merkez çevrelerinde de büyük coşkuyla karşılamıştı.

TRAFİK LAMBASI VE İKİ GECEDE DEĞİŞEN DIŞ POLİTİKA PARADİGMASI

O sırada Almanya ise son 16 yıldır başbakanlık görevini üstlenen ve tekrar aday olmayacağını açıklayan Angela Merkel’e veda seçimine hazırlanıyordu. Anketlerin yükselen yıldızı ise sürpriz bir parti idi: Yeşiller.

O dönem yapılan anketlere göre %20 civarında bir oy oranıyla ikinci sırada bulunan Yeşiller, seçim maratonunu %14,8 ile üçüncü olarak tamamladı.

26 Eylül 2021 tarihinde gerçekleşen seçimlerden birinci parti olarak olarak çıkan Sosyal Demokrat Parti (SPD), 2005 yılından beri ilk defa hükümete liderlik etme şansı yakaladı. Ancak Sol Parti’nin (die Linke) yaşadığı seçim hezimeti sebebiyle, SDP’nin hükümet kurmak için hem Hür Demokrat Parti’yi (FDP) hem de Yeşiller’i ikna etmesi gerekiyordu. Sıkı pazarlıkların ardından partilerin renklerine binaen “trafik lambası koalisyonu” olarak anılan SPD-Yeşiller-FDP hükümeti kuruldu ancak SPD hem koltuk hem de seçim dönemi vadettiği sosyal politikalar konusunda ciddi tavizler vermek zorunda kaldı. Maliye bakanlığını liberal FDP’ye, Dışişleri Bakanlığı’nı ise Rusya ve Çin’e karşı en sert parti tutumu sergileyen Yeşiller’e veren sosyal demokratlar, Yeşiller için bir de yeni “süper bakanlık” kurdu: Ekonomi ve İklim Bakanlığı.

Trafik lambası koalisyonu, iç politika açısından kırılgan dengeler üzerine kuruluydu. Ukrayna’nın doğusunda yaşanan krizin giderek büyümesiyle birlikte dış politika konusunda da yeni krizler ortaya çıkmaya başladı. Alman ana akım siyasi partileri içerisinde Rusya ile dengeci politikalar yürütmeye en alışık parti olan SPD ile Rusya’ya en uzak duran Yeşiller’in parçası olduğu bir siyasi kompozisyonun bu krize nasıl cevap üreteceği kocaman bir soru işaretiydi. Ta ki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna işgaliyle bu soru işaretlerini ortadan kaldırana kadar.

AVRUPA’YI DEĞİŞTİREN İKİ GECE

İşgale kadar Ukrayna krizinde Batılı müttefiklerine kıyasla dengeli dış politika izlediği için Almanya, özellikle ABD’li çevreler tarafından hedef tahtasına konuldu. Rus askerleri Ukrayna’ya girene kadar Almanya, çatışma bölgelerine silah yollamama “ilkesi” doğrultusunda Ukrayna’ya herhangi bir silah yardımında bulunmadığı gibi, Alman silahlarının başka ülkeler aracılığıyla Ukrayna’ya iletilmesini de engelledi. Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkarılması gibi ağır ekonomik yaptırımlar, küresel ekonomiyi Almanya aleyhine de etkileyeceği varsayıldığı için Sosyal Demokratlar ve Hristiyan Birlik Partileri arasında pek de popüler sayılmazdı. Örneğin Almanya Başbakanı SPD’li Olaf Scholz, 24 Şubat Perşembe günü, Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkarılmasının masada olmadığını, bu seçeneği gerekirse daha sonra değerlendireceklerini açıklamıştı. Bu açıklamanın iki gün ardından hükümet sözcülüğünün yaptığı açıklamada, Almanya’nın bazı Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkarılması yönünde adım atacağı belirtildi. Bununla da bitmedi: İkinci Dünya Savaşı geçmişinin de etkisiyle savunulan çatışma bölgelerine silah gönderilmemesi prensibi (Bu prensibin fiiliyata ne kadar yansıdığı ayrı bir konu olmakla birlikte bu yazının konusu dışında) yine aynı gün terk edildi. Almanya, Ukrayna’ya 1.000 tanksavar füzesi ve 500 Stringer tipi füze göndereceğini açıkladı. 3 Mart tarihindeyse 2.700 adet Strela füzesinin daha Ukrayna’ya gönderileceği belirtildi. Füzelerin bir kısmının kullanılamaz durumda olduğu iddia edilse de bu karar, savaş alanında yaratacağı farktan çok Almanya’nın tavrındaki değişimin sembolü olarak anlamlı. Alman siyaseti açısından çok ciddi bir dönüşüm niteliği taşıyan ancak savaş tamtamları arasında sessiz sedasız benimsenen en önemli gelişme ise, savunma harcamaları için ek olarak 100 milyar Euro’luk bir bütçe ayrıldığının duyurulması. Bu kararların tamamı büyük oranda uzlaşıyla kabul edildi.

YAPTIRIMLARA TAM DESTEK

Rusya’ya dönük yaptırımlara karşı tek güçlü itiraz, aşırı sağcı yabancı düşmanı Almanya için Alternatif Partisi’nden (AfD) geldi. Sol Parti, daha sonra Ukrayna’ya silah gönderilmesine karşı çıktıklarını açıklasa da yaptırımların görüşüldüğü sırada Rusya’ya dönük yaptırımları desteklediklerini açıkladı. Partinin grup başkanvekili Amira Mohamed Ali, bununla da kalmayarak Putin hakkında yanıldıklarını, böyle bir işgali beklemediklerini söyleyerek adeta özeleştiri verdi. Programında Almanya’nın NATO’dan çıkması gerektiğini savunan, bu sebeple seçim dönemi zarar gördüğü sert bir tartışma ortamının içinde bulan Sol Parti’nin NATO ülkelerinin mevcut politikalarına büyük oranda paralel bir çizgiye gelmesi, AfD’yi bu alanda tekleştirdi. Sol Parti’nin tavrı, bu sebeple büyük siyasetteki siyasi ağırlık merkezlerine, partinin %5’lik oyundan daha büyük bir etkide bulundu. Alman dış politikasındaki paradigma değişikliğine karşı çıkanlar, sadece Putinci, ırkçıların ve “meczupların” yer aldığı bir cephede söz söylemeye mahkûm edildi.

Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu araştırmasının sonuçları da bunu doğrular nitelikte. Alman halkının %53’ü hükümetin Rusya yaptırımlarını desteklerken, yaklaşık dörtte biri yetersiz buluyor. Önlemleri abartılı bulanların oranı ise yalnızca %14.

ALMANYA-ABD-RUSYA ÜÇGENİ

Bu bütüncül hegemonyanın bu kadar kısa sürede kurulabilmesi Alman siyaseti açısından ciddi bir kırılmaya işaret ediyor. Kırılmanın büyüklüğünü anlamak için iki önemli tarihi hatırlayalım. Bunlardan ilki, hükümetin büyük ortağı SPD’nin Rusya politikasının temeli sayabileceğimiz 1967 tarihli Doğu Politikası (Ostpolitik) çerçevesinde Sovyetler Birliği, sosyalist Doğu Avrupa cumhuriyetleri ve kısmi olarak Demokratik Doğu Almanya Cumhuriyeti ile normalleşmeyi sağlamak amacıyla yaptığı bir dizi anlaşma. SPD’nin efsanevi lideri olarak anılan Willy Brandt’ın bu politikası, sadece sosyal demokrat çizgiyi değil, 2000li yıllarda da etkisini görebileceğimiz daha ılımlı bir Almanya-Rusya ilişkisinin ve bunun bir uzantısı olarak enerji başta olmak üzere ekonomik iş birliklerinin önünü açan bir anlayış olarak tarihte yerini aldı. Almanya-Rusya ilişkilerinin son 55 yılını bu politikaya referansla açıklamak indirgemeci bir yaklaşım olsa da bu yaklaşımın izlerini ABD’nin baskılarına rağmen Kuzey Akım gibi projelerin hayata geçmesinin önünü açan tarihsel referanslardan biri olarak görmek mümkün. Bir diğer önemli tarih ise NATO’nun 2014’te Galler’de düzenlediği zirvede uzlaşılan ve Trump dönemi Almanya ve ABD arasında ciddi bir gerilime dönüşen NATO üyesi ülkelerin savunma harcamalarına bir taban getirme uzlaşısı. Toplantıda uzlaşılan yaklaşıma göre ülkelerin bütçelerinin %2’sini savunma harcamaları için kullanması gerektiği belirtilirken, Almanya, 2024 yılına kadar bütçesinin ancak %1,5’ini savunma harcamalarına ayırabileceğini belirtmişti. ABD’nin hem savunma harcamaları hem de Kuzey Akım-2’nin askıya alınması konusunda uyguladığı baskılara rağmen, Almanya tavrından taviz vermedi. Ancak bu durum ülkeyi özellikle Ukrayna kriziyle birlikte NATO’nun “sadakatsizi” konumuna düşürdü.

Almanya’nın, Rusya’ya karşı ABD ile aynı çizgiye gelmesi ülkenin farklı siyasi aktörleri tarafından yıllarca soğruldu. Ancak Putin, ABD’nin yapamadığını başardı, Ukrayna işgaliyle, NATO konusunda  Alman kamuoyundaki tüm çekimser sesleri kısmayı başardı. Ukrayna’nın kurban haline geldiği bu savaşın sonunda Putin mi ABD mi kazanacak? Bu soruyu yanıtlamak için beklememiz gerek. Ama ABD’nin bu savaşın sonunda Ukrayna’yı feda edecek olsa dahi Avrupa’yı kazandığı ve Avrupa’ya geri döndüğü önümüzdeki dönem siyasetinin verili gerçeklerinden biri olarak bölgeye dair yapılan tüm analizlerde belirleyici olacak.

DAHA FAZLA