Aç kaldı, işkence gördü, unutuldu: Araştırmacıların üzerinde iz bırakan vahşi çocuk Genie Wiley

Aç kaldı, işkence gördü, unutuldu: Araştırmacıların üzerinde iz bırakan vahşi çocuk Genie Wiley

Yazar: Rory Carroll

Çeviren: Yiğit Çelik

Ekim 1970’te Los Angeles ilçe sosyal yardım bürosuna kambur, solmuş ve ellerini bir tavşan gibi garip bir şekilde yukarı doğru tutan bir kız çocuğu girdi. Altı ya da yedi yaşlarında duruyordu. Katarakt hastası olan annesi, görme engellilerle ilgilenen bir ofis arıyordu ve yanlış odaya girmişti.Ancak kız sosyal yardım görevlilerini şaşkına çevirmişti.

İlk başta otistik olduğunu düşündüler sonra konuşamadığını keşfettiler. İdrarını tutamıyordu, salyası akıyordu ve tükürüyordu. Neredeyse eksiksiz iki takım dişe sahipti, böyle vakalarda fazla görülen dişlere sürnümerer dişlerdenir ve nadir bir durumdur. Genie, zorlukla çiğneyebiliyor ve yutkunabiliyordu, ayrıca gözlerini tam odaklayamıyor ya da uzuvlarını hareket ettiremiyordu. Sadece 26 kilogramdı sonradan öğrenildiği üzere, 13 yaşındaydı.

Onun ismi, kimliğini korumak için verilen ismi, Genie idi.Gaddar babası ona el yapımı bir deli gömleği giydirmiş ve yürümeye başladığından beri onu bir banliyö evinin sessiz odasındaki bir sandalyeye bağlamıştı. Ağlamasını, konuşmasını ve ses çıkarmasını yasaklamış, onu dövmüş ve bir köpek gibi ona hırlamıştı.

Bu vaka, ABD’de en kötü çocuk istismarı vakası olarak haberlere çıktı. Walter Cronkite, sakin bir Kaliforniya kasabası olan Temple City’deki sakin bir yerleşim yeri olan Golden West Avenue’da insanlıktan böylesine uzak ve 14. yüzyıldaki Hesse’ninkurt çocuğunu, 1661’deki Litvanya’nın ayı çocuğunu ve devrimci Fransa’nın ormanlarında yetişen Aveyron’lu Victor’u anımsatan bir çocuğun nasıl yetişebileceği sorusunu sordu.

Zamanla Genie, manşetlerden düşüyordu. Vietnam yanıyordu, Beatles dağılmak üzereydi; ancak o, bilim insanlarının, özellikle dilbilimcilerin dikkatini çekmişti. Dil öğrenmeden ve sosyal eğitim almadan büyüdüğü için özel bir örnekti. Peki ya şimdi dil öğrenebilir miydi?


Bilgi edinmek için uğraşarak, beyin taramaları yaptılar ve ses kayıtları aldılar, sayısız testler düzenlediler, veri yığınları derlediler, makaleler yayınladılar. Ancak zamanla onlar da, birkaç istisna dışında, ilgilerini kaybettiler.

1970’lerin sonuna gelindiğinde, Genie, belirsizliğine geri dönmüştü. Kaliforniya’nın vesayeti altında olduğu için, yetkililer onu konumu gizli olan bir devlet kurumuna yerleştirdiler. Kırk yıl sonra, bilinene göre halen devlet bakımı altında yaşıyor. Genie’yi araştıran ve onunla arkadaş olan UCLA Dilbilim Profesörü Susan Curtiss, “Hala hayatta olduğuna eminim zira her aramamda onu sordum ve bana iyi olduğunu söylediler” diyor. “Onunla iletişim kurmama hiç izin vermediler. Onu ziyaret etme veya ona mektup yazma girişimlerimde ise bir şey yapacak gücümü kaybettim. Sanırım onunla son görüşmem, 1980’lerin başındaydı.”

Yetkililer, Guardian Gazetesi’nin sorularını reddetti. Kaliforniya’nın sosyal hizmetler bölümününKamu Kayıtları Kanunu Koordinatörü Kim Tsuchida, “Eğer Genie yaşıyorsa, onunla ilgili bilgiler gizlidir ve kamu kayıtları kanunu talepleri aracılığıyla elde edilebilen bilgilerin kriterlerini karşılamamaktadır” dedi. “Talebinizle ilgili olarak Los Angeles ilçe yönetimiyle iletişime geçmenizi öneririz.” Los Angeles ilçe yönetimi araştırmayı, yazılı taleplere karşılık vermeyen mental sağlık yetkililerine devretti.

Genie, 60. yaşgününe yaklaşırken kaderi bir gizem olarak varlığını sürdürüyor. Dünya ile iletişim kurabilmek için konuşmayı öğrenebildi mi? Mutlu olabildi mi? Bunu sadece bir avuç insan biliyor.Ancak bu hikâyenin ek bir bölümü daha var, diğerlerinin kaderi. Hemen hemen hepsi bu olaydan derin etkilenmişti. Psikolojik ve mesleki anlamda hiçbirinin beklemediği şekillerde etkilenmişlerdi ve bazı olaylar bugün bile onları etkiliyor.

Onu araştıran bilim insanları ve bakıcılar vardı. Kimisi onu seviyordu. İşbirlikleri, kavgalara, intikam almaya ve skandal haberciliklere dönüştü.Olayı kayda alan ve bu olayın onun hayatını ele geçirdiğini gören bir yazar vardı. Kendini başka yönlerde ifade etmek için Paris’e yerleşti ancak Genie’ninhikâyesi onu takip etti.

Genie’nin, kendisi gibi babasının eziyetini çekmiş bir ağabeyi vardı. Kendi sözleriyle, “ölü bir adam” gibi yaşıyordu ve kendi kızını –Genie’nin yeğenini– düzgün yetiştiremedi.

Hikâye, Genie’nin babası Clark Wiley ile başlıyor. Kuzeybatı Pasifik’teki bakım evlerinde büyüdü ve İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Los Angeles’taki uçak montaj hatlarında makinistlik yaptı. Kendisinden 20 yaş küçük bir Dust Bowl göçmeni olan Irene Oglesby ile evlendi. Gürültüden nefret eden ve kontrolcü bir adam olan Clark, çocukistemiyordu. Yine de çocuk sahibi oldular. İlk çocukları, bir kız çocuğu, soğuk bir garaja bırakıldıktan sonra hayatını kaybetti. İkinci çocukları doğum esnasında gerçekleşen sorunlardan dolayı hayatını kaybetti. Adını John koydukları üçüncü çocukları yaşamıştı, beş yıl sonra Genie olarak tanınacak bir kız çocuğu sahibi oldular.


1958 yılında sarhoş bir sürücü Wiley’in annesini öldürdüğünde, Wiley öfkenin ve paranoyanın kıskacına girdi. John’a gaddarca davranmaya başladı ve 20 aylık kızını zar zor hareket edebildiği ve izole olduğu küçük bir yatak odasına kilitledi. Lazımlığına bağlı olmadığı zaman, bir tür deli gömleği giydirilmiş ve tel örgü kaplı bir beşikte tutulmuştu. Wiley sessizliği yumrukları ve bir tahta parçası yardımıyla sağlıyordu. Genie için 1960’lar böyle geçti.

Korkudan ve zayıf görme yetisinden etkilenen Irene, sonunda 1970 yılında kaçtı. Yanlış sosyal yardım bürosuna girdiğinde olaylar hızlı bir şekilde gerçekleşti. Çocuk istismarıyla suçlanan Wiley ardında, “Dünya asla anlamayacak” notu bırakarak kendini vurdu.
 

Mahkemenin vesayeti altında olan Genie, Los Angeles’ta bir çocuk hastanesine kaldırıldı. ABD’nin dört bir yanından çocuk hastalıkları uzmanları, psikologlar, dilbilimciler ve diğer uzmanlar, onu incelemek ve tedavi etmek için dilekçelerini sundular, çünkü burada dilin bizi nasıl insan yaptığına dair beyin ve konuşma yeteneği gelişimini incelemek için eşsiz bir fırsat vardı.

Genie, “mavi”, “turuncu”, “anne” ve “git” gibi birkaç kelimeyi söyleyebiliyordu, ancak çoğunlukla sessiz kalıyordu ve duygularını göstermiyordu. Bir çeşit tavşan zıplamasıyla sürtünerek hareket ediyordu ve stresli olduğu zamanlarda tuvaletinikaçırıyordu. Doktorlar onu, gördükleri en hasar almış çocuk olarak nitelendirdiler.

İlerleme başlangıçta ümit vericiydi. Genie oynamayı, çiğnemeyi, kendi başına giyinmeyi öğrendi ve müzikten keyif alıyordu. Kelime dağarcığını genişletti ve kelimelerin yetersiz geldiği yerlerde çizimler yaparak kendini ifade ediyordu. Zekâ testlerindeki sonuçları iyiydi.

Araştırma ekibinin hayatta olan birkaç üyesinden biri olan Curtiss, “Dil ve düşünce birbirinden farklıdır. Çoğumuz için, düşüncelerimiz sözlü olarak kodlanmıştır. Genie için ise düşünceleri neredeyse hiçbir zaman sözlü olarak kodlanmadı, ancak düşünmenin pek çok yolu vardır” dedi. “O zekiydi, bir şeyi anlatmak için bir dizi resim tutabilirdi. Çubuklardan her türlü karmaşık yapıları oluşturabiliyordu. Başka zekâ belirtilerini de göstermekteydi. Parlaktı.”

O zamanlarda bir akademisyen olan Curtiss, yürüyüşlerinde ve alışverişe çıktıkları zamanlarda (özellikle Genie’nin biriktirdiği plastik kovalar için olan gezilerde) Genie ile sıkı bir bağ kurdu. Merakı ve ruhu hastane aşçılarını, hademeleri ve diğer hastane personelini büyülemişti.

Genie, kelime dağarcığının yaş sınırı olmadığını gösterdi. Ancak kelimeleri cümleye dönüştüren dilbilgisinin gelişimi için belli bir yaştan sonrasının çok geç olduğu görüşünü destekledi ve bunla kalmayıp kanıtladı. Curtiss, 5 ila 10 yaş arasında bu gelişim aralığının kapandığını söyledi.

“Bizi insan yapan şey dil midir? Bu zor bir soru” dedi dilbilimci. “Bir dili çok az bilmek ve yine de tamamıyla insan olmak, sevmek, ilişkiler kurmak ve dünyayla iletişim içinde olmak mümkün. Genie, kesinlikle dünyayla iletişim kurdu. Öyle şekilde çiziyordu ki, ne iletmek istediğini anlayabiliyordunuz.”

Yine de Helen Keller tarzı bir ilerleme görülmeyecekti. Aksine, 1972 yılında bir anlaşmazlık bakıcıları ve bilim insanlarını ikiye böldü. Bir rehabilitasyon öğretmeni olan Jean Butler, araştırmacılarla tartıştı ve Genie’nin annesi Irene’ibir kontrol programına kaydetti. Her iki taraf da birbirini istismarla suçladı.

Araştırma fonu kuruldu ve Genie yetersiz bir bakım evine yerleştirildi. Irene, kısa bir süreliğine tekrardan gözaltına alındı ve kendini bunalmış bir vaziyette buldu, bu yüzden Genie başka bir bakım evine, ardından Curtiss ve diğerlerinin ona ulaşmasını engelleyen ve sosyal hizmet uzmanlarının gözetimi altında olan bir dizi devlet kurumlarına yerleştirildi. Genie’nin gelişimi belki de asla düzeltilemeyecek şekilde tersine döndü.

1990’lı yıllarda iki New Yorker makalesinde ve Genie: a ScientificTragedy kitabında olaylara yer veren gazeteci RussRymer, Genie’nin 27.yaş günü partisindeki fotoğrafların kasvetli bir portresini resmetti.

“İneği andıran, idrak edemeyen bir yüz ifadesine sahip, iri ve beceriksiz bir kadın… Gözlerini pastasına zayıf bir şekilde odaklıyor. Alnının üst kısmından düzensiz kesilen koyu saçları, ona bir akıl hastanesi sakini görünümü sağlıyor.”

O partide bulunan, psikiyatri ve davranış bilimi profesörü olan Jay Shurley, Genie 29 yaşına geldiğinde Rymer’a onun mutsuz olduğunu, kambur durduğunu ve nadiren göz teması kurduğunu söyledi. “Yürek burkucuydu.”O zamandan beri Genie’nin hayatına bir perde çekilmiştir ama geride bıraktıkları hüzünlü bir şekilde birbirine bağlıdır.

Hayatta kalan bilim insanları ıstırapla karışık bir pişmanlık duyuyor. Shurley’in hükmü ise “O, soyutlanmış bir insandı. Yıllarca tutsak tutuldu, ortaya çıktı ve daha makul bir dünyada yaşadı, bu dünyaya karşılık verdi, bu dünya onun için kapandı, geri çekildi ve ruhu hastalandı” şeklindeydi.


Genie hakkında bir kitap yazan ve hikâyeyi kayda değer bir şekilde aktarabilen az sayıdaki araştırmacıdan biri olan Curtiss, bugün dahi kendini kederli hissediyor. “Onunla temas halinde değilim ama bu benim seçimim değil. Onunla iletişim kurmama hiç izin vermediler. Onu ziyaret etme veya ona mektup yazma girişimlerimde ise bir şey yapacak gücümü kaybettim. Onu görmek için can atıyorum. Kalbimde ve ruhumda onu göremediğim için yok olmayan bir boşluk var.”

Bir röportajda Rymer, Genie’ninhikâyesinin kendisi de olmak üzere müdahil olan herkesi etkilediğini söyledi. “Oldukça yoğun ve rahatsız edici birkaç yıldı. Bu benim hayatımı ve dünya görüşümü değiştirdi, ele geçirdi. Bu olaydaki pek çok şey beni sarsmıştı. Belki bu korkaklıktır ama bu olaydan uzaklaşabildiğim için rahatladım. Çünkü ne zaman Genie’nin büyüdüğü o odaya girsem, dayanamıyordum.”

Ancak Rymer, tamamen kaçamayacağını keşfetti: “Genelde başka bir olaya odaklanıyorum. Ama Genie ile ne kadar özdeşleştiğimle yüzleşmek zorunda kaldım. Susturulmak, kendini ifade edememek, sanırım bunlar herkes için geçerli. Sanırım hakkında yazdığım insan bir bakıma kendimdi.”

Rymer, Genie’nin 1990 yılında Fransa’da geçen “Paris Twilight” romanına konu edindiğini söyledi. “Romandaki Genie bölümü daha çok küçük, rutubetli bir odadan ve önü kesilmiş bir hayattan sonunda pek de istenildiği gibi olmayan, saraya benzer bir gelecek hayaline kaçma girişimini detaylı bir şekilde anlatıyor. Bilim ve duygular arasında bağlantıyla ilgili bu. Halen bu sorunlardan bazılarını çözmeye çalışıyorum. Bir gazeteci olarak yaşadıklarıma göre, Genie, asla öngöremeyeceğim şekillerde yakamı bırakmayacak sorunları gündeme getirdi.”

Clark Wiley’in istismarının geride bıraktıkları, Genie’nin ağabeyi John’un yakasını bırakmadı. Uğradığı şiddet ve kardeşinin acılarına tanık olduktan sonra, 2008 yılınca ABC News’e şunları söyledi: “Bazen Tanrı’nın beni yüzüstü bıraktığını düşünüyorum. Belki ben onu yüzüstü bıraktım.” Genie ile en son 1982 yılında görüştü ve 2003 yılında hayatını kaybeden annesiyle iletişimini kaybetti. “Utancımdan dolayı Genie’yi aklımdan çıkarmaya çalıştım ama yardım aldığı için mutluyum.”

Kanunlarla sorun yaşadıktan sonra John, Ohio’ya yerleşti ve boyacı olarak çalıştı. Evlendi ve Pamela adında bir kız çocuğu oldu. Ancak evliliği yıkıldı ve kızı, Genie’nin yeğeni, uyuşturuculara yöneldi.

2010 yılında, polis Pamela’yı madde etkisi altında buldu ve iki kızını tehlikeye atmakla suçladı. Mucizevi bir kurtuluş veya mutlu bir son olmayacaktı. Şeker hastası olan John, 2011 yılında hayatını kaybetti. Bilinene göre teyzesi Genie ile hiç tanışamayan Pamela 2012 yılında hayatını kaybetti.

Arap folklorunda cin, bir şişe veya lamba içine hapsedilmiş ve serbest bırakıldığında dilekleri yerine getirebilen bir ruhtur. 1970 yılında dünyaya açılan bu kimsesiz kız, özgürleşmesinden sonraki o kısa ve zor dönemde birçok insanı büyüledi.Ama dilekleri yerine getirmek ve diğer pek çok şey onun gücünün ötesinde kaldı. Çünkü belki de o hiçbir zaman kurtulamadı.
 

Kaynak link:The Guardian

DAHA FAZLA