Acı bir Suriye yazısı daha...
Gitgide içinden çıkılmaz hal alan savaşta Suriye’de etnik farklılıklar keskinleşerek halklar arasında onarılmaz derinlikte yaralar açmıştır. Bu etnik kökenli düşmanlıkların komşu ülkelere sıçramayacağını düşünmek hayalperestliktir.
21. yüzyılın en kirli ve kanlı savaşlarından biri Suriye’de yaşanıyor. Karmaşık etnik yapıya sahip Suriye’deki savaş, içinde pek çok denklem barındırıyor. İlk olarak Suriye’nin demografik yapısına ışık tutalım. Ülkenin yüzde 60’ı Sünni Arap, yüzde 12’si Alevi Arap, yüzde 9’u Sünni Kürt, yüzde 9’u Hıristiyan Arap, yüzde 4’ü Hıristiyan Ermeni, yüzde 3’ü Dürzi Arap, yüzde 2’si İsmaili Arap, yüzde 1’i ise Sünni-Alevi Türkmenler, Hıristiyan Süryaniler ve Sünni Çerkeslerden oluşuyor.
Humus, Dera ve Şam vilayetlerinde başlayan çatışmalarla, 2011 yılı Temmuz ayını savaşın başlangıç tarihi olarak alabiliriz. Hiçbir savaş ekonomiden bağımsız değildir. Savaşın yarattığı ekonomik yıkım pek çok bölgede insanları açlıkla karşı karşıya getirdi. 5 yıllık savaşın sonunda Suriye ekonomisi 255 milyar dolar kaybetti. Yaşanan büyük ekonomik kayıplara rağmen Suriye hükümeti ülkede yaşayan herkese temel gıda malzemelerini ücretsiz olarak ulaştırmaya çalışıyor. Terör örgütlerinin kontrolünde olan bölgelerde gıda en önemli silahlardan birisi. Suriye hükümetinin kontrolündeki bölgelerde son 5 yılda ekmek fiyatı yüzde 230 artış gösterirken terör örgütlerinin kontrolündeki bölgelerde ekmek fiyatı yüzde 6500 oranında arttı.
Ana akım medyanın anlattığı klişe senaryolara göre “zalim rejim insanlara zulmediyor, aç bırakıyor ve katlediyordu”. Fakat içinde yaşadığımız enformasyon çağında artık bu senaryolar insanlara özellikle Irak ve Libya deneyiminden sonra pek inandırıcı gelmiyor. Batı emperyalizmi her zamanki gibi Suriye hükümetini kimyasal silah kullanmakla suçlasa da bu suçlamaların hiçbiri bugüne kadar kanıtlanamadı. Özellikle Türk kamuoyunda ilk başlarda muhalefetin Sünni, rejimin Alevi olduğu yönünde iddialar dile getirilmiş ve rejimin mezhepçi dürtülerle savaşı kışkırttığı öne sürülmüştü. Elbette bu yalan da tutmadı. Suriye ile ilgili en önemli yalanlardan bir diğeri de Baas Partisi’nin ülkeyi yöneten tek güç olduğudur. Ülke Ulusal İleri Cephe hükümeti tarafından yönetilmektedir. Ulusal İlerici Cephe’nin bileşenleri olan 9 farklı siyasi parti farklı ideolojik tabanlara sahiptir. Suriye Komünist Partisi, Arap Sosyalist Baas Partisi, Milli Yemin Hareketi, Sosyal Demokrat Sendikacılar, Arap Sosyalist Hareketi, Arap Sosyalist Birliği, Sosyalist İttihatçılar, Arap Demokratik Birlik Partisi, Demokratik Sosyalist Birlik Partisi’nden oluşan koalisyon hükümeti 1972 yılından bu yana ülkeyi yönetmektedir.
Suriye’de 5 yılı geride bırakan savaşta resmi verilere göre 470 bin insan hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler verilerine göre 18 milyon Suriyeli hala ülkesini terk etmedi. Ülkelerini terk eden yaklaşık 6 milyon insan Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a kaçtılar. Savaşın başlangıcından bu yana halkın desteğini alan Ulusal Cephe hükümeti Şam ve çevresindeki bölgeyi elinden geldiğince kontrolü altında tutarak yabancı ülkelerin ve teröristlerin saldırısına uğrayan Suriye halkının moralini dinç tuttu.
Savaşın en başından bu yana Türkiye, komşusu Suriye’de yaşanan bu kanlı savaşın en önemli aktörlerinden birisiydi. 5 yıl boyunca askeri müdahaleden kaçınan Türkiye artan IŞİD tehlikesi ve federatif Suriye kaygıları ile onlarca tank ve zırhlı araç ile karadan Suriye’ye girdi. Fırat Kalkanı operasyonu ile Suriye’de yeni bir cephe daha açılmış oldu. Türkiye’nin resmi açıklaması, her ne kadar, IŞİD’le mücadele gibi görünse de şu ana kadar teslim olan ya da canlı yakalanan tek bir IŞİD’li dahi yok. Televizyonlarda izlediğimiz tek şey vurulan dağ taş ve boş sokaklarda ilerleyen Türk tankları ile ÖSO militanları… Bu da “IŞİD çekilmedi, sadece sakallarını kesti” iddialarını güçlendiriyor.
Aslında IŞİD’in stratejik önemine rağmen Cerablus’tan çatışmaya girmeden çekilmesinin nedeni Türkiye ile PYD’nin karşı karşıya geleceğini düşünmesiydi. Böylece IŞİD bütün konsantrasyonunu Rakka’ya aktararak Rakka üzerindeki baskıyı azaltabilecekti. Bu operasyonun IŞİD’den çok Kuzey Suriye’deki Kürtlere yönelik olduğu ise herkesin kabul ettiği bir gerçek. 20 gün içerisinde 845 kilometrelik bir alanı kontrol altına aldığını duyuran TSK bölgeye ÖSO’yu yerleştirdi. ABD ise, uzun vadede Esad üzerinde kılıç sallandırmaya devam etme arzusuyla hava desteği verdiği operasyona, yaklaşan başkanlık seçimlerinin de etkisiyle belli bir mesafeyle yaklaştı.
TSK desteğiyle ilerleyen ÖSO Menbiç’e 12 kilometre mesafeye kadar yaklaştı. Bir sonraki hedeflerinin ise halen IŞİD’in elinde olan El Bab ve Rakka olduğunu belirten ÖSO, tek başına ne YPG ile ne de IŞİD ile savaşacak güce sahip. Menbiç ve El Bab alınırsa bu bölgelerin nasıl korunacağı hâlâ muamma. TSK ise Suriye’nin içlerine ilerledikçe kayıplar vermeye başladı ve görünen o ki bu kayıplar daha da artacaktır. Erdoğan’ın sadece Rakka değil Musul’a yönelik de operasyonların olacağının sinyalini vermesi TSK’yı uzun yıllar bu bataklığa hapsedecek bir savaşın içine sokacaktır.
Şu bir gerçek ki Fırat Kalkanı operasyonu bölgedeki dengeleri ve denklemi alt üst etmiştir. Bu aşamada PYD ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmek istemeyen ABD, Kürtlerin Rakka’ya yönelmesini teşvik ederek PYD ve Türkiye’nin sahada karşılaşmalarının önüne geçmeye çalışacaktır. Halep’te Rusya, Rakka’da ABD ile işbirliği planlayan Türkiye’nin ise denklemde belirleyici rol üstlenmeye çalışsa da Suriye politikasını kökten değiştirmeden başarıya ulaşması mümkün değil.
Gelelim son ateşkes anlaşmasına. ABD ve Rusya arasında imzalanan son ateşkes anlaşması geçmiş ateşkes anlaşmaları gibi en çok terör örgütlerine yarayacaktır. ABD’yi bu anlaşmaya iten, Suriye hükümetinin yeniden Halep’i kuşatması ve Suriye’nin batısında ve güneyinde pek çok bölgeyi teröristlerden temizlemesidir. Suriye hükümeti her ne kadar anlaşmayı onaylasa da El Nusra ve türevlerine operasyon düzenlemeye devam edeceğini bildirdi. Bu ateşkes anlaşmasının başarıya ulaşması ne yazık ki mümkün görünmüyor.
Gündelik olarak değişen askeri ve siyasi konumların karmaşık ve kafa yoran detaylarını bir kenara bırakırsak gelinen noktada tüm dünya Suriye’nin yıkılmayacağını ve Beşar Esad’ın devrilemeyeceğini anladı. Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali Suriye hükümeti karşısındaki şer ekseninin her hafta yeni planlar ortaya sürmesinin nedeni de bu. Dünyada çok az ülke böylesine geniş kapsamlı bir savaştan ayakta çıkabilirdi. 5 yılı geride bıraktığımız bu savaşta yakın gelecekte bir sonuç elde edilmesi mümkün görünmüyor. En iyimser senaryo ile bile bu savaş on yılı tamamlayacaktır. Suriye’nin yeniden inşası ise onlarca yıl sürecektir. Gitgide içinden çıkılmaz hal alan savaşta Suriye’de etnik farklılıklar keskinleşerek halklar arasında onarılmaz derinlikte yaralar açmıştır. Bu etnik kökenli düşmanlıkların komşu ülkelere sıçramayacağını düşünmek hayalperestliktir. Bu savaş Levant bölgesinde bulunan bütün ülkelerin 21. yüzyıldaki kaderini belirleyecek olan savaştır.
Bu tatsız savaş yazısını bir gün İskenderun’da, Lazkiye’de, Beyrut’ta, Bağdat’ta, Kudüs’te aynı incir ağacının altında hep beraber kardeşçe acı kahvelerimizi içeceğimiz günlerin umuduyla sonlandırıyorum. Savaşın olduğu yerde en büyük umut barıştır.