Adrese teslim ihale mi?
"Hepimizin ortak malı olan madenlerimizin ülkemizin ve halkımızın yararına kullanılması için kamu yararı doğrultusunda üretilmesi ve uç ürünlere dönüştürülmesi gerekmektedir."
Mehmet Torun
Elazığ-Maden ilçesi bakır madeniyle özdeşleşmiş bir yöremizdir. İlçedeki bakır yatakları milattan 2000 yıl önce Asurîler tarafından bulunmuştur. 4000 yıllık geçmişi olan bakır yatakları Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte 1936 yılında Etibank’a devredilmiştir. 1939 yılında izabe tesisleri (maden cevherinin metal içeriğini yüksek sıcaklıkta indirgenme tepkimesi yardımıyla cevherin geri kalanından ayırma süreci) kurulmuş ve cevherden ilk bakır üretimi 23 Mart 1939 tarihinde yapılmıştır. Ülkeye ve bölgeye önemli katkıları olan işletme, 1995 yılında yapılan özelleştirme ile özel sektöre satılmıştır.
Yörede ciddi maden rezervi olduğu bilinmektedir. MTA (Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü) nın son yıllarda yaptığı aramalar sonucunda yörede çok önemli maden rezervleri tespit edilmiştir. Başta bakır madeni olmak üzere altın, kurşun-çinko, kobalt ve demir madeni açısından oldukça zengin yataklar bulunmuştur. Hedeflenen sahanın henüz 1/3 ünde arama ve sondaj çalışmaları tamamlanmış olup bulunan rezervin piyasa değerinin 15 milyar dolar civarında olduğu ifade edilmektedir. Arama çalışmaları sonuçlandığında bu rakamın çok daha fazla olacağı aşikârdır.
Kamu kurumunca aranıp bulunan tüm arama ve sondaj maliyeti halkın vergileriyle karşılanan bu maden sahası, uygulanan politikalar gereği işlettirilmek üzere Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından özel sektöre ihale edilecektir. İşin püf noktası da buradadır. İhale şartnamesindeki koşullar ve istenenler dikkate alındığında ihalenin bir firmaya adrese teslim edilmek istendiği görülmektedir. Sahada arama çalışmalarının sonuçlanmaması nedeniyle görünür rezerv ve gerçek tenörün tam olarak bilinememesi ciddi bir sorun olmakla birlikte izabe tesisi şartı konulması diğer firmaların devre dışı kaldığını ve yolun bakır alanında “tekel” konumunu her geçen gün pekiştiren bir holdinge çıktığını göstermektedir.
Madencilik sektöründe cevherin uç ürüne dönüştürülmesi doğru olan ve istenen bir yöntemdir. Ancak, cevheri zenginleştirmek için kurulan flotasyon ve konsantre tesisleri tek başına katma değer oluşturan tesisler değildir. Bu tesisler zorunlu olarak kurulmak durumundadır. Bakır, kurşun- çinko içeren cevherlerin üretildiği gibi ihracatı ya da uzağa taşınması yapılan işin ekonomikliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle madenin üretildiği bölgede konsantre tesisi kurulmakta ya da cevher en yakın konsantre tesisinde zenginleştirmekte, sonra hiç katma değer yaratmadan ihraç edilmektedir. Bakır, kurşun, çinko gibi metalleri içeren cevher, çok düşük tenörlü metal içerdiği için bir değer taşımıyor gibi görünse de bu cevherler ilk aşama zenginleştirilmesi sonrası değer kazanmaktadır.
Örneğin; %2 tenörlü 1.000.000 ton cevher toplam 20.000 ton bakır (Cu) içermektedir.
Bu tenörde bakır içeren bir cevheri üretildiği yerden alıp götürüp işlemek ekonomik değildir. Bu cevherin zenginleştirilmeden alıcı bulması ya da bu haliyle ihracatı çok zordur.
Cevher, kurulacak bir tesiste zenginleştirilip %18 Cu içeren 100.000 ton konsantre ürün üretildiğinde bu konsantrede toplam bakır 18.000 ton olacaktır.
Sonuçta %2 Cu tenörlü 1.000.000 ton cevher zenginleştirildiğinde %18 Cu tenörlü 100.000 ton konsantre üretilmekte geriye 900.000 ton atık kalmaktadır. Bu sürece bakıldığında cevher, üretildiği maden işletmesinin yakınında kurulacak konsantre tesisinde zenginleştirilmek zorundadır.
Kısaca özetlemek gerekirse bu işlemler teknik ve ekonomik bir zorunluluk olup, ihale süreçlerinde “ara veya uç ürün üretimine yönelik tesis kurmak şartıyla” gibi cümleleri kullanarak hedef saptırmak ve talana kılıf uydurmak doğru değildir. Bu uygulamalarla halkın malı olan kaynaklar yandaş şirketlere peşkeş çekilmektedir.
Yapılması gereken bellidir; Hepimizin ortak malı olan madenlerimizin ülkemizin ve halkımızın yararına kullanılması için kamu yararı doğrultusunda üretilmesi ve uç ürünlere dönüştürülmesi gerekmektedir. Madenlerimiz sosyal devlet anlayışına uygun olarak işletilmeli, üretilen madenlerimiz kendi topraklarımızda kurulu ya da kurulacak sanayi tesislerinde hammadde olarak kullanılmalı, katma değeri yüksek uç ürünler üretilerek öncelikle ülkemiz gereksinimlerinin karşılanması sağlanmalıdır. Tüm bu süreçler kamu eliyle yürütülmelidir. Bunlar yapılmadığı sürece ülkemizde yapılan madencilik “sömürge madenciliği” olacaktır.