AKP savaş tamtamlarını çalarken:  Faşizmin kurucu ilkesi olarak savaş

AKP savaş tamtamlarını çalarken: Faşizmin kurucu ilkesi olarak savaş

Savaş, dün Hitler için ne anlama geliyorsa bugün Erdoğan içinde aynı anlama geliyor. O halde, şu soruyla devam edelim: Erdoğan/AKP rejimi Suriye’yi işgal eder mi? Türkiye Suriye ile savaşa girer mi?

İçinden geçtiğimiz dönemin temel belirleyeninin emperyalist sistemin içinde bulunduğu sistemik kaos olduğunu söylüyoruz. Kapitalist-emperyalist sistemin genel bulanımın süreğen hale geldiği bir dönemde, emperyalist paylaşım ve saldırganlık politikalarında da bir yoğunlaşmayı beraberinde yaşıyoruz. Bu süreçle iç içe ilerleyen bir başka olgu da baskıcı-otoriter-faşizan rejimlerin baskın hale gelmesine olanak sağlıyor. “Demokratik değerlerin Avrupası”nda dahi burjuva demokrasisi aşınıyor, kapitalizm açısından tartışmalı hale geliyor. Dün ulus devletlerin sonunu ilan edenler, bugün ulus devletlerin sınırlarının duvarlarla belirlenmesinden söz ediyorlar. Emperyalist sistemdeki kaos bugün merkez ulus devletler temelinde yükselen bir hiyerarşiye dayalı, tüm toplumu baskı altına alan faşist yasaların uygulanabileceği bir yapılanmayı çağırıyor. Bu çağrı, eşitsiz gelişim yasası çerçevesinde, her bir coğrafyada kendi özgünlükleri içinde cevap alıyor.

YAYILMACILIK VE FAŞİZM: YENİ NORMAL

AKP/Erdoğan Rejimi’nin içeride ve dışarda uyguladığı yayılmacı ve faşizan politikalar bir anomali hali değil, burjuva kalemşorlarının pek sevdiği bir tabir olan “yeni normal”dir. Bu yeni normalin kuralı; içeride sosyalistlere, Kürtlere ve Cumhuriyetçi duyarlılığı gelişkin olan kesimlere karşı savaş, dışarıda ise emperyalist sistemdeki kaosun açtığı alanlara oynarak daha fazla yer kapabilmek adına sistemi de zorlayabilecek bir biçimde bölgede yayılmacı ve savaşçı politikaları desteklemektir.  

Bu anlamıyla savaş,  emperyalist sistemin içinde bulunduğu kriz döneminde Erdoğan/AKP rejimi açısından kurucu ilke noktasına gelmektedir. Diğer bir deyişle, savaş olmadan Erdoğan/AKP rejimi yerleşememektedir. Savaş ve kurucu ilke arasındaki ilişkiselliğe dair bir not düşmek gerekiyor.

Savaşın bir rejimin veya devletin kurucu ilkesi olması faşizme özgü değil elbette. Tarihten, pozitif anlamıyla pek çok savaşın kurucu ilke olduğu örnek verilebilir. Lakin, bugün dünyasında kapitalizmin ihtiyaç duyduğu devlet formu olarak faşizm yeniden tarih sahnesine çıkabiliyorsa, savaşın faşizmin kurucu ilkesi olarak yeniden masaya yatırılması da elzem hale geliyor.  Erdoğan/AKP rejiminin, 1 Kasım sonrasında, Kürdistan’da giriştiği “teröre karşı savaş”la Türkiye’nin kadim milliyetçi korkularının islamcı sosla harman edilerek seferber edebilmesi savaşın kurucu bir ilke olarak ne kadar da işlevli olabileceği hakkında fikir verebilir kanımca.

AVUSTURYA’NIN İŞGALİ ÖRNEĞİ

Robert O.Paxton, “Faşizmin Anatomisi” adlı kitabında, klasik faşizm ile Latin Amerika’da diktatörlükler arasındaki temel farkın faşizmin yayılmacı ve savaşçı politikaları olduğunu söyler. Bu noktada, faşizm açısından yayılmacılık ve savaş kurucu ilke işlevindedir. Bu açıdan Nazizm muazzam örneklere sahiptir. Hepsini bir yazı çerçevesinde sergilemek mümkün değil elbette. Ama, Avusturya’nın işgali yukarıda söylediğimiz kurucu ilke bağlamında oldukça anlamlıdır.

İktidara geldiği 1933 yılında Naziler, “Büyük Alman Çözümü” denilen politikayı revize ederek savaş ve yayılmacı politikaları kitlelerin üzerinde ideolojik hegemonya aracı olarak kullandılar. Büyük Alman Çözümü, 1848 yılında Habsburg İmparatorluğu sınırlarında yaşayan Almanların birleşik bir Alman ulus devleti kurması politikasının adıdır. Bu politika, 1871 yılında nihayete ererek gerçeleşti ve adına da Alman İmparatorluğu denildi. Naziler, bu politikayı Alman İmparatorluğu dışında yaşayan etnik almanları da dahil ederek, yayılmacı ve dolayısıyla da savaşçı bir içerikle revize ettiler. Böylece, Büyük Cermen İmparatorluğu yeniden tarih sahnesine çıkacaktı. Naziler, Almanya toprakları dışındaki coğrafyalarda da egemenlik kurma haklarının tarihsel bir zorunluluk olduğu tezini kitleler üzerinde kabul ettirerek Habsburg İmparatorluğu coğrafyasında, Ostmark diye bilinen Avusturya’yı 12-13 Mart 1938’de işgal ettiler.      

Savaşın, faşizmin kurucu ilkesi olarak verilen bu tarihsel örnekten hareketle şunu söyleyebiliriz: Erdoğan/AKP rejimi ile Nazilerin 3. Reich’ın niyetleri elbette farklı. Ama bu tarihsel örnek, faşizmin kurucu ilkesi olarak savaşın nasıl bir işleve sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Savaş, dün Hitler için ne anlama geliyorsa bugün Erdoğan içinde aynı anlama geliyor.

O halde, şu soruyla devam edelim: Erdoğan/AKP rejimi Suriye’yi işgal eder mi? Türkiye Suriye ile savaşa girer mi?

Bugünlerde bu soruları çokça duyar olduk. Rus jetinin düşürülmesinden bugüne geçen süre zarfında yaşananlara bakıldığında, bu soru ihmal edilebilir bir olasılıktan, ciddi ciddi bir alternatif haline gelmiş durumda. O kadar öyle ki; Yeni Şafak Gazetesi’nin baş yazarı açık açık işgal çağrısı yapıyor. O halde, Erdoğan/AKP rejiminin bu alternatifi ciddi olarak dillendirmeye başladığı şu günlerde, “tarih öğretmen”e başvurmak elzem hale geliyor.

Ancak bu başvuru sayesinde, geçmişin faşist diktatörlüklerinin kurucu ilke bağlamında çıkardığı ya da çıkarmaya teşebbüs ettiği savaşların ne anlama geldiği sorgulanabilir ve Erdoğan/AKP rejiminin faşist karakteri ile karşılaştırmalı bir değerlendirme yapılabilir. Benzerlikler ve farklılıklar ayrıştırılabilir. Soğukkanlı ancak gidişatın ciddiyetini gören bir özgürlük ve barış mücadelesi örgütlenebilir.

DAHA FAZLA