19 Aralık 2016’da Rus büyükelçisine düzenlenen suikastten bir gün önce Türk ve Katar yetkilileri, Trabzon'da Katar-Türkiye Yüksek Stratejik Komitesi'nin ikinci toplantısını yaptılar. Erdoğan ve Katar Emiri Al Thani'nin himayesinde düzenlenen bu toplantı, her iki ülkenin yetkililerinin iletişim, kültür, eğitim, finans, spor ve tarım da dahil olmak üzere geniş sektörel anlaşmalara imza atmasıyla sona erdi. Toplantı, Ankara-Doha ortaklığının gittikçe sağlamlaştığını ve başka bir biçim aldığını göstermesi açısından anlamlıydı.
Bu gelişmeden tam on ay önce, şubat 2016'da, Politico dergisinde “Araplar Neden ABD’ye Güvenmiyor?”1 başlıklı Robert Kennedy imzalı bir makale, emperyalist merkezlerdeki think-thanklerde hayli tartışma yaratmıştı. Kennedy’nin makalesi ülkemizde pek ses getirmese de, “Doha-Ankara ekseni”yle ilgili bir tartışmanın da fitili ateşlenmiş oldu. Kennedy makalesinde, Suriye’deki vekalet savaşının başlıca nedenini, Suriye üzerinden geçmek zorunda kalacak olan ABD destekli Katar-Türkiye boru hattı projesi olduğunu savunuyordu. Gerçekten de bu proje, Katar ve Türkiye'ye tedarikçi ve transit ülkeler olarak son derece karlı imkanlar sunarken, Avrupa'nın Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltmasını sağlayabilirdi. Makalede, Suriye krizinin ve Başar Esad'ın iktidardan uzaklaştırılma mücadelesinin, İran ve Rusya'nın desteklediği Suriye liderinin bu seçeneği reddetme kararından kaynaklandığı sonucuna varıyordu.
Kabul etmek gerekir ki, bu yorum Ortadoğu’nun karmaşık gerçekliğini oldukça indirgemeci bir biçimde ele almaktadır. Yine bu yorum ne yazık ki, Türkiye soluna da restorasyoncu zevzekliği biçiminde kısmi olarak sirayet etmiştir. Bu bakış, Körfez sermayesi ve Türkiye'yi, Batılı emperyalistlerin saf araçlarına indirgemekte ve halen sürmekte olan mücadeleyi bir petrol savaşı olduğu sonucuna götürmektedir. Oysa mesele bu kadar basit değildir. AKP/Saray Rejimi ile Körfez sermayesinin ilişkisinin iki boyutu, meseleye neden indirgemeci olarak yaklaşılmaması gerektiğini göstermektedir.
Meselenin birinci boyutu, sürekli derinleşmekte olan Körfez sermayesi ile AKP/Saray Rejimi ilişkisinin bugünün emperyalist sistemindeki kaosta özerklik alanını giderek genişletmek istemesiyle ilgilidir. Diğer bir deyişle, bugün Körfez başkentleri ve Ankara, ilişkilerini geleneksel Batılı güçlerden, özellikle de Washington'dan daha fazla özerklik kazanmanın bir aracı olarak görmektedir.
Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle birlikte, Rusya ve Doğu Avrupa’nın kapitalist-emperyalist sisteme eklemlenmesi 2000’li yılların başında tamamlanmış, sistem gözünü yeni coğrafyalara dikmiştir. Bu coğrafyaların başında, Orta Doğu, kısmen Afrika ve Kuzey Afrika bulunmaktadır. “Büyük Ortadoğu Projesi” bu göz dikmenin siyasal projesi olarak tanımlanmıştır. Tam da bu dönem, Körfez sermayesinin bu siyasal proje bağlamında batılı emperyalistlerden özerklik talebinin başlangıcıdır ve bugünlere kadar gelmektedir.2 Bu özerklik talebinin arkasında, 1999’da 9 dolar civarında seyreden petrol fiyatlarının, önce Çin’den gelen talep artışı ve hemen ardında Hindistan’daki göreceli talep artışı neticesinde kısa bir süre zarfında 94 dolar civarına çıkması, 2008’in temmuz ayındaki ikinci bir artışla 145 dolar civarına çıkmasıyla oluşan dev petro-dolar havuzlarının varlığı bulunmaktadır.
Bugün petrol fiyatlarındaki düşüş bizi yanıltmamalı, petrol fiyatları 1999’un hayli üzerinde seyretmeye devam ediyor. Bu dev petro-dolar havuzları, 2000’li yıllar boyunca doğrudan yabancı yatırımlar olarak küreselleşirken, bu havuzları kontrol eden yapılar şirket veya bankalar değil, yarı-kamu kuruluşu statüsünde olan Devlet (Varlık) Fonları’dır. Körfez ülkeleri 2014 SWFI verilerine göre dünyadaki kamusal varlık fonlarının yaklaşık üçte birine sahiptir. (2,170 trilyon dolar)3. 1970’lerde olduğunun aksine, bankacılık sistemine akmayan fonlar 2008’e kadar, Körfez ülkelerindeki devasa alt yatırım projelerine ya da Orta Doğu başta olmak üzere şirket birleşmelerine girmediklerinde, ABD piyasalarına akarak küresel mali şişkinliği desteklemişlerdir. Ne var ki, körfez sermayesi için 2008 krizinin patlamasıyla göreceli olarak çekiçiliğini yitiren ABD piyasası, yerini Körfez fonlarının kullanım seyrinin değiştiğini, birikmiş değerin eskisinden daha yüksek oranda Körfez içi firma destekleme kurtarma operasyonlarına, yine Körfez içi devasa alt yatırım projelerine, Çin’in Petro-kimya sanayisine ya da Orta Doğu başta olmak üzere şirket birleşmelerine yönelmiştir. Dünyanın önde gelen Doha merkezli İslami finans kuruluşu Qinvest’in Türkiye Genel Müdürü Can Güçlü’nün “Körfez ülkelerinden Türiye’ye çok büyük finans gelmiyor ama ondan daha değerli olan sermaye geliyor.”4 cümlesi ise bu yönelimin Türkiye ve AKP/Saray Rejimi boyutunu gözler önüne sermesi açısından önemlidir.
İkinci boyut ise, bu özerklik talebinden hareketle, Türkiye’deki rejim değişikliği bağlamında körfez sermayesinin ama özellikle Katar’ın iktidar bloğuna yerleşmesi ve bu yerleşimin giderek “yapısallaşması”dır. Körfez’i, dünyadaki burjuva demokrasileri veya kapitalist demokrasilerden ayıran özgünlüğün başında, ekonomik olan ile siyasal olan arasındaki kurumsal ayrımın neredeyse yok denecek kadar geçirgen olmasıdır. Dolaysıyla bu durum, körfezdeki sermaye birikimin sui-generis(kendine özgü) yollarla temsil imkanı bulabildiği coğrafyalarda ciddi etkilere sebep olmaktadır. TMSF ve KHK kararlarıyla ekonomi alanına doğrudan müdahalelerin bugünün Türkiyesi’nde rutin hale gelmesi bu etkilerin tipik örneklerinden biridir.
Bu müdahaleleri, sadece 15 Temmuz sonrasında Saray’ın ajitatif, “FETÖ ile mücadele” söylemi kapsamında değerlendirmemek gerekir. Bu müdahaleler, AKP/Saray Rejimi’nin Ortadoğu’da yeni-Osmanlıcı maceralara girmesiyle birlikte, Körfez ülkeleriyle kurumsal ortaklıklar inşa etmeye başlaması ve bu ülkelerle ekonomik-siyasal-askeri ilişkilerin ritminin hızlandırmasıyla oluşan yapısal dönüşümlerin sonucudur.
Bir diğer önemli nokta, sermayedar profilindeki değişim ve sermaye birikim süreçlerindeki değişimdir. Bu ilişkide Özal’ın prensleri yerini yavaş yavaş, Ethem Sancak gibi bürokrat tipinde sermayedarlara, yeni prenslere bırakmakta, bu prenslerde devletin ekonomik aygıtlarının teşvikleri ve kayırmalarıyla birlikte büyümekte, partinin siyasal sözcüsüne dönüşmektedir. Bununla birlikte, unutulmaması gereken husus, bu iki boyut birbirinden kopuk olara ilerlememekte, tam tersine birbirini beslemektedir.
Tam da bu nokta da, AKP/Saray Rejimi’nin son yıllardaki parlayan müteffiği Katar ile olan ilişkisi bize oldukça yararlı veriler sunar.
KATAR VE AKP/SARAY REJİMİ: NEREDEN NEREYE?
Katar-Türkiye ilişkileri, Türkiye'nin Körfez İşbirliği Konseyi (Körfez İşbirliği Konseyi) ülkeleriyle sürdürdüğü diğer ikili ilişkilerden, 2014 yazında Erdoğan’ın dönem başkanlığı altında farklı, daha derin ve daha yaygın bir hal aldı.
Türkiye ve Katar, 1985 yılında ekonomik işbirliği için ilk antlaşmayı imzalamıştı. Uzun bir sessizlik sonrasında gelen iki ülke arasındaki 2001 yılındaki anlaşma ve AKP'nin 2002 yılında iktidara gelmesinden kısa bir süre önce de imzalanan anlaşmalarla iki ülke arasında toplamda beş tane anlaşma bulunmaktaydı. Ama iki ülkenin ilişkilerine derin ve yaygın statüsünü kazandıran, 2014'te imzalanan ve bir Türk askeri üssünün Katar'da açılmasını kolaylaştıracak silahlanma endüstrisinde işbirliğini yürürlüğe koyacak on yıllık bir askeri antlaşmaydı. 2015 yılında çok sayıda karşılıklı işbirliği ve “yatırım jesti” gerçekleştirildi. Bir yıllık süre zarfında, iki ülke arasındaki anlaşma 15’e çıktı.
İki devlet arasındaki anlaşmalara, Qatari BeIN’ın Digiturk’ü QNB’nin de Finansbank’ı satın alması gibi Türkiye'deki bir dizi büyük birleşme ve satın alımlar eşlik etti. Katarlılar, hükümete yakın Star medya grubunun sahibi Ethem Sancak ile de savunma sanayinde ortak oldular. TMSF’nin el koyduğu, Mehmet Emin Karamehmet’e ait Akşam ve Güneş gazeteleri ile Kanal 24 ve Sky Türk 360 televizyon kanallarını Ethem Sancak satın aldı. TMSF, Karamehmet’e ait BMC motorlu araçlar fabrikasını da Ethem Sancak’a sattı. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve polis teşkilatına zırhlı araçlar üreten bu tesisler, Sancak’a satıldıktan sonra Katar Silahlı Kuvvetleri Endüstri Komitesi BMC’ye yüzde 50 payla ortak oldu. Bununla birlikte, Türkiyeli inşaat devleri ve BOTAŞ, Katar'daki devasa anlaşmalar imzaladılar. Ekonomi Bakanı Lütfi Elvan, Eylül 2016 Katar’da yaptığı toplantıda Türk şirketlerinin yalnızca 2015 yılında 2,5 milyar dolar tutarında sözleşme imzaladığını söylüyordu.
İki ülke arasındaki ilişkilerin farklı biçimde gelişmesini 2010 yılında AKP/Saray Rejimi’nin yeni-osmanlıcı dış politikası çerçevesinde Orta Doğu’yu merkezine almasıyla başlatmak gerekirse de, iki ülke arasındaki ilişkiler 2014'ün sonundan bu yana daha iddialı ve görünür hale gelmiş durumdadır.
Ankara-Doha ilişkisinin ekonomik boyutu gelişmeye devam ediyor. Lakin bu ilişkiyi, körfez sermayesinin diğer kesimleri ile AKP/Saray Rejimi’nin kurduğu ilişkilerden ayıran nokta onun siyasi anlamıdır. Bu siyasi anlamı, Müslüman Kardeşler’in düşüşünde, Suriye’de, Libya’da alınan pozisyonların eşitlenmesinden tutun da, Ankara'nın Katar ile yaptığı son derece stratejik askeri anlaşmanın metninde geçen“ iki ülke dostça ilişkilerini daha ileri taşınacağının garantisi”ni cümlesinde görebiliriz.
Bununla birlikte, iki ülkenin siyasi ve ekonomik birlikteliğinin sorunlar taşımadığını söylemiyoruz. Öncelikle, bu ilişki ekonomik ve siyasi boyutlarıyla eşitsiz gelişmektedir. Dolayısıyla, eşitsiz gelişen bu ilişki çelişkiler biriktirmeye devam etmektedir.
Sonuç Yerine
Türkiye ile Katar arasındaki ilişkiler, geçici finansal ve ticari çıkarlardan daha fazlasını ilgilendiriyor. Türkiye'nin Katar’la olan ikili ilişkileri, Ankara'nın yakın ilişkisi olan tüm diğer körfez ülkelerinden, hatta Azerbaycan'la olan ilişkisinin de ötesine geçiyor.
2017'de Türkiye ve Katar ikili ilişkilerine daha fazla yatırım yapacak, çünkü hem Ankara hem de Doha emperyalist sistemdeki bunalımda karşılıklı olarak güçlenmek istiyor. Hızlı ve tempolu eylemler dizisi ve büyük yatırımlar, ilişkinin boyutlarını güçlendirmeye devam edeceğini söylebiliriz. Türkiye'nin Batı ile ama özellikle AB olan ilişkisinde yaşanması muhtemel gerilimlerin ekonomide yaratacağı sürtünmelerin varlığı, Ankara'nın Körfezi ile yakın ilişkilerini geliştirme yönündeki ilgisinin artmaya devam edeceğine işaret ediyor.
Bu durum, Saray’ın tahayyülündeki yeni rejimin ekonomi-politiğine ilişkin olarak önemli ipuçları veriyor. Türkiye solunun, yeni rejimi çözümlerken bu ipuçlarının üzerinde titizlikle durmasının zamanı geldi de geçiyor.
- http://www.politico.com/magazine/story/2016/02/rfk-jr-why-arabs-dont-trust-america-213601
- http://www.atimes.com/loss-petrodollar-domination-beginning-form/
- http://www.birgun.net/haber-detay/akp-ve-korfez-sermayesi-93933.html
- http://www.haberturk.com/yazarlar/serpil-yilmaz-2155/1254959-sermayen-yoksa-katar-tamamlar