Ali Balsoy yazdı: Ölüm mü cinayet mi?

Ali Balsoy - İleri Görüş

Giderek artmakta olan işçi ölümleri ile ilgili haberleri sosyal medyada görünür kılmak ve farkındalık yaratmak amacı ile paylaşmak sanırım herkes için anlaşılır bir davranıştır. Doğru bulmakla birlikte bende farklı bir eğilim belirgin hale gelmeye başladı. Sanatta, özellikle de sinemada şiddeti estetize etmek sanırım bir şekilde şiddetin sıradanlaştırılmasına da hizmet ediyor. Bu doğru ise, işçi ölümlerinin sıradanlaştırılmasına hizmet ediyor olmak herkes için rahatsızlık verici olmalıdır. Elbette bu konuda yapıp ettikleriniz sadece haber ve istatistik paylaşmaktan ibaretse. Özellikle de yaşadığınız memlekette ülkeyi yöneten patronun toplu işçi ölümleri sonrası meseleyi bilerek ve isteyerek dinsel kavramlarla açıklaması söz konusu ise bir kez daha düşünmek gerekecektir.

Buraya kadar işçi ölümleri demeyi bilerek tercih ettik. İşçilerin ölümleri kendi döşeklerinde ve belli bir yaşın üzerinde olmuyorsa, hepimiz biliriz ki ya mesleki hastalık ya da “kaza” sonucudur. Bu hastalık ve kazaların da kendiliğinden ve işin gereği olmadığı aslında açıktır. Açık olmasına açıktır ama gelin görün ki anlatmak o kadar da kolay değildir.

Patronların aşırı kar hırsı nedeni ile üretimde giderek artırılan hız, işçilerin sağlığını ve hem iş sürecinin hem de işçinin güvenliğini tehdit ediyor. İşçilerin üretim sırasında karşı karşıya kaldıkları, metal ve kimyasal toz ve mineraller, kullandıkları makinelerin güvenliksiz ya da bakımsız olmaları meslek hastalıklarını ve işçi cinayetlerini “sıradan” hale getiriyor.

İş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu gerçekleşen işçi ölümleri ”iş”in talihsiz ve kaçınılmaz sonucu olarak görülüyor. Özellikle iş kazaları sonucu ölümler söz konusu olduğunda insanımız genel olarak şu görüşe sahiptir; bu kazada ölen işçinin ve işyerindeki diğer işçilerin gerekli önlemleri kendi sorumlulukları gereği alıp almadıkları sorgulanır ve hüküm verilir: baret bile takmamışlardır! Üstüne bir de şu söylenir; işçi zaten işin doğal parçası olan riskleri iş akdini yaparken kabul etmiştir.

Peki, ama neden hiç kimse üretime dair patronların ve devletin sorumluklarını sorgulamaz? Gerekli eğitimleri ve donanımı üretim maliyetini düşürmek için sağlamadıklarını görmez de niye işçiyi suçlamayı tercih eder? İşçi sağlığı ve iş/işçi güvenliği açısından iş yeri denetimlerini yapacak uzmanların bordroları neden patronların insafına ve denetim özel şirketlere bırakılmıştır? Her şey olup bittikten sonra yargısal süreçlerdeki saçmalıklar mevzuatla açıklanırken ülke insanından mantıklı sorular sormasını beklemek fazla ve gereksiz olacaktır. Çünkü 12 Eylül ve Özal sonrası bir de AKP dönemini yaşamış Türkiye insanı bu ideolojik bombardıman sonrası muhakeme yeteneğini yitirmiş durumdadır. Bu durum kendiliğinden yaşanmamıştır. İnsanların tercihi de değildir. Neredeyse patronların ve devletin zoru ile bu sonuç sermaye lehine elde edilmiştir.

Özellikle Anadolu illerinde namaz vaktini kaçıran işçinin işini kaybettiği düşünülecek olursa durum işçi sınıfı açısından karanlıktır. Neden işyerlerindeki müdürler ve patronlarla işçilerin ayrı camilere gittiklerini bile sorgulamaz bu memleketin işçileri? Yaşadıkları toplumun bir araya getirilemez iki ayrı sınıfı olduklarını bu örnekle vermek bile durumu aslında gayet iyi resmediyor. İş ve çalışma dediğimiz şey eğer patronların bir lütfu olarak görülüyorsa yapacak daha çok şey var demektir. Hele hele işçinin vergisini ve sosyal güvenlik kesintisini patronun sırtlandığını, cebinden verdiğini düşünen bir topluma sahipseniz yapacak işiniz artacak demektir.

Yaşanılan şey tam da ideolojik bir yenilgiden çıkamamanın sıkıntısıdır. Toplumun günlük hayatının ve pratiğinin dinsel kurallarla çepeçevre sarmalanması bu sonuçları doğallıkla sınıfın yaşantısına da dayatmaktadır. İşçi sınıfı hem iş yerinde hem de sendikal gündeminde bu cendereden çıkamamaktadır.

Ülkenin sözde patronu toplu işçi katliamlarını işin fıtratında görüyorsa verilecek cevap ve yapılacak iş bellidir. İşçilerin fıtratında örgütlülük, dayanışma ve mücadele vardır. İşyerlerinin dibinde biten mescit ve camiler yoktur. Daha fazla işçiyi mezara göndermek istemiyorsak kaza ya da ölüm değil cinayet demek zorundayız. Patronların ve devletin yükümlülüklerini ısrarla hatırlatmak zorundayız. Patronların kar hırsının karşısında muhakeme eden, haklarını, yasaları ve mevzuatı sorgulayan ve takipçisi olan bir işçi kitlesine ihtiyaç var. Temel görev, bu kitlenin nüvesini harekete geçirmektir.

 

 

DAHA FAZLA