Almanya geçtiğimiz hafta Pazar günü 2. Dünya Savaşı’ından sonra tarihinin en ilginç ve en tartışmalı geçen seçim sürecini geride bıraktı. Seçim akşamı sandıkların açılması ile beraber sonuçlar dikkat çeken tüm noktaları ile birlikte gündemi belirledi. Hatta deyim yerindeyse deprem etkisi yarattı. Bu depremin nedeni Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AFD) başarısıydı. 2013 yılında kurulan bu aşırı sağ parti, 2013’de girdiği ilk genel seçimlerde %4.7 oy alarak %5’lik seçim barajının altında kalmıştı. Son seçimlerde aldığı oy oranı ise %12,6 ve bu sonuçla parlamentoya 94 milletvekili gönderme hakkına sahip oldu. Pazar akşamından bugüne kadar geçen zaman zarfında Alman medyasının önde gelen yayın organları AFD’nin normal bir parti olmadığı hakkında hem fikir. Dört yıl gibi kısa bir sürede bu noktaya nasıl gelindiğini açıklamadan önce diğer partilerin oy oranlarına ve seçim sürecinde uygulamış oldukları stratejilere kısaca değinelim.
2013’de %41.5’luk oy oranı ile parlamentoya 311 vekil gönderen Angela Merkel’in genel başkanlığını yaptığı iktidarda yer alan CDU/CSU Partisi (Hristiyan Demokrat Birliği/Hristiyan Sosyal Birlik Partisi) son derece dramatik bir düşüşle %32.9 oy oranına ve 246 vekile geriledi. Bu düşüşte birkaç etken rol oynadı. Öncelikle Almanya’nın bütçe fazlası veren bir ülke olmasına rağmen paylaşımın kesinlikle adil bir biçimde yapılmadığı ve son yıllarda sosyal devlet prensiplerinin çalışanlar aleyhine artan bir ivme ile aşındırılmaya başlanması iktidar partisinin büyük oy oranı kaybında en önemli etken oldu. Seçim süresince katıldığı tartışma programlarında Merkel, Alman yurttaşlarını birincil derecede ilgilendirmekte olan sağlık hizmetleri, eğitim sorunları, emekli maaşları gibi sosyal konularda çok yetersiz ve yüzeysel açıklamalarda bulundu. Tartışma programlarını yöneten medya mensuplarının ise Merkel’i bu konular hakkında yeterince sıkıştırmamış olmaları özellikle sol eğilimli muhalif medyada çok tartışıldı. Oy kaybında rol oynayan diğer etken ise Merkel’in çok sayıda Suriyeli mültecinin Almanya’ya gelişini kabul etmesi oldu. Bu alana agresifçe ve seçmenin paranoyalarını ve korkularını alevlendirircesine ırkçı bir söylemle saldıran AFD, merkez sağ partiyi bu sayede yıpratmakta çok etkili oldu.
SOSYAL DEMOKRATLARIN OY KAYBI SÜRÜYOR
Martin Schulz liderliğinde seçimlere giren iktidar ortağı Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ise 2. Dünya Savaşı’ndan beri ulaştığı en düşük oyu alarak %25.7’den %20.5’e düştü ve parlamentoya 153 vekil gönderebildi. Böylece sosyal demokratlar 2002’den beri yaşamakta oldukları oy kaybını %18’e çıkarmış oldular. Kısaca değerlendirmek gerekirse SPD’nin gücünü kaybetmesinde başat rol oynayan etken, partinin sosyal demokrat değerlerden uzaklaşmış olması ve seçmenin bu yöndeki taleplerine cevap verememesi oldu. CDU/CSU ile girdiği koalisyonda değerlerine ters düşen birçok politikada sessiz kalması da seçmenin gözünden kaçmadı.
Alman siyasetini 2. Dünya Savaşı’ndan sonra biçimlendirmekte olan bu iki partinin dışında kalan diğer partilerden liberal sağcı Hür Demokratlar Partisi (FDP) 2013’de sosyal devleti radikal bir biçimde aşındırmak istediği için seçmen tarafından çok ağır cezalandırılarak %4.8’lik bir sonuçla parlamento dışında kalmıştı. 2017 seçimlerinde ise CDU/CSU’nun güçten düşmesinden faydalanıp, genç lideri Christian Lindner’in de katkısıyla oylarını %10.7’ye yükseltti. %8.9 oy ile yaklaşık aynı oranda kalan Yeşiller ise bir bakıma 2017 seçimlerinde istediğini elde edemeyen bir diğer parti oldu. Çevreciliklerinin yanında vergiler ve sosyal politika alanında sol siyaseti ihmal etmek istemeyen parti, bu çabasında yetersiz kaldı. Bunun yanında eş başkan Cem Özdemir’in CDU’nun finans bakanı Wolfgang Schäuble ile katıldığı bir programda koalisyon sinyalleri verircesine ılımlı ve eleştiriden uzak konuşması ağır eleştirilere neden olmuştu. Yeşillerin oy oranlarının sabit kalmasında bunun da etken olabileceği söylenebilir. Sandıktan üçüncü parti olarak çıkmayı hedefleyen Sarah Wagenknecht’in lideri olduğu Sol Parti ise oylarını %8.6’dan %9.2’ye çıkartmış olmasına rağmen hesaplarından çok uzakta kalarak AFD’nin basıncına yenik düştü. Sosyal yatırım politikalarını merkezine alarak bunları diğer partilerden daha fazla ve vurgulu savunan Sol Parti, AFD’nin seçmen nezdinde yarattığı korku duvarını aşamadı ya da aşmakta yetersiz kaldı.
'İSLAM'IN ALMANYA'DA YERİ YOK'
AFD ise girdiği ikinci genel seçimde barajı %12.6 ile aşması sonucunda parlamentoya 94 vekil gönderecek. Alman medyasının tümü AFD’nin normal bir parti olmadığı hakkında hem fikir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra demokratik temeller üzerinde kurulan ve bugüne kadar yaşanan zaman zarfında hukuk devleti normlarından sapmamaya özen gösteren ve inşa edilen yeni devlet sistemini CDU ve SPD gibi iki partili kolon üzerinde muhafaza etmiş olan Federal Almanya Cumhuriyeti, tarihinde ilk kez ana prensiplerini sorgulayan gerici, ırkçı ve Nazi geçmişine öykünen bir partinin başarısı ile karşı karşıya. Alexander Gauland’ın seçim sonrasında partisi adına yaptığı konuşma da AFD’ye ilişkin olan kaygıları perçinledi: “Merkel’i ve önümüze çıkan herkesi def edeceğiz. Ülkemizi bunların elinden geri alacağız.” Yabancı karşıtı olmasının yanında İslam’ın Almanya’da hiçbir şekilde yerinin olmadığını savunan AFD önümüzdeki dönemde özellikle ülkede yaşayan Türkler için ciddi sorunlar yaratacak potansiyele sahip bir parti. Bunun böyle olacağının işaretini veren Gauland, Türkiye kökenli sosyal demokrat siyasetçi Aydan Özoğuz hakkında “Onun yeri Anadolu’dur.” demişti.
İSTİKRARIN SEMBOLÜ ALMANYA'YI ZOR GÜNLER BEKLİYOR
Özetle belirtmek gerekirse seçimlerde Almanların sosyal politika taleplerine cevap vermeyen ya da bu talepleri yeteri kadar karşılayamayan partiler büyük oy kayıpları yaşarlarken, AFD gibi seçmenin korkularını kullanan, yabancı karşıtı, mülteci düşmanı aşırı sağcı ırkçı bir parti mevcut siyaset boşluğundan faydalanarak oy patlaması yaşamış oldu. Şayet düzen partileri bütçe fazlası veren bir ülkede paylaşımı yurttaşlar yararına dengeleyemezlerse AFD’nin kısa bir süre içinde oy oranını %20’nin üzerine çıkarıp, %30 bandına dayanacağını söylemek gayet mümkün olacaktır. Sonuç itibarıyla Avrupa’da istikrarın sembolü sayılan Almanya’yı önümüzdeki dönemde çok çetin, bir o kadar da karmaşık olaylara gebe bir dönem beklemekte.