Alp Hakan Güvenir yazdı | Bir seçim sonucu: Kasa kazandı

Alp Hakan Güvenir yazdı | Bir seçim sonucu: Kasa kazandı

“Bu işin hakkından gelelim ki, sandıktan kimin çıktığından bağımsız olarak, her zaman kasa kazanmasın. Daha doğrusu, dönemin önümüze çıkardığı görevlerin üstesinden hakkıyla gelebildiğimiz noktada, siyasetin kasanın asla kazanamayacağı bir zeminde de kurulabileceğini ve özgürlüğe ölümüne susamış yığınlar siyasetin özneleri haline geldiklerinde bütün oyunların nasıl bozulabileceğini bizzat yaşayarak, tekrar tecrübe edeceğiz.”

Alp Hakan Güvenir 

Seçmenin sandık yoluyla gönderdiği söylenen mesajı tercüme yoluyla tebliğ etmeye çalışan akıl hocaları bu seçimin ardından da konuşmaya başladı. Sanki karşımızda, sandığa gitmeden önce kafa kafaya verip, Bayburt'ta “Erdoğan'ı göğe çıkartıp diğerlerini ezelim ama Kırklareli'nde İnce'ye, Şırnak'ta Demirtaş'a yüklenip Erdoğan'a parmak sallayalım ki temkinli ve kucaklayıcı olması gerektiği mesajını gönderelim” diyerek oylarını kullanmış yeknesak bir seçmen topluluğu var. Sanki Bayburt, Rize, Gümüşhane, Çankırı, Aksaray seçmenleri sadece bu mesajı verebilme kaygısıyla başka bir aday yokmuşçasına Erdoğan'ı desteklemişler ve gerçekte çalışma alanlarına, yaşam alanlarına dair sorunları çok önemsiyorlar; hakları ile birlikte işçileri, hakları ile birlikte Kürtleri, hakları ile birlikte kadınları, hakları ile birlikte müslüman ve sünni olmayanları da kendilerinden ayırdetmeyip, kucaklayıp bağırlarına basmışlar.

Elbette geniş yığınların ülke ve siyaset gündemine dönük ilgilerinin yükseldiği, işçi sınıfından başlayarak toplumsal kesimlerle çalışma ve yaşam alanlarına dair sorunlar ve çözümler ekseninde bağ kurabilmenin olanaklarının göreceli olarak arttığı seçim dönemleri sınıf siyasetinin öznesi olma iddiası taşıyanlar için de son derece önemli. Bu manada sandığa giden yolda atılan adımların yanında, açılan sandıklarla ortaya çıkan sonuçları da doğru okumak önemli.

Dahası, seçimlere özellikle büyük beklentilerle yaklaşmış olanlar, “kazanan” ve “kaybeden” sorularına yanıt bulmak ve belki de yola devam edebilmek için üzerine basıp yükselebileceği bir “kazanım” bulup, değerlendirmelerini ve bundan sonraki yönelimini bu nirengi noktasını işaret ederek tarif etme ihtiyacı duyuyor. Yapalım biz de böylesi değerlendirmeler elbet. Bizler de “önümüzdeki maçlara” bakarken, siyasetimizi kuracağımız ve üzerine basıp yükselebileceğimiz mevzileri tespit edelim.  Fakat verili gerçekliğe meydan okuyan bir siyasetin bu gerçekliği altüst edebilmesinin yolunun da öncelikle gerçekçi değerlendirmelerle başlayacağını unutmadan yapalım bu işi.

Öncesindeki bütün devlet sansürü ve baskısı, devletle bütünleşmiş bir parti düzeninin akıl dışı noktalara uzanan yalan ve propaganda kampanyası, her türlü sandık hilesi bir yana, 24 Haziran seçim sonuçları ne gösterdi?

1. Hanedan çevresinde kümelenerek bütünleşmiş şer ittifakının toplumsal zemini çözülmemiş, rejim, sağ ve gerici karakter taşıyan toplumsal tabanını korumanın ötesinde genişletmiştir. Toplumsal desteğini oluşturan ve çevresinde kümelenen geniş yığınların kendileri gibi olmayanlara dönük güvensizliklerini, kültürel, siyasal ve insani korkularını yarattığı iç ve dış düşmanlarla büyüterek; toplumun geniş kesimlerini, bizzat kendisinin yarattığı ekonomik tehdidin kendisi gittiğinde karabasana dönüşeceğine inandırarak; maddi, ekonomik çıkarlar alanında yarattığı yağma ve sadaka olanağının, sırtını kaşıyan herkese az veya çok açılacağına dönük beklentiler yaratarak; toplumun verili kültürel ve siyasal değerlerinin en dip noktasında rejimin oluşturduğu bu blok, rejim tarafından kendisine yönelmiş her türlü tehdit karşısında kullanılabilecek bir sandık ve sokak gücüdür.

2. Rejimin toplumsal desteğini oluşturan bu bloklaşmanın, bu bloğun en geri eğilimlerini gözeten bir popülizmle ve bunları bu yolla kazanmayı hedefleyen devlet perver yaklaşımlarla çözülmeyeceğini görmek gerektiği gibi, hanedan zemininden beklenen çatlama ve ayrışmalarla zayıflatılıp dağıtılması da olanaksızdır.

3. Bütün bunların yanında, Erdoğan hanedanının istibdat düzeni karşısındaki muhalefet siyasetinin, bugünün gerçekliğinde, erişebileceği menzile eriştiğini, hitap alanının sınırlarına şu veya bu kayıtla ulaştığı da söylemek gerekiyor. Sandıklarda HDP ve CHP'ye, Demirtaş ve İnce'ye verilen oy desteğini, bu iki parti ile iki aday arasındaki oy geçişkenliğini, bu zemindeki radikal muhalefet arayışı olarak okumak, kendisini bu kanallar ile ifade eden gerçekliğin, devrimci, radikal muhalefetin günümüzdeki toplumsal zemini; sınıf siyasetinin kendisini kurabileceği ve sahici bir karşılık bulabileceği güncel ölçek olarak görmek gerekiyor.

4. Vatandaşların olduğu gibi işçi sınıfının da ülke ve siyaset gündemine dönük yükselen ilgisi; geniş yığınlarla çalışma ve yaşam alanlarına dair sorunlar ve çözüm yolları ekseninde bağ kurabilmenin olanaklarının göreceli olarak artması, seçim dönemlerini sınıf siyasetinin öznesi olma iddiası taşıyanlar için de önemli hale getiriyor. Ancak bu alanda kat edilebilecek mesafenin de bu zemindeki siyasetin hitap alanının ölçeğinin de değişken ve belirli sınırları bulunduğu görülmeli. Sonuçta, devrimci sınıf siyasetinin “seçmen” analizleri ve tercihleri ile değil, “sınıf” eksenli kurulabileceğini ve işçi sınıfının kendisini siyasetin öznesi olarak örgütleyebileceği bir zeminde ayaklarının üzerinde doğrulabileceğini akıldan çıkarmamak gerekiyor.

5. 24 Haziran seçimleri, 12 Eylül Anayasa Referandumu'ndan sonra en yüksek katılım oranının sağlandığı sandık oylaması oldu. Seçimin “adil” olmasını olanaksız kılan hilelerden, sansürden, kanun ve kolluk gücünün ölçüsüz biçimde kullanılmasından, kanunun yetmediği yerde fiili olarak rejimin gerçekleştirdiği saldırılardan yakınmayalım hiç. Kuralını ve egemenlerin kuralları diledikleri şekilde değiştirebileceklerini yahut bu kuralları rakip veya hasımlarını kuşatmak için kullanırken kendileri uymadan pervasızca davranabileceklerini bilerek, peşin peşin kabul ederek çıktık bu mindere. Devrimci siyasetin ve radikal muhalefetin güçleri, bütün bunlara karşın, pes etmemiş, sandıktan çıkardığı vekillerini Meclis’e gönderebilecekleri bir başarının öznesi olmayı başarmışlardır. Bu manada, seçimin kazananları arasındadır. Ancak öte yandan, seçimlerin gerçek kazananının kasa olduğunu bütün açıklığı ile görmek çok önemli. Bugün, seçimlere katılım oranına ve İnce'nin ikinci tura kalamamasının yarattığı büyük hayal kırıklığına bakıldığında, sadece düzen içi muhalefet güçlerinin değil, yığınların saflarındaki devrimci muhalefet ve siyaset arayışındaki unsurların da beklentilerini ve ümitlerini sandığa yükleyip sandıktan çıkacak sahici bir değişim beklentisine, o veya bu sebeple girdiklerini açık yüreklilikle ifade etmek gerekiyor. Bu durum, sisteme ve parlamenter demokrasiye dönük tükenmiş güvenleri ile sırtını dönmüş geniş yığınların da bir kez daha ümit ve beklentilerini sandığa yüklemelerine ve zaten son derece daralan hak ve özgürlükler alanında siyasetin tek mümkün zemini olarak seçimleri görmelerine, çalışma ve yaşam alanlarında kurulacak sahici siyasetin gerçek ancak bir o kadar zahmetli değişimleri mümkün kılabileceği gerçeğinden, “ne yaparsak yapalım olmuyor, bunları göndermek olanaksız” düşüncesi ve hissiyatı ile biraz daha uzaklaşmalarına sebep olmaktadır. Sadece hükümetten değil, bir bütün olarak sistemden ümidini kesen geniş yığınların, yaşamın gerçek alanlarında kucaklanamamasından ötürü seçim ve sandık siyaseti zemininde yüzlerini tekrar sisteme dönmüş olmaları, devrimci sınıf siyasetinin öznesi olma iddiası taşıyanların önümüzdeki dönemde çözmeleri gereken önemli bir sorundur. Bu durum, bugünün gerçekliğinde şu veya bu partinin yahut adayın ötesinde, sistemin kazanmış olduğu gerçeğinin de ifadesidir.

6. Sistem geniş yığınları büyük hile şüpheleri altında ve adaletsizlik haykırışları arasında da olsa sandığa yöneltmiş ve bu yolla kendisini tahkim etmiş oldu; bu doğru. Fakat emin olun, dün, bizleri çepeçevre kuşatan bir aydınlığın içinde yürümediğimiz gibi, bugün de dünden daha karanlık değil. Üstelik bizler, tam da bu topraklarda, tam da bu rejimin yarattığı karanlığın nasıl yırtılabileceğini çok da uzak olmayan bir vakitte yaşadık.

Sınıf siyasetinin dar koridorlarının ötesindeki zemininden bakıldığında, Gezi'nin, senelerdir baskılanmış ve kısıtlayıcı müdahalelerle korkutulmuş, sindirilmiş, geleceği ipotek altına alınmış, yatak odalarına kadar girilmiş geniş yığınların özgürlük arayışı olduğu kadar kapitalizmin yeni döneminde, bütün olarak doğanın ve kentlerdeki ortak yaşam alanlarının sermayeye yeniden değerlenme alanları olarak açılmasına ve sermayenin dolaysız biçimde ortak yaşam alanlarımızı işgal ederek genişlemesine dönük bir tahammülsüzlük ve itirazın da ifadesi olduğu söylenebilir. Özgürlükçü ve sermayenin insan hayatına, ortak yaşam alanlarına kasteden yönelimlerine karşı bir siyasetin, bu topraklarda da sokakta karşılığı fazlasıyla bulunuyor yani. Bu arayış ve dinamiği, emek-sermaye karşıtlığı ekseninde, sisteme ve düzen içi seçeneklere güvensizlik temelinde sermaye egemenliğine, sermayenin kendisine yönelik bir itiraz olarak örgütlemek, sınıf siyasetinin öznesi olma iddiası taşıyanların, başlıca görevleri arasındaydı. Bu görevin üstesinden gelebilmenin, bir yeni bakışı, bir yeniden örgütlenmeyi, yeni bir kuruluşu gerektirdiği, daha o günlerde ifade edilmişti. Bu görev hala önümüzde duruyor. Görevin yerine getirilebileceği yürüyüşü de menzile giden yolu da el birliği ile gerçek kılmak gerekiyor. Bu işin hakkından gelelim ki, sandıktan kimin çıktığından bağımsız olarak, her zaman kasa kazanmasın. Daha doğrusu, dönemin önümüze çıkardığı görevlerin üstesinden hakkıyla gelebildiğimiz noktada, siyasetin kasanın asla kazanamayacağı bir zeminde de kurulabileceğini ve özgürlüğe ölümüne susamış yığınlar siyasetin özneleri haline geldiklerinde bütün oyunların nasıl bozulabileceğini bizzat yaşayarak, tekrar tecrübe edeceğiz.

DAHA FAZLA