Altın, insanlık için gerekli mi?
Altın, yüzyıllardır insanlığın ilgisini çeken bir maden olagelmiştir. Hava ve sudan etkilenmemesi, kolay işlenmesi, doğal renk ve parlaklığı gibi nedenlerle takıların, süs nesnelerinin ve kutsal objelerin temel hammaddesi olmuştur.
Maden Mühendisi Mehmet Torun
“Altın; G.Afrika’da yerin altından çıkarılır, hırsızlığa ve kazaya karşı sınırsız önlemler alınarak Londra'ya, Paris'e ya da Newyork'a taşınır ve bu şehirlerde yine yerin altındaki çelik banka kasalarında saklanır. Böyle yapılacağına G.Afrika’da yerin altında bırakılsa hiç bir şey değişmeyecektir.”' (Bernard Russel )
Madencilik; temel insan ihtiyaçlarının karşılanması açısından, tarım sektörü ile birlikte en önemli iki ekonomik faaliyet alanından birisidir. Tarım sektörü ağırlıklı olarak insanoğlunun birincil ihtiyacı olan beslenme ihtiyacını karşılarken, yaşamı kolaylaştırmak için doğal kaynaklardan yararlanma çabası ile madencilik tarımın ardından en önemli ikinci ekonomik faaliyet alanı olarak ortaya çıkmıştır. Madenler; milyonlarca yılda oluşan, tüketildiğinde yerine konulamayan, hiçbir kişi ve zümrenin emeği olmadan oluşan, doğanın insanlığa sunduğu ortak değerlerdir. Gelecek kuşakların da hakkı olan madenlerin tüm insanlığın yararına plânlı ve rasyonel bir biçimde üretilmeleri zorunludur. Bu kaynaklardan biriside altın madenidir.
Altın, yüzyıllardır insanlığın ilgisini çeken bir maden olagelmiştir. Hava ve sudan etkilenmemesi, kolay işlenmesi, doğal renk ve parlaklığı gibi nedenlerle takıların, süs nesnelerinin ve kutsal objelerin temel hammaddesi olmuştur. Paranın değişim aracı olarak ortaya çıkması sonrasında para olarak kullanılmasıyla itibari değerinin sürekli artış gösterdiği bilinmektedir. Feodalizmin egemen olduğu dönemlerde kral hazinelerinde konak ve saraylarda sahne alan altın; kapitalist üretim ilişkilerinin başlangıç döneminde para piyasasının altına dayandırılması ile merkez bankalarının karanlık kasalarında hapsedilmiştir. Yenilip, içilmeyen doğal ortamda bozulmayan istenildiğinde kolaylıkla paraya dönüştürülen altın günümüzde de bir varlık belirtecidir.
Altın fiyatlarındaki yükselmeler, arama ve işletme teknolojilerindeki önemli gelişmeler bu madene ilgiyi daha da artırmış, çok düşük tenörlü rezervler ekonomik olmuş ve işletmeye alınmaya başlanmıştır. Günümüzde tonda 1 gram altının dahi işletildiği ortamda 3-5 ton altın için on binlerce ton toprağın siyanür ile yıkanması gerekmektedir. Zehirli bir kimyasal olan siyanür kullanımının olumsuz etkilerinin uzun yıllar devam etmesiyle yeraltı sularını kirlettiği ve asit-kaya drenajı ile uzun yıllar içinde denge oluşturmuş yapıları bozarak çok ciddi sağlık ve çevresel sorunlara yol açtığı bilinmektedir.
Altın işletmeciliğinde yeraltı madenciliği ya da açık işletme olarak temel iki yöntem söz konusudur ve işletme yöntemini rezervin yataklanması belirlemektedir. İkinci aşama altının nasıl kazanılacağıdır. Bunun için siyanür kullanılarak “tankta” ya da “yığında” özütleme (Bir çözücü içinde çözünen katı ya da sıvıdan bir maddenin çıkarılması) olarak iki temel yöntem vardır. Bu iki yöntemde kullanılan gerekli ekipman mukayese edildiğinde tankta özütlemede ilk yatırım ve işletme maliyetleri çok yüksek olup, yığında özütlemede gerekli olmayan pahalı ve işletme maliyeti yüksek makineler gerekmektedir. Bu nedenle; çoğu zaman cevher tankta özütlemeye uygun dahi olsa şirketler ilk yatırım ve işletme maliyetleri nedeniyle yığında özütlemeyi tercih etmektedir.
Tankta özütlemede altını alınmış atık barajlara gönderilmektedir. Tonda gram seviyesinde altın kazanımı nedeniyle sahada üretilen cevher miktarının tamamına yakını atık olarak kalmaktadır. Bu atıkların depolanması için çok büyük atık barajlarına gereksinim vardır. Atık barajları ne kadar sağlam, ne kadar depreme dayanıklı, ne kadar sızdırmaz yapılmışta olsa da, işletme faaliyeti sona erdiğinde bile varlığı her zaman potansiyel bir tehlikedir. Nitekim, değişik ülkelerde faaliyet esnasında ve sonrasında baraj yıkılmaları ile büyük can kayıpları ve çevresel felaketler yaşandığı bilinmektedir.
Yığında özütlemede, öğütülmüş maden cevherinden devasa yığınlar oluşturularak üzerine siyanür akıtılmaktadır. Siyanür yığından aşağıya doğru süzülürken altını çözeltiye almaktadır. Bu çözeltinin tabandan sızması altın kaybına neden olduğu için önlem alınsa da siyanürün üretim esnasında ya da daha sonrasında her zaman yeraltı sularına karışma olasılığı vardır. Kısaca, maden cevheri stoklanan alanın tamamı siyanürle kirletilmekte ve içinden altını alınmış siyanürlü yığınlar doğaya terk edilmektedir.
Küreselleşme, içinde yaşadığımız döneme damgasını vuran kapitalizmin çokuluslu şirketler aracılığıyla dünya boyutunda kurduğu ekonomik egemenliğin son aşamasıdır. Günümüz dünyasında çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) egemenlikleri her alanda katmerleşmiş olup güçlü sermaye yapılarıyla dünyayı istedikleri gibi şekillendirmekte, kendi öncelikleri doğrultusunda yönlendirmektedir. İnsanlığın gelişimi açısından oldukça önemli olan ve çağlara ismini veren madenlerin bugün belli başlı şirketler tarafından talan edilmesi ve sömürülmesi, kapitalist sistemin sonuçlarından birisidir. Bunların başında altın madenciliği gelmektedir. Dünyadaki altın üretiminin neredeyse tamamı ÇUŞ’lar (çok uluslu şirketler) tarafından yapılmaktadır. Bu üretimleri gerçekleştirmek ve daha fazla kâr elde etmek için her yolu mübah görmektedirler.
Dünyada bu güne kadar 190.000 ton altın üretilmiştir ve her yıl yaklaşık 3.500 ton altın üretilmektedir. Bu altının üretiminde önemli sayıda kadın ve çocuk işçi çalıştırılmaktadır. Teknoloji için kullanılan altın miktarı yılda yaklaşık 100-150 ton civarındadır. Teknoloji için kullanılacak yeteri kadar üretilmiş altın rezervi vardır. İnsani ihtiyaçlar için çok uzun yıllara yetecek altın stoku varken altın üretimi, söz konusu şirketlerin öncelikleri için yapılmaktadır. Tüm bunların sonucunda çevresel yıkımlar artmakta, canlıların sağlığı açısından ciddi sorunlar oluşmaktadır. Ayrıca gelecek kuşakların da hakkı olan ve tüm insanlığın ortak değeri olan doğal kaynaklar belli bir sermaye kesiminin çıkarı uğruna hızla tüketilmekte, yağmalanmaktadır.
SONUÇ:
Madenlerin, insanların refah seviyelerinin yükselmesi ve rahat yaşamaları için üretilmeleri zorunlu iken altın madeninde böyle bir durum söz konusu değildir. İnsanlık için, sanayinin gelişmesi için zorunlu bir maden değildir. İhtiyaç duyulacak altın, çok fazlasıyla stoklarda mevcuttur. Kapitalizmle birlikte piyasalarda yatırım yapılan bir alana dönüşen altın diğer şeylerin ölçülmesi için gerekli bir metale dönüşmüştür. Kapitalist sistemde yaşamsal ve gerçek ihtiyaçlardan farklı olarak sanal ihtiyaçlar öne çıkarılmakta ve toplum aşırı tüketime yöneltilmektedir. Bu duruma -hileli ihtiyaç- denilmektedir. Bu yönelim, değişik yöntemler uygulanarak topluma enjekte edilmekte sonuçta tüketim toplumu oluşturulmaktadır. Tüketim arttıkça üretimde buna koşut olarak artmaktadır. Tüketim ürünlerinin hammaddesi olan madenlerde bu döngüden etkilenmekte ve daha çok üretim gerçekleştirmek için doğaya daha fazla müdahale yapılmaktadır.
Altın üretimi; çok düşük tenörlü cevherlerin dahi üretilmesi için devasa toprak örtüsünün yok edilmesi, siyanür kullanımı sonucu yeraltı sularına ve doğal çevreye geri dönülemez zararlar vermektedir. Sonuçta altın üretilip götürülürken, geride verimsizleştirilmiş ve kimyasallarla kirletilmiş topraklarla, ormanları ve ağaçları kesilmiş çıplak alanlar bırakılmaktadır.
SONSÖZ:
Yüzyıllardır insanlığa acı ve gözyaşından başka bir şey vermeyen, insanlığın refahı ve gelişmesi için zorunlu bir maden olmayan, sanayide çok uzun yıllar kullanılacak kadar stok bulunan, üretildiği ülkelerin halklarının ekonomik ve sosyal yaşamlarına ciddi bir yararı olmayan sadece kirletilmiş bir çevre ve verimsiz topraklar bırakan, çok uluslu şirketler ile işbirlikçilerinin kasalarını doldurmaya yarayan altının (sarı bela) üretimi insanlık için zorunlu bir faaliyet değildir.