Amerikan hükümetinin korkulu rüyası: Kızıl Tehlike

Amerikan hükümetinin korkulu rüyası: Kızıl Tehlike

Çeviren: Şevval Türk

Kızıl Tehlike, 1940’ların sonu ve 1950’lerin başında yoğunlaşan, Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki Soğuk Savaş sırasında Amerika’daki komünistlerin tehlike oluşturduğu korkusuydu (Komünistler kızıl Sovyet bayrağına olan bağlılıklarından dolayı genellikle “Kızıllar” olarak adlandırılıyorlardı). Kızıl Tehlike, Amerikan hükümeti ve toplumunda bir dizi derin ve zorlu etkiye yol açtı. Federal hükümet çalışanları hükümete yeteri kadar bağlı olup olmadıkları saptanmak için analiz ediliyordu ve Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi ile ABD Senatörü Joseph R. McCarthy, hükümetteki ve Hollywood film sektöründeki “yıkıcı unsur” suçlamalarını soruşturuyordu. Kızıl Tehlike ile ilişkilendirilen korku ve baskı iklimi nihayet 1950’lerin sonunda hafiflemeye başladı.

İLK KIZIL TEHLİKE: 1917-1920

İlk Kızıl Tehlike, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle ortaya çıktı. Vladimir Lenin öncülüğündeki Bolşeviklerin 1917 Rus Devrimi, Romanov hanedanlığını devirdi, Komünist Parti’nin yükselişini başlattı ve dünya çapındaki Bolşevik ve anarşist korkusunun ilham kaynağı oldu.

Amerika’da, işçi grevleri yükselişteydi ve basın, bu olanlara Amerikan yaşam tarzını alaşağı etmeye çalışan göçmenlerin sebep olduğu algısını yaratıyordu. 1918’deki Tahrik Yasası, hükümeti eleştiren vatandaşları hedef alıp radikalleri ve sendika liderlerini sınır dışı etme tehdidiyle gözetim altına alıyordu.

1919 anarşist bombalamalarıyla korku şiddete dönüştü, kolluk kuvvetlerini ve hükümet yetkililerini hedef alan bombalı saldırılar gerçekleşti. Bombalar Boston, Cleveland, Philadelphia, Washington D.C. ve New York City şehirleri de dahil çok sayıda şehirde patladı.

İlk Kızıl Tehlike 1919 ve 1920’de Amerika Başsavcısı Alexander Mitchell Palmer’ın, solcu radikalleri ve anarşistleri hedef alan bir dizi şiddetli polis baskını olan Palmer Baskınları’nı emretmesiyle zirveye ulaştı. Bunlar “Kızıl Yaz” olarak bilinen bir kargaşa dönemini başlattı.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ KOMÜNİZM KAYGILARI

II. Dünya Savaşı'nın (1939-45) ardından, demokrat Birleşik Devletler ve komünist Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş olarak bilinen çoğunlukla siyasi ve ekonomik çatışmalara girdi. İki süper güç arasındaki yoğun rekabet, ABD’de ülke içindeki komünistlerin ve solcu sempatizanların aktif olarak Sovyet casusu olarak çalışabileceği ve ABD güvenliğine bir tehdit oluşturabileceği endişelerine yol açtı.

Bu tarz fikirler tamamen temelsiz değildi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB); özellikle II. Dünya Savaşı sırasında Amerika içerisinde, Amerikan vatandaşların da yardımıyla uzun süre casusluk faaliyetleri yürüttü. Soğuk Savaş’ın kızışmasıyla Sovyet etkisine duyulan endişe artınca, ABD liderleri harekete geçmeye karar verdi. 21 Mart 1947’de Başkan Harry S. Truman (1884-1972) hükümete yeterince sadık olup olmadıklarını belirlemek için tüm federal çalışanlarınincelenmesini zorunlu kılan, Sadakat Kararnamesi olarak da bilinen 9835. Başkanlık Kararnamesi’ni yayınladı. Truman’ın sadakat programı, bireysel özgürlük ve siyasi örgütlenme hakkından yana bir ülke için şaşırtıcı bir gelişmeydi. Fakat bu Kızıl Tehlike olarak bilinen anti-komünist histeri dönemi boyunca ortaya çıkan şaibeli eylemlerden sadece biriydi.

JOSEPH MCCARTHY VE AMERİKAN KARŞITI FAALİYETLERİ İZLEME KOMİTESİ

Komünist hareketleri araştırmaya yönelik öncü hareketlerden biri, 1938’de Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin (HUAC) kurulduğu ABD Temsilciler Meclisi’nde gerçekleşmiştir. HUAC’nin araştırmaları çoğunlukla federal hükümet içerisinde çalışan ya da Hollywood film sektöründe hizmet verenlere odaklanmış ve komite II. Dünya Savaşı’nın ardından Soğuk Savaş başladığında yeni bir ivme kazanmıştır. Stüdyolarına yönelik olumsuz propagandaların baskısı altında olan film yapımcıları, tıpkı diğer sektörlerde olduğu gibi şüpheli radikalleri istihdamdan meneden bir “Hollywood kara listesi” oluşturdu.

Başka bir kongre araştırmacısı, ABD Wisconsin Senatörü Joseph R. McCarthy (1908-57); anti-komünist mücadele ve aşırılıklarıyla en çok ilişkilendirilen kişi haline geldi. McCarthy, kendini Amerikan politikasının güçlü ve korkulan bir figürü olarak tanıtmak için söylentiler ve tehditler kullandı.McCarthy ünlüleri, aydınları ve kendi siyasi fikirlerine muhalefet eden herkesi ihanetle suçlayarak kurbanlarının çoğunun işini ve itibarını kaybetmesine yol açtı. McCarthy terörünün saltanatı 1954’te meslektaşlarının taktiklerini kınadığı Ordu-McCarthy Duruşmaları’na kadar sürdü. Ordu avukatı Joseph Welch, soruşturmalar sırasında McCarthy’ye meşhur “Sende hiç ahlak yok mu?” sorusunu yöneltmişti.

J. EDGAR HOOVER VE FBI

Federal Soruşturma Bürosu ya da bilinen adıyla FBI ve uzun dönem yöneticiliğini yapan J. Edgar Hoover (1895-1972,) birçok “komünist aktivite” araştırmasına yardım etti. Şiddetli bir anti-komünist olan Hoover, I. Dünya Savaşı'nı takip eden yıllardaki daha az yaygın Kızıl Tehlike’ninkilit oyuncularından biriydi. 1940’ların sonlarında yeni anti-komünist hareketlerin ortaya çıkmasıyla birlikte Hoover’ın ajansı, telefon dinleme, gözetleme ve solcu grupların sızması gerekçeleriyle bölücülük şüphesi altındaki kişilerle alakalı kapsamlı dosyalar hazırladı.

FBI tarafından elde edilen bilgiler, Amerikan Komünist Partisi’nin önde gelen 12 liderinin, hükümetin devrilmesini savundukları suçlamasıyla 1949’da hüküm giymesi de dahil olmak üzere pek çok üst düzey davada önemli rol oynadı. Dahası, Hoover’ın ajanları casusluktan hüküm giyen Julius Rosenberg (1918-53) ve karısı Ethel Rosenberg’e (1915-53) karşı davaları oluşturmaya yardımcı oldular. Rosenbergler davadan iki sene sonra idam edildi.

HİSTERİ VE ARTAN MUHAFAZAKARLIK

Uluslararası olaylar komünizme yönelik kamusal kaygıları artırıyordu. 1949’da Sovyetler Birliği başarılı bir nükleer bomba testi gerçekleştirdi ve Mao Zedong (1893-1976) liderliğinde komünist güçleri Çin’i kontrol altına aldı. Sonraki sene,Amerikan askerlerinin komünist destekli Kuzey Kore’yle çatıştığı Kore Savaşı (1950-53) başladı. Tüm dünyada komünizmin gelişimi, birçok Amerika vatandaşını ‘’Kızılların’’ ülkeleri için çok büyük bir tehlike teşkil ettiğine inandırmıştı. McCarthy ve Hoover gibi figürler bu ihtimali abartarak korkunun ateşini körüklemişlerdi.

Kızıl Tehlike şiddetlendikçe, politik iklim giderek muhafazakâr hale geldi. Her iki büyük partiden seçilmiş yetkililer, kendilerini sadık anti-komünistler olarak göstermeye çalıştılar ve çok az kişiradikallere zulmetmek için kullanılan şaibeli taktikleri eleştirmeye cesaret etti. Solcu gruplara katılım oranı, bu tür gruplara üyeliğin ciddi sonuçları olduğunun görülmesiyle azaldı ve siyasi solun muhalif sesleri pek çok önemli konuda sessizleşti. Örneğin adli meselelerde ifade özgürlüğü ve başka bazı yurttaşlık haklarına yönelik destek ciddi ölçüde azaldı. 1951 ABD Yüksek Mahkemesi'nin Dennis-ABD davası kararı bu eğilimin simgesi haline geldi; karara göre komünist olmakla suçlananların ifade özgürlükleri, eylemleri hükümet için açık ve mevcut bir tehlike arz ettiği için kısıtlanabilirdi.

KIZIL TEHLİKE ETKİSİ

Amerikalılar, Kızıl Tehlike’nin etkilerini kişisel seviyede de hissettiler, komünizm sempatizanı olduğu öne sürülen binlerce kişinin hayatları yıkıldı. Kolluk kuvvetleri tarafından takip edildiler, arkadaşları ve ailelerinden uzaklaştırıldılar ve işlerinden atıldılar. Sanıkların küçük bir kısmı hevesli devrimciler olsa da diğerleri yanlış iddiaların kurbanıydı ya da demokratik haklarını kullanarak bir siyasi partiye katılmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Korku ve baskı ikliminin 1950’lerin sonlarında azalmasına rağmen Kızıl Tehlike, sonraki onyıllarda gerçekleşen politik tartışmaları etkilemeye devam etti. Bu dönem çoğu zaman temelsiz korkuların yurttaşlık haklarını nasıl tehlikeye atabileceğinin bir örneği olarak gösteriliyor.

Kaynak: History

 

DAHA FAZLA