Asrın felaketi mi? Beceriksizlik mi?
Enkaz altında kalan hayallere olan borcumuz bu ülkeyi daha iyiye, aydınlığa taşımak.
Mehmet Torun
Öyle bir yere geldik ki
Hiçbir sokağın adı yok…
Cemal Süreya
Ülkemizin yaşadığı yıkımın üzerinden günler geçtikçe acı gerçekler daha net ortaya çıkmakta. Şimdilik 40 binin üzerinde ölü, yüz binlerce yaralı. Yiten canlar, sönen ocaklar, kaybolan umutlar, kararan hayaller. Bugünlerin gelişi ani olmadı. Her şey çok önceden belliydi. Bu kadar niteliksiz, vasıfsız, bilgisiz, rantı her şeyden çok önemseyen bir organizasyon tarafından yıllarca idare edilmenin sonucu bu.
Yönetenler, sorumluluklarını ve müdahale konusundaki başarısızlıklarını gizlemek için “yüzyılın/asrın felaketi” diyerek önlem alınamayacağı algısını topluma kabul ettirmeye çalışmakta. Aşırı merkeziyetçi, tek elden yönetilen sistem deprem anında çöktü. Arama kurtarma ekipleri, ekipmanları, yardım malzemeleri günlerce depremle yerle bir olmuş kentlere gönderilemedi. Oysa en kritik saatlerdi. Binlerce insanımız enkaz altından canlı kurtarılabilirdi.
Deprem, yağmur, kar, sel, fırtına insanın engelleyemeyeceği doğa olayları. Afet ise; doğa olaylarının neden olduğu yıkım, verdiği zararlar. Kısaca, doğa olayları bir olgu olsa da bu olayların afete dönüşmesini engellemek mümkün. Bunun tek yolu; aklı, bilimi rehber edinmek ve bu doğrultuda alınacak önlemleri önceden plânlamak ve uygulamak.
Anadolu coğrafyasının neredeyse tamamının bir deprem kuşağı üzerinde olduğu bilinen bir gerçek. Tarih boyunca yaşanan yıkımlar kayıtlarda, hafızalarda. Durum böyleyken bu gerçeklere uygun davranmak, önlemler alarak doğayla barışık yaşamak gerekmez mi?
Oysa yapılanlar tam tersi. Amik gölünün kurutulup önce tarım arazisi olarak talan edilmesi daha sonra yapılaşmaya açılması, böyle bir araziye havaalanı yapılması ne kadar akılcı? Elbistan ovasında tarım yapılması yerine binalarla doldurulması, üstelik bunların devlet eliyle TOKİ’ ler vasıtasıyla yapılması hangi akla hizmet.
Çarpık kentleşme, köylerin boşaltılması, sanayinin belli bölgelere yığılması, tarım arazilerinin yok edilerek yapılaşmaya açılması, doğaya gereksiz müdahaleler, dere yataklarına yerleşim izni verilmesi, sık sık çıkarılan imar afları. Ve tüm bu yanlışların üzerine binaların usulüne uygun yapılmaması. Bu tablonun sonucunu kestirmek için kâhin olmaya gerek yok.
Yaşananlar ranta dayalı tercihlerin acı sonuçları. Onların rant düzeni on binlerce insanımızın canını aldı. Ne yazık ki halkımız da bu tercihten dolayı sorumlu ve kabahatli. Günü kurtarma politikalarına, basit hesaplara, kısa yoldan köşe dönme heveslerine prim vermekte. Uzun vadeli çıkarlarını, çocuklarının torunlarının geleceğini hiç gündemine almamakta. Yönetenler de tüm bu zaafları kullanarak temsil ettikleri sınıfın çıkarlarını da korumak için bu hesapsız işleri, bu yanlışları fütursuzca hayata geçirmekte. Bunu yaparken dini, inançları sonuna kadar kullanmakta. Enkaz altındakilerin ölmeden selası okunmakta, sağ çıkarılanlar özel ekiplerce tekbirlerle karşılanmakta. Yaşatılanlar “kader plânı” olarak kamuoyuna sunulmakta.
Oysa bunlar kader değil. Japonya’da kader olmayan bizde neden kader olsun ki. Yaşanan depremin büyüklüğü de, şiddeti de yüksek. Ancak, dünyadaki daha büyük depremlerde ölümler daha az olmakta, yıkım daha hafif atlatılmakta. Bizde yıkımın afete dönüşmesi, oyunun kurallarına göre oynanmayışından. Bu konuda TMMOB, meslek odaları, sendikalar, bilim insanları sürekli uyarılar yapmakta ancak siyasi iktidar bunlara kulak tıkadığı gibi, bu örgütlere karşı cephe almakta. Enkaz altındakilerin “Devlet nerede?” feryadına hızla koşan fedakârca yardım etmeye çalışan halk ve gönüllü kuruluşlar “devleti aciz içinde göstermeye çalışmakla” suçlanmakta. Olması gerekenleri söyleyenler, “şimdi siyaset zamanı değil” denilerek tehdit edilmekte. 1999 depreminden sonra toplanan 38,4 milyar dolar deprem vergisiyle duble yollar, mega projeler yapıldı. Müteahhitlerini zengin ettiler. Yol yaptık diye oy toplarken kısa vadeli siyasi çıkarın ve rantın keyfini sürdüler. Bunları söyleyince bağırıyorlar: “şimdi siyaset zamanı değil.” Bu tür doğa olaylarına devlet adına müdahale etmesi gereken AFAD’ın bütçesi 8 milyar lira iken Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 36 milyar lira. Yani 4,5 kat fazlası. Böyle olunca acil müdahale zamanında yapılamıyor elbette.
Tüm bu olumsuzluklara karşın halkın dayanışma duygusu umutları yeşertti. Tek yürek olmuş milyonlarca güzel insan hayat için mücadele etmekte. Evlerini depremzedelere açanlar, ekmeğini aşını paylaşanlar, deprem bölgelerinde günlerce yardım için çırpınan gençler yaşanan acıları bir nebze olsun hafifletti.
Felaketin yaralarını sarmak ve tekrarını önlemek için acil sosyal politika önlemleri ile kamucu politikalara ihtiyaç var. Enkaz altında kalan hayallere olan borcumuz bu ülkeyi daha iyiye, aydınlığa taşımak. Depremde ortaya çıkan dayanışma; iktidara, bu rant ve yağma düzenine karşı büyütülmeli, insanca yaşam mücadelesi ilerletilmeli, aksi halde bu kısır döngüden kurtulmak zor. Ama her şeye rağmen yaşam varsa umut ta var.