Atom savaşı tehlikesi artıyor
ABD ve Rusya arasında süren füze yarışları, dünyayı bir nükleer savaş tehlikesiyle karşı karşıya getirmektedir. ABD'de Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında gerçek bir ayrışma olduğunu düşünmek ise yanılgıdır.
Makale: Bill Van Auken
Çeviri: Özer Erdin
Donald Trump geçen hafta sonu Rusya ile devam etmekte olan nükleer silahsızlanma anlaşmasından tek taraflı olarak çekileceklerine dair tehditler savurdu. Bunun üzerine Rusya da böyle bir adıma aynı şekilde karşılık vereceklerini ve anlaşmayı dikkate almayacaklarını bildirdikten sonra Washington’un Avrupalı Nato üyesi müttefikleri endişelerini dile getirirlerken, sözde muhalif Amerikalı Demokrat Parti konu hakkında suskun kalmayı tercih etti.
ABD’deki ara seçimlere iki hafta kala ister Demokrat ister Cumhuriyetçi olsun hiçbir aday, iki ülke arasındaki nükleer silahlanma ve buna bağlı olarak artan askeri gerginlikler üzerine kayda değer tek bir söz bile beyan etmedi. Buna ilaveten devleti yöneten siyasi hâkim sınıftan da olası bir reel ve akut nükleer savaş tehlikesine karşı halkı uyaran olmadı. Nükleer silahları sınırlandırmaya yönelik yapılmış olan INF Anlaşması 1987 yılında ABD Başkanı Ronald Reagan ve SSCB lideri Mihail Gorbaçov arasında imzalanmıştı.
Gorbaçov’un “Glasnost” ve “Prestroika” politikaları ise kapitalizmin yeniden inşasına temel teşkil etmiş ve nihayetinde SSCB’nin dağılmasına neden olmuştu. Söz konusu anlaşma ABD’ye ve Rusya’ya 500 ve 5500 kilometre menzile sahip yerden destekli konvansiyonel ve nükleer balistik füzelerin üretimini ve konuşlandırılmasını yasaklıyor. O zamanlar Moskova’nın epey taviz vermesine neden olan bu anlaşma, Gorbaçov’dan önceki Sovyet liderleri ve askeri yönetim tarafından daima reddedilmişti. Anlaşma uyarınca ABD’nin Avrupalı Nato ortaklarını hedef alan 1752 adet Sovyet füzesi imha edilmişti (SS-20 Tipi). Buna karşılık olarak ABD, Moskova’ya ve diğer Sovyet hedeflerine çevrili olan ve Rus füzelerine kıyasla daha tesirsiz 859 adet füzeyi etkisiz hale getirmişti (Pershing II Tipi).
Hatırlanacağı üzere ABD füzelerinin Avrupa’ya Soğuk Savaş esnasında konuşlandırılması bilhassa Almanya’da geniş çaplı kitlesel eylemlere neden olmuştu; çünkü ABD ve SSCB arasındaki nükleer silahlanma yarışında ortaya çıkacak bir savaşta Avrupa’nın ana savaş meydanına dönüşmesinden korkulmaktaydı. Bu tehlike, yıllar sonra ABD’nin ve Rusya’nın birbirlerine yönelttikleri suçlamalar nedeniyle yeniden akut hale gelerek, Avrupa’da huzursuzluğa yol açtı. Washington, Moskova’yı yeni orta menzilli nükleer füzeler geliştirmekle ve konuşlandırmakla suçlarken, Moskova bu suçlamayı kabul etmiyor.
Öte yandan olası bir savaş tehlikesi bu ayın başında oldukça belirgin hale geldi ve orta menzilli nükleer füzeler hakkındaki tartışmalar iki nükleer güç arasında doğrudan bir askeri çatışmaya sebebiyet verebilecek duruma geldi. Amerikalı Nato Elçisi Kay Bailey Hutchison, Brüksel’deki Nato ana karargâhında düzenlenen bir basın toplantısında Rusya’ya karşı caydırıcı bir askeri operasyon düzenleyebileceklerine dair tehditler savurdu. Hutchison, Moskova’nın füze geliştirmeye ve konuşlandırmaya devam etmesi halinde Pentagon’un bu füzeleri etkisiz hale getirmeye hazır olduğunu bildirdi.
Pentagon ise 2018 yılı için hazırlamış olduğu “Nuclear Posture Review” adlı dosyada yerden destekli konvansiyonel orta menzilli füze sistemlerinin geliştirilmesine zaten başladığını ilan etmiş oldu. Buna ilaveten Moskova da Doğu Avrupa’ya konuşlandırılmış olan füze savunma sistemlerinin kolaylıkla füze rampaları ile saldırı pozisyonuna sokulabileceklerini ileri sürüyor. Trump’ın tehditlerinden sonra Moskova, pazartesi günü bir çeşit teklif ve tehdit karışımından kurulu bir açıklama ile INF Anlaşması’nda yaşanan ortak sorunların görüşülebileceğini, ancak aksi takdirde ABD’nin yaratacağı her askeri gerileme, bizzat Rusya’nın yaratacağı yeni gerilimlerle karşılık verileceğini bildirdi. Kremlin sözcüsü Dmitri Peskow ise şu açıklamayı yaptı: ABD’nin konuya ilişkin olarak vereceği beyanatı dinleyeceğiz. Şayet ABD anlaşmadan geri çekilirse, kendi güvenlik önlemlerimizi almak için harekete geçeceğiz.
Soruna dair bir diğer açıklama da Amerikan Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’dan geldi. Bilindiği üzere Bolton, anlaşmanın feshini destekliyor ve sert bir Rus karşıtı olarak da öne çıkıyor. Önceden de Moskova’yı 2016 ABD başkanlık seçimlerine karışmakla suçlayan Bolton, pazartesi günü Rusya Güvenlik Konseyi’nden Nikolai Patruschew ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile buluştu. Salı günü için ise Başkan Putin ile yapılacak bir görüşmenin planlandığı öğrenildi.
Avrupa’nın Trump’ın tehditlerine karşı verdiği tepki ise büyük ölçüde olumsuz. Almanya Dış İşleri Bakanı Heiko Mass Trump’ın ifadelerini üzücü bulurken, Fransa Başkanı Emmanuel Macron pazar günü Trump ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Fransa Başkanlık Bürosu’ndan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi; “Başkan Macron, Avrupa’nın güvenliği ve Fransa’nın stratejik stabilizasyonu bakımından anlaşmanın önemini vurguladı.” İspanyol ve İtalyan hükümetleri de benzer açıklamalar da bulundular. Buna karşın Britanya Savunma Bakanı Gavin Williamson ülkesinin Washington’a bağlılığını teyit ederek, Büyük Britanya’nın mutlak bir kararlılık içinde Trump hükümetini desteklediğini belirtti.
Eğer Trump hükümeti gerçekten anlaşmadan geri çekilirse, bu zaten Nato içinde artmakta olan gerginlikleri daha da keskinleştirebilecektir. Hatta böyle bir gelişme Nato’nun dağılmasına yol açacağı gibi yeni bir Avrupa askeri ittifakının doğmasına da zemin hazırlayabilecektir.
Çin ise ABD’nin silahsızlanma anlaşmasına son vermeden önce iki kez düşünüp taşınmasını önerdi. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü şunları söyledi: “Elbette Çin’in anlaşma ile ilgili olduğunu düşünmek çok yanlış olur.” ABD’nin anlaşmadan çekilme kararının arkasında büyük ölçüde Çin’e karşı planlamakta olduğu bir savaşın hazırlıkları var. Çin, söz konusu anlaşmanın herhangi bir suretle ortağı olmadığı gibi önemli bir oranda yerden destekli konvansiyonel orta menzilli füzeler geliştiriyor ve bu sayede ABD’nin “Pivot to Asia” (küçük güçleri bölgesel büyük bir güce karşı örgütleyen ABD politikası) stratejisine karşı savunma kapasitesini de arttırmış oluyor. Pentagon ise, karşı önlem olarak INF Anlaşması uyarınca yasaklanmış olan bölgeye anlaşmayı iptal ederek nükleer başlıklı füzelerini konuşlandırmak istiyor. Trump’ın 20. yüzyılın en önemli anlaşmalarından biri olan INF’den geri çekilmek istemesine rağmen tüm ABD’ye mutlak bir suskunluk egemen. Söz konusu anlaşmadan geri çekilmenin sonucu, bu türden olan tüm anlaşmaların iptali anlamına gelebileceği gibi her an kullanıma hazır nükleer silahların bölgeye konuşlandırılmasının da önü açılacaktır. Amerikan ara seçimlerinde Trump’ın politikalarına karşı göstermelik olarak yarışacak Demokrat Parti, bu gelişmeler karşısında tamamen suskun kalmayı tercih ediyor. Senato’nun dışişleri kurulunda görevli olan Demokrat senatör Robert Menendez bu suskunluğun dışında kalan bir siyasetçi. Senatör Menendez ayrıca Trump hükümetini Rusya’ya karşı yeteri kadar saldırgan bir tutum almamakla suçlamıştı. Menendez pazartesi günü yaptığı bir açıklamada şu sözleri ifade etti: Şüphesiz ki, Rusya, INF Anlaşması’nın başarısız olmasından sorumludur. Ne var ki doğacak stratejik sonuçlar üzerine kapsamlı bir strateji geliştirmeden veya müttefiklerimiz ile konuyu görüşmeden bu anlaşmadan çekilmek, ABD’nin uzun vadeli güvenlik çıkarlarını tehdit edecektir.
Özetle, Demokratlar ABD’nin Rusya’ya karşı uygulamakta olduğu savaş politikasını ve Trump’ın Moskova’yı hedef alan tehditlerini destekliyorlar. Üstelik Demokratlar Trump’ın göreve gelişinden beri savaş politikasını teşvik etmeye de devam ettiler. Menendez ise, nükleer güç olan Rusya ile yaşanacak bir askeri çatışma için Trump hükümetinin kapsamlı bir strateji geliştirmesini talep ediyor. Bunun yanında Menendez, Amerikan Ordusu ve gizli servisi hakkında da endişelerini ifade ederek, Trump’ın kimseye danışmadan uygulamakta olduğu politikaların Avrupa’daki Nato ittifakını zayıflatacağını düşünüyor.
Amerika’da gerek ikili kapitalist parti sisteminde gerekse de ülkedeki tüm siyasal hakim sınıfta savaş karşıtı bir fraksiyon yok. Demokratlar ve Trump hükümeti arasındaki farklar ise taktiksel sorunlar ile sınırlı kalmakta ve ABD’nin küresel savaş politikasının kime, ne şekilde yöneltileceği konusunda ayrışmaktadır. Başka bir deyişle, Amerika’nın hâkim sınıfı olası bir nükleer savaş tehlikesine rağmen Rusya ile çatışmaya giden gelişmeleri desteklemektedir. Amerikan hâkim sınıfının ana hedefinde Ortadoğu’da ve Orta Asya’da yer alan enerji temini bölgelerinde kendisine engel olarak gördüğü Rusya Federasyonu’nu saf dışı bırakmak, nihayetinde boyunduruk altına almak ve bu sayede federasyon ülkelerini ABD emperyalizminin yarı sömürgelerine dönüştürmek vardır.
Buna ilaveten, Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti savaş ve tepki politikasını desteklerken, Amerikan işçi sınıfının bünyesinde güçlü bir savaş karşıtı eğilim mevcuttur. Buna karşın Amerikan hükümeti, ana akım medya ve büyük siyasi partiler küresel boyutta geniş çaplı bir yangına yol açacak reel bir nükleer savaş tehlikesini geniş halk yığınlarının gözünden kaçırmak istemektedirler.