İleri Görüş
Ne çok şey sığdı son 3 haftaya…
11 Ocak’ta 1128 akademisyenin imzasıyla “Bu Suça Ortak Olmayacağız?” bildirisi yayınlandığında muhtemelen kimse bu çapta bir etki beklemiyordu.
“Ey aydın müsveddeleri!” diye höyküren Cumhurbaşkanı…
“Gereği yapılacak” diyerek soruşturma talimatı veren YÖK…
YÖK’ün talimatıyla birlikte apar topar harekete geçip, kurumlarında çalışan akademisyenleri hedef gösteren Saray’ın rektörleri…
Sözleşmesi feshedilen ya da tehditler nedeniyle can havliyle Türkiye’yi terk eden yabancı akademisyenler…
Savcılık soruşturmaları ve gözaltılar…
Üniversiteye meydan okuyan muhtarlar…
İmzacıların ofislerinin kapısına konulan çarpı işaretleri…
Hocalarını tehdit etmekte beis görmeyen öğrenciler…
Sedat Peker’in “kan banyosu” fantezisi…
Hepsi ve daha fazlası oldu son 3 haftada.
10 EKİM'E MEYDAN OKUMA
Çok mu iç karartıcı?
Bir bakıma öyle. Bir bakıma, çünkü son 3 hafta bu kepazelikten ibaret kalmadı. Avukatlar, yayınevleri, sinemacılar, tiyatrocular, öğrenciler, yabancı akademisyenler, demokratik kitle örgütleri ve daha birçok kesim destek verdi akademisyenlere. Hepsinden önemlisi, tehditlerin ardından imza sayısı azalmak bir yana, neredeyse ikiye katlandı.
Alt tarafı bir imza diye düşünülmesin. İşsizlik, soruşturma, mobbing, ceza davaları, saldırı ve ölüm tehditleri vb. karşısında dik bir duruş gösteren Türkiyeli akademisyenler, genel olarak iyi bir sınav verdi. 10 Ekim’in, özellikle de 1 Kasım’ın sonrasında Saray’a karşı belki de en ciddi meydan okuma bu oldu.
11 Ocak’ın ardından yaşananların ayrıntılı bir dökümünü yapanlar, bu sürecin tarihini yazanlar çıkacaktır. Bu yöndeki çabaların, boğucu bir korku atmosferinin içinde akademiden yükselen sesin tarihsel değerinin altının kalınca çizilmediği takdirde eksik kalacağı unutulmamalıdır.
TAŞRA ÜNİVERSİTELERİNDEKİ ETKİ
Sürecin nasıl devam edeceğine ilişkin kesin tahminlerde bulunmak zor. Ancak şimdiden netleşen ve ivedilikle üzerinde durulması gereken noktalara değinmekte yarar var.
Can sıkıcı noktalardan başlayalım.
Sürecin taşra üniversitelerindeki seyrinin metropollerdeki gibi olmayacağını bilmek gerek. Metropollerde üniversite kültürünün gelişkinliğinin, solun sendikal ve siyasal ağırlığı ile görünürlüğünün, akademisyenlerin kampüsün dışına çıktıklarında nefes alabilecekleri ve destek bulabilecekleri kurumsallıkların ya da korunaklı alanların görece fazla ve etkin olması önemli bir avantaj. Ya bunlar yoksa?
Rektör ya da rektör yardımcısı içeri girince ayağa kalkmadığınız ya da rektör kantine gelince sigaranızı söndürmediğiniz için ayıplandığınız, Eğitim-Sen üyeliğinin (evet, sadece üyeliğinin!) mobbing gerekçesi olabildiği kurumlarda akademik özgürlükleri, üniversite olmanın gerekliliklerini tartışmak ne kadar mümkün olabilir ki? Bunlar bizzat tanık olduğum ya da sözüne güvendiğim dostlarımdan bildiğim örnekler.
Uluslararası dayanışma tüm imzacılara moral ve cesaret verdi. Peki, yabancı akademik çevrelerin tepkilerini aktardığınızda hal ve tavırlarında zerre kadar değişiklik olmayan yöneticiler ne olacak? Maaş güzel, ek ders ücreti tatlı, yukarıya yaranarak korunabilen idari görevlerden gelen idari güç ve ek gelir daha da tatlı… Kim takar uluslararası tepkiyi!
Bir dizi ilde can güvenliği tehlikeye düşen arkadaşlarımızı saymıyorum bile…
YERELLERDE KAMUOYU YARATALIM
Bu nedenle yerelliklerde kamuoyu yaratılması çok önemli. İmzacılara gönüllü destek veren avukatlar, kentin nabzını tutabilen isimlerle temas kurup sağlıklı aktarımlarda bulunan Eğitim-Sen temsilcileri, linç kampanyasına alet olmayı reddeden memur ve akademisyenler, iyi dileklerini ileterek hocalarına en güzel desteği sunan öğrenciler… Hepsi çok değerli ve çok belirleyici. Çünkü merkezi noktalarda işleyen süreç, taşraya her zaman doğrudan yansımıyor. İktidardan yer yer geri adım sinyalleri gelse bile düğmeye çoktan basılmış oluyor ve sürecin seyrini de sonucunu da yerelliklerdeki atmosfer ve güç dengeleri belirliyor. Ancak kimi yerelliklerde zaten var olan ilerici birikim ve bunların bu mücadele başlığında harekete geçirilmesi, kentlerdeki atmosferin akademisyenlerin lehine döndüğü örnekler de yaratabiliyor.
Basına büyük iş düşüyor. Çünkü uluslararası akademik camiayı umursamayan yöneticiler, kendileri hakkında yerel ve ulusal basında çıkan haberleri önemsiyorlar. Hem de sandığınızdan çok daha fazla…
ÜNİVERSİTE HAZİRANLAŞMALI
Bildirinin yayınlanmasıyla başlayan tartışmaların olası seyri ve imzacı akademisyenlerin Saray’ın gazabına karşı korunması kadar önemli olan bir nokta da buradan hareketle geliştirilecek öznel müdahale.
Tehditlerin ardından Saray’a karşı yan yana durmayı tercih eden akademisyenlerin bildirinin içeriğindeki zaafları bir kenara bırakarak gösterdikleri duruş çok önemli. İktidarın saldırganlığı da, saldırganlık karşısında biriken öfke ve dayanışma da 3 yıl kadar önce yaşadığımız görkemli günlerin arifesini hatırlatıyor.
Üniversite kurumuna esaslı bir saldırı yapıldı ve akademisyenler önemli bir direnç gösterdi. İmzacı akademisyenlerin şahsına dönük soruşturmalarla yetinilmeyeceği, geçmişte danışmanlık yaptıkları öğrencilerin de örgüt üyesi olup olmadığının araştırılacağı gibi aşağılık dedikoduların yayıldığı şu günlerde (Bunu ne yazık ki kulaklarımla duydum) üniversite Haziranlaşmalıdır.
Nasıl mı?
Dar anlamda dayanışmayla yetinmeden ilerici değerleri tavizsiz savunacak, cesareti elden bırakmayacak, ülkenin ve halkın gerçek sorunlarını gündemine alacak, bilime ve bilimsellik düşüncesine kıskançlıkla sahip çıkacak ve politik kimlik beyanının ötesinde derinliği, çalışkanlığı ve somut üretimleriyle öne çıkacak yeni bir damarı inşa etmek için harekete geçmeye ne dersiniz?