Behice Boran'sız 30 yıl
''Koşunca ırmaklar denize doğru hangi güç bu seli durdurabilir? Selam dünyanın ve Türkiye'nin aydınlık geleceğine...''
Türkiye'de toplumsal mücadelelerin yükseldiği, siyasi şiddet ve baskının artarak faşizmin tırmandığı yıllarda TİP ile tanıştım. Behice Boran adını ilk kez duyuyordum. Yıllar geçtikçe gördüm ki Türkiye ve dünya, BORAN diye bir yaşam coşkusuna şahittir.
Parti üyesi olup onu gördüğümde sosyalizmi, dünya ve yurt olaylarını anlatıyordu. Mitinglerde kürsüdeydi, kongrelerimizde konuşuyordu, yasaklı 1 Mayıs'ta sokaktaydı. Morg önünde yoldaşlarının cenazesini istiyordu. Soruşturma kovuşturma, o hep yargılanıyordu. Partimizin Şili ile dayanışma gecesinde marş ve şarkı söylüyordu. Sıkıyönetimde ifade veriyordu. Yine sosyalizmi anlatıyordu.
Onunla ilgili pek çok anı da duydum dostlarımızdan.
Bir keresinde Sadun hoca anlatmıştı. Bir toplantının sonrasında herkes ayağa kalkmış, omuz omuza bir çember oluşturarak türküler söylüyor. Bir ara Ruhi Su'dan da türkü söylenmeye başlanmış, gözyaşlarını tutamayanlar da varmış. İşte tam bu sırada, Behice hanımın ''türküyü yanlış söylüyorsunuz, şurasını uzatacaksınız '' diyerek hepsini susturmuş.
Sevgi Soysal da Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabında anlatır. O yaşta hapiste örgü dersleri aldığı, bir koğuş arkadaşının paslı makasıyla ak saçlarını küt bir biçimde modaya uygun olarak kestiği, mahkemeye çıkmadan önce saatlerce savunma hazırlığı yaptığını…
“Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksin? Hayatlarına bakarak. Bir insan, yaşadığı hayatın insanıdır. Doğru bulduğumuz fikirleri öyle benimsemiş, öyle içimize sindirmiş olmalıyız ki, bunlar davranışlarımızı biz farkında olmadan dahi etkilemeli, tayin etmeli, yönetmelidir. Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır.” (Behice Boran )
Behice hanım kendisinin de ifade ettiği gibi, yaşamı ve mücadelesi ile çağına yakışır olmanın simgesidir. Türkiye'nin çalkantılı tarihine baktığımızda, hele hele 1960'lı yıllardan bu yana geçen sürece eğildiğimizde onun adı bütün çarpıcılığı ile karşımıza çıkıyor.
Yaşamından kısa çizgilere değinecek olursak, direnç, inanç ve kararlılığın en seçkin, en parlak örneklerini verenlerden biri olduğunu görürüz ülkemizde.
Boran 1910 yılının 1 Mayıs'ında Bursa'da doğdu. Orta öğrenimini Arnavutköy Amerikan kız kolejinde tamamladı. Kazandığı bursla Michigan Üniversitesi'nde yüksek öğrenimini sürdürdü ve aynı üniversitede sosyoloji doktorası yaptı. ABD'den döndüğünde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sosyoloji kürsüsüne atandı. Üniversiteden ayrılmak zorunda kaldığında doçentti. Manisa köylerinde sosyal yapı araştırmalarını içeren ve getirdiği metodoloji ile uzun yıllar Türkiye'de tek kalan kitabı DTCF'deki hocalık döneminin ürünlerindendir.
Ankara'daki yaşamıyla birlikte toplumsal mücadelenin içinde de yer alan Boran, ülkenin tanınmış aydınlarıyla birlikte ''Yurt ve Dünya '', "Adımlar'' dergilerini çıkardı..
Aydınlık düşünceleri ve aydınlık kalemiyle zamanın siyasi iktidarının hışmına uğramakta gecikmedi.
Mücadelesi ve inancı barıştan yana olmak, gerçek demokrasiye inanmak ve işçi sınıfının saflarında yer almaktı. Behice hanım da seçimini bunlardan yana yaptı ve bu doğruların uğruna adadı yaşamını...
Ancak bizim gibi ülkelerde bu seçimleri yapan aydınları bekleyen kahırdır, acılardır.
Egemen sınıfların canavarlaştığı dönemlerde, Behice Boran da bu kahır ve acılardan payına düşeni bol bol aldı.
1950 Temmuz'unda Boran'ı Türkiye Barış Severler Cemiyeti'nin genel başkanı olarak görüyoruz. Dernek kısa ömürlü oldu. DP hükümetinin meclise danışmadan aldığı Kore'ye asker gönderme kararını protesto eden bildiriden dolayı kapatıldı. Boran ve arkadaşları 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ama Boran'ın barışseverliği, yaşamını adadığı bütün düşünceleri gibi bir ömür boyu sürecekti. Barış Derneği Onur kurulu üyesi ve 1980 den bu yana da Dünya Barış Konseyi üyesiydi.
Barış Severler Cemiyeti davasından kısa bir süre sonra ''51Tevkifatı'' diye anılan tutuklamalarda Boran da vardı. 6 ay tutuklu kalan Boran, askeri mahkemelerde ''delil yetersizliğinden dolayı beraat etti. Tek çocuğu olan Dursun Hatko'nun doğumu da bu döneme rastlar.
Daha sonraları onu 27 Mayıs sonrasının kendine özgü demokratik ortamında, 13 şubat 1961'de kurulan Türkiye İşçi Partisi'nin saflarında buluyoruz. Yıl 1962'dir ve partideki ilk görevi Bilim ve Araştırma Bürosu üyeliğidir. O tarihten itibaren partinin teorik içeriğini geliştirme çabalarının hemen hepsinin başında yer aldığı ve TİP'in sosyalist yapılanmasının mimarlarından olduğu bilinmektedir.
1964'de TİP'in İzmir'de yapılan 1. Kongresi'ne İstanbul delegesi olarak katılan Boran genel yönetim kurulu üyeliğine seçildi ve bu görevi aradaki bir yıl dışında sonuna kadar sürdü.
1965 seçimlerinde TİP Şanlıurfa milletvekili olarak meclise giren Boran, partisinin meclis grubunun dış politika ve milli savunma sözcüsü oldu. TİP'in NATO üsleri, bağımsız dış politika, yurt savunmasına ilşkin görüşlerinin oluşturularak, kamuoyuna duyurulmasında ve maledilmesinde gösterdiği başarıda onun meclis içi ve dışı çalışmalarının büyük katkısı olduğu gözlenmekteydi.
Behice hanım 1970 yılında yapılan 4. Büyük Kongre'de TİP Genel Başkanlığına getirildi ve o tarihten sonra da o görevde kaldı.
12 Mart 1971 de arkadaşları ile birlikte tutuklandı. Mahkeme huzurunda, düşüncelerini herhangi bir ödün vermeksizin ve onurla savunduğu bilinmektedir. Sonuçta 15 yıl hapis cezasına mahkum olan Boran ve arkadaşları 1974 Af Yasası ile hapisten çıktılar.
Partisini 12 Mart'tan sonra yeniden örgütleyen ve siyasi mücadeleyi sürdüren Boran, bu defa da 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandı, yargılandı. TİP yeniden kapatıldı, Behice Boran da kısa bir gözaltından sonra yurtdışına çıktı. Haziran 1981'de yurda dön çağrısına uymadığı gerekçesiyle Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Behice hanım hapisanelerden, yurt dışındaki sürgün yaşamına kadar ne denli çetin koşullar varsa hepsini gördü ve hemen herkese örnek olacak biçimde göğüslemesini bildi, direndi.
Direnmek, düşmana inat direnmek, Behice Boran'ın kişiliğinin en çarpıcı yanlarından biridir. Hepimizin saygısını kazanan asıl niteliği sosyalizme olan bağlılığı, bu uğurdaki özverisi ve savaşımcılığıdır. Türkiye işçi sınıfı onu hiç unutmadı.
Ve o Türkiye'nin yüzyılı aşkın aydınlanma mücadelesinin katıksız 50 yıllık bayrak yarışını koştuktan sonra dünyanın ve Türkiye'nin aydınlık emeğine ve geleceğine selam ve miras bırakarak 10 Ekim 1987'de aramızdan ayrıldı.