Beş maddede sağlıkta gericileşme

Hande Arpat - İleri Görüş

AKP, iktidara geldiğinden bu yana toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi hizmet sektöründe de Sünni İslam referansları ile biçimlenen gericileştirme programına hız kesmeden devam ediyor. Bu gericileştirme programının, özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerine ve bu hizmetlerin çıktılarına uzun vadede verdiği zarar kaygı verici boyutlara ulaşmış durumda.

Kamu hizmetleri söz konusu olduğunda, dinci gericiliğe kontrolsüz piyasalaştırma ve rantın eşlik ettiğini vurgulamadan geçmeyelim; sağlıkta bunun adı “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)”. AKP iktidarı sağlığı, hizmet sunumundan malzeme tedariğine, sağlık kurumları arazilerinden tıbbi atıklara kadar her basamağında kamu-özel ortaklığı ile ranta açmış durumda. Bu rantın özel sektör ayağı da AKP’nin dinci gerici sağlık modelini itiraz etmeden uygular görünüyor.

Bunun yanında, sağlık hizmetlerinde dinci gericileşmenin en ciddi mağdurlarının kadınlar ve LGBTİ bireyler olduğunun da altını çizelim. Gericiliğin şaha kalktığı sağlık eğitim ve sisteminde LGBTİ bireylerin muayene olma hakkı dahi ihlal edilebiliyor.

2002 yılından bu yana sağlıkta gericileşmenin öne çıkan başlıkları şu şekilde:

1. Üreme sağlığı hizmetleri

Kamuoyunun en çok kürtaj başlığında gündeminde olan üreme sağlığı hizmetleri, AKP iktidarında belirgin darbe aldı. Gerek iktidar temsilcilerinin söylemleri gerekse üreme sağlığını dışlayan sağlık politikaları nedeniyle gelinen nokta, parası olan kadınların üreme sağlığı yöntemlerine ‘kısmen’ ulaşabildiği, yoksul emekçi kadınların ise bu hizmetten yoksun olduğu bir tablo.

Dinci gerici argümanlarla engellenen kürtaj hakkına erişim sorununa en çarpıcı örnek Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın araştırması oldu. İstanbul’da tüm kamu ve özel sağlık kurumlarının telefonla aranarak “Kurumunuzda kürtaj yapıyor musunuz?” sorusunun sorulduğu araştırmanın sonuçları oldukça hazin; İstanbul’da dahi kamu ve özel sağlık kurumları fiilen kürtaj yapmıyor. Bunun yanında, isteğe bağlı kürtaj yapılan merkezlerse hastanın bilgilerini “isteğe bağlı kürtaj” olarak girmeyip, gerçek olmayan tıbbi gerekçelerle kayıt tutuyorlar. Buna göre, Türkiye’nin ilgili verilerinin de güvenilir olduğu söylenemez.

Herhangi bir tıp veya sağlık eğitimi olmayan iktidar temsilcilerinin şu sözleri ise, isteğe göre kürtajın neden uygulanmadığına ışık tutuyor:

* “Sezaryenle doğumlara karşı olan bir başbakanım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum.”

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Mayıs 2012

* “Tecavüze uğrayan doğursun, çocuğa devlet bakar.”

Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Temmuz 2012

* “Üniversite öğrencilerinin kürtaj başvurusundaki patlamasını görmezden mi geleceğiz!”

Dönemin Sağlık Bakanlığı Müşaviri Doktor Ahmet Özdinç, 2013

Diyanet İşleri Bakanlığı’nın 2016 takviminde 30 Aralık günü için ayrılan “Kürtaj yapmanın ve yaptırmanın dini hükmü nedir?” başlıklı fetvada ise kürtaj yine “cinayet” olarak tanımlanıyor. Fetvada, mecburi nedenlerle kürtaj yaptıran kadının da 5 deve ya da 212 gram altın (Yaklaşık 21 bin TL) bağışlaması şartı konuluyor.

Aile Sağlığı Merkezlerinden (ASM) veya Toplum Sağlığı Merkezlerinden (TSM) ücretsiz olarak temin edilebilmesi gereken kondom gibi üreme sağlığı araçları ise fiilen temin edilemiyor. Çünkü devlet bu merkezlere yeterli miktarda üreme sağlığı aracı göndermiyor, yine bu araçların gönderimlerinin sürekliliğini de sağlayamıyor. Böylece hem istenmeyen gebeliklerin oluşmasına engel olunmuyor, hem de istenmeyen bir gebelik oluştuğunda bu gebeliğin tahliyesi engelleniyor. Üstelik bu engel, zorla gebe bırakılan tecavüz mağduru kadınlar için dahi kaldırılmıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Aile Olmak başlıklı etkinliğinde yaptığı ve üç-beş çocuk nasihatini yinelediği konuşmasında “Milletimizi doğum kontrolü ile kısırlaştırıyor” sözleri tüm bu engellerin zeminini açıklar mahiyette.

2. Gericileştirmenin kıskacında sağlık kurumları ve ayrımcılık

Sağlık hizmetlerinin dinci gerici referanslarla yeniden yapılandırılmasından sağlık kurumları da nasibini aldı. Ocak 2013’te İzmir Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi, hastanede üstelik de yalnızca kadınlara Kuran kursu verilmesiyle gündeme geldi. Ağustos 2015’te ise Ankara Yıldırım Beyazıt Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Sanatoryum Hastanesi’nde, hastane yönetimlerinin aldığı kararla, hekim ve hasta odalarına kıble yönünü gösteren işaretler ile seccade koyulduğu, Kuran’ı Kerim ve ''Peygamberin Hayatı’’ kitabının dağıtıldığı ortaya çıktı.

Sağlık hizmet ve kurumlarında İslamcı gericilik, pek çok kez ayrımcılık ve insan hakları ihlali boyutuyla da gündeme geldi. Bu ayrımcılık ve ihlaller ise görevde yükseltmelerle ödüllendirildi; Şişli Etfal Çocuk Hastanesi'nde ameliyat etmekte olduğu 3.5 yaşındaki çocuk hastayı ameliyat masasında bırakıp iftarını açmaya giden ve çocuğun 20 dakika daha fazla gereksiz genel anestezi almasına neden olan Ali İhsan Dokucu, Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanı olarak atandı.

Erkek hastalara bakmayan türbanlı kadın hekimler, trans bireylere bakmayı reddeden türbanlı kadın hastalıkları ve doğum uzmanları, ateizmi bir hastalık olarak tanımlayıp bu “hastalık” için sünni islam yönelimli tanı ve tedavi kriterlerini öneren akademik makaleler, açılışı Emine Erdoğan ve Sare Davutoğlu tarafından yapılan Tıbb-i Nebevi Kongreleri ise yine bu dönemin öne çıkan başlıkları oldu.

3. Süt bankası

İlgili Avrupa Birliği fonları gereğince 2013 yılında hayata geçirilmesi planlanan Süt Bankası uygulamasına karşı dinci gerici tepkiler hızla ana akım medyada servis edilir oldu. Anne Sütü Bankası Projesine ilişkin tartışmalar, bilim, halk sağlığı ya da ulaşılabilirlik bağlamından uzak, bilim dışı bir gericilik zemininde yürütüldü. AKP’liler öğretim üyesiyle, imamıyla, vekiliyle, yandaş medyasıyla bu tartışmalara örgütlü bir biçimde yön verirken, Hüda-Par ve Saadet Partisi de “Anne Sütü Bankası Haramdır!” dövizleriyle sokaktalardı. Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hamdi Döndüren Yeni Akit’e verdiği demeçte, “Dinimize göre bir Müslüman ancak ehli kitap olan annelerin sütünü içebilir. Çocuğunuza sütü verilecek annenin neye inanıp inanmadığını nasıl tespit edeceksiniz? Süt veren annenin semavi dinlere inanması gerekir. Süt bankasında ateist, komünist veya inanmayan annelerin sütünü nasıl tespit edeceksiniz?” diyordu.

Çok geçmeden anne sütü bankası projesi süresiz olarak rafa kaldırıldı.

4. Helal kan ve ilaç üretiminden aşı karşıtlığına

Helal kan ve ilaç üretimi, ilk olarak 2013 yılında dönemin Kızılay Başkanı Ahmet Lütfi Akar’ın Türk insanından alınacak “helal kan”dan “milli ilaç” üretecekleri ve bu ilaçların daha şifalı olduğunu açıklamasıyla gündeme geldi. Bu tartışma çok geçmeden, tüm dünyada gericilikle kol kola olan aşı karşıtlığına evrildi. Kısa süre içinde, içinde domuz kanı bulunduğu ve dolayısıyla haram olduğu gerekçesiyle çocuğuna aşı yaptırmayı reddeden sarıklı ve kara çarşaflı ebeveynlerin fotoğrafları ana akım medyada yerini aldı.

Geçtiğimiz aylarda ise Anayasa Mahkemesi, ebeveynlerin çocuklarına aşı yaptırmamayı tercih edebileceğine, bunun bireysel haklar kapsamında olduğuna dair bir karar verdi. Günümüzde üç milyonu aşan yeni göçmen ve sığınmacı nüfusu ile dünyada en çok göç alan ülke konumunda olan Türkiye’de aşı yaptırmamanın önünü açan karar ve söylemlerin toplum sağlığı açısından geri dönüşsüz riskleri ise ne yazık ki dikkate alınmıyor.

5. Alternatif tıp uygulamaları

SDP ile birlikte büyük oranda özelleştirilen sağlık sistemi, gericiliğin de büyük payı ile bilim dışılığa teslim edilmek isteniyor. Alternatif tıp adı verilen ve büyük kısmının bilimsel yeterliliği şaibeli olan uygulamalar tam olarak piyasalaşmanın ve gericileştirmenin kesişim kümesine oturuyor.

Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) sülük tedavisi, homeopati gibi uygulamalar tıbbi gerekçeler ve uygulama alanlarının da tanımlanması, toplum sağlığı bakımından ciddi kaygılar uyandırıyor. Bunun yanında, yandaşların akademik kadrolara yerleştirilmesi için sıkça “Hidroterapi alanında sertifika sahibi olmak” gibi kriterler belirtiliyor.

DAHA FAZLA