Davutoğlu genelde böyle durumlarda aynı taktiği izliyor; basın yoluyla eleştiriyor. Muhatap yanındayken ise “öneriler”de bulunuyor. “Meseleyi bütünlüğüyle ele alalım, daha geniş almak gerekiyor, siz ülkenizde bunlara izin verir misiniz, keşke görüşmeleri her kesimle yapsaydı” diye özetlenebilecek ifadeler kullandı ortak basın toplantısında. Yine de ağır eleştirilere verdikleri yanıt oldukça düşük perdeden ve kısık sesli. Bu da bir zorunluluk; bir yandan AKP’nin özellikle 7 Haziran’dan sonra inşasına giriştiği “milli ittifak” siyasetinin harcını sağlam tutması için yanıt vermesi; diğer yandan ABD ile “stratejik ortaklık” ilişkisini sürdürmesi için eleştirileri düşük perdeden görmesi gerek. Ama Biden gittikten sonra “muhalifler”le yaptığı görüşmeler ve AKP’ye yönelttiği eleştiriler konusunda yeni bir “vatana ihanet” söyleminin gazeteciler, akademisyenler için devreye sokulabileceğini düşünebiliriz. “Milli ittifak” sonuçta ABD’den azar işitti; Biden bir sömürge valisi gibiydi; iç kamuoyunda-siyasette bunu dengeleyecek ya da daha doğru ifadeyle telafi edecek yeni bir “milli konsolidasyon” saldırısı, hamlesi gelecek diye tahmin ediyorum Saray cephesinden; ilk muhtarlar toplantısında öğreniriz. Benim tahminim; ABD’nin PYD tutumu üzerinden Türkiye’de kendi etrafında toparlanan milliyetçi cepheyi daha da pekiştirecek bir pozisyon belirlemeleri; “bakın biz sadece PKK ile değil, ABD ile mücadele ediyoruz bu meselede” alt mesajının daha da işleneceği; sahte bir “anti-emperyalizm” masalı eşliğinde Suriye ve Irak’taki Yeni Osmanlıcı maceracılığa mazeretler üretileceği bir dönemi de beraberinde getirir bu yine.
AKP POZİSYONUNU SUUD-İRAN HATTINDA GÜNCELLİYOR
Biden'ın gelişi AKP-ABD ilişkileri açısından ne anlama geliyor?
ABD’nin pozisyonu ile AKP’nin pozisyonu açısından öncelikli gündem maddesi Suriye’nin geleceği ve uzun süredir stratejik olmasa da taktik farklar bu noktada yoğunlaşıyor. Bu noktada birkaç önemli gelişme var: Birincisi Viyana’da Rusya cephesinin masadan istediğini eksiğiyle gediğiyle alarak kalkması; yani Suriye’de öncelikli-temel sorunu Esad Rejimi olmaktan çıkarıp IŞİD haline getiren bir mutabakat ve buna uygun olarak müzakerelerin başlaması. İkincisi, İran’la Batı anlaşması, dolayısıyla İran’a dönük ambargo siyasetinin öyle veya böyle bitmesi. Ve şimdi de Cenevre’de Suriye için barış görüşmelerinin başlayacak olması. Bütün bu tablo; Batı ile İran-Rusya hattı arasında yeni bir denge siyasetine işaret ediyor. Fakat bu noktada ABD’nin Ortadoğu siyasetinin temel mantığının daima “tavşana kaç, tazıya tut” olduğunu unutmayalım. Örnek verelim; Biden Türkiye’deyken Kerry de Suudi Arabistan’daydı ve IŞİD karşıtı yeni Sünni cephenin rolü hakkında görüşmeler yapıyordu. Bu cephenin temel “düşman” algısında merkezi aktör hâlâ İran’dır ve İsrail’le temel uzlaşı noktası da burası. Ortadoğu’da Sünni cephe siyasetinde önderlik açık şekilde Suud’un elinde ve AKP buna uyumlu olarak, Rusya ile ilişkilerin kopmasının ardından bir güncelleme yaptı ve İsrail’le ilişkileri yeniden başlatma kararı aldı. Böyle bakarsak; AKP’nin pozisyonunu Suud-İsrail hattında güncellediğini söyleyebiliriz. Bunun kısa vadede yansımaları olmayacak; ancak ABD başkanlık seçimleri sonrasında etkilerini göreceğimizi öngörebiliriz.
Fakat diğer yandan bana kalırsa Biden’ın içerideki temaslarının gölgesinde kalan bir açıklama var Suriye siyasetiyle ilgili. Bu da Biden’ın yaptığı ve ABD basınının asıl öne çıkardığı “geçiş süreci, yani siyasal seçenek başarılı olmazsa ABD ve Türkiye Suriye’de askeri seçeneğe hazır” açıklaması. Bu açıklamanın bir yandan barış görüşmelerinin üzerinde “anlaşma çıkmazsa daha kötüsü olur” sopası olduğunu düşünebiliriz; ancak iki ülke adına bu açıklamanın yapılmış olması kritik. Şöyle düşünelim; gördüğüm kadarıyla Suriye’de bir çözümün önünde AKP’nin Suriye siyaseti hala geciktirici bir engel olarak değerlendiriliyor ABD kanadında. Biden bu konuda daha önce doğrudan “IŞİD’e sevkiyatı kimin yaptığını biliyoruz” açıklamasına kadar götürmüştü işi. Tesadüfen yapılmaz böyle açıklamalar; “benim elimde bunlar var” demektir; “müzakere” öncesi hizalama taktiğidir. Böyle bakarsak, evet Biden “IŞİD’le mücadelede Türkiye’nin üsleri açması, aktif destek sağlaması sayesinde önemli ilerleme kaydettik” diyor; fakat Suriye’de bir siyasi çözümün önünde hâlâ Türkiye’nin hamlelerinin engel olduğu da değerlendiriliyor. Birincisi IŞİD karşıtı mücadelede Rusya uçağının düşürülmesi; ikincisi AKP’nin hala tüm stratejik önceliklerini IŞİD’e değil, Esad’a karşıtlık üzerinden belirlemesi; üçüncüsü bu ikinci nedene bağlı olarak PYD’yi karşı cepheye konumlandırması; dördüncüsü Başika’da olduğu gibi, Batı ile İran arasındaki yumuşamaya karşı bir kama siyaseti güdülmesi. Yani Irak’a karşı bir mezhep siyaseti dayatılması. Ya da mezhepçilik görünümlü bir jeopolitik kutuplaşma siyaseti izlenmesi. Bu noktada AKP’nin Rus uçağını düşürmekle ve Başika ile yapmak istediği şeyi şöyle özetlemek mümkün: “Batı, Viyana’da Rusya ve İran tezlerine yaklaştı; bu yakınlaşmayı Batı ittifakı adına bozacak inisiyatifler geliştirmezsem manevra alanım tamamen tükenecek”. AKP’nin yeni gelişmeleri böyle okuduğunu ve Rusya-İran-Irak hattına doğru düşman cephesini bu temelde derinleştirerek genişlettiğini düşünebiliriz.
AKP'NİN 'TERÖR' CAMBAZLIĞI
Bu noktada büyük bir değişiklik olmadığı ortada. Öncelikler açısından, taktik farklar var AKP ile ABD arasında. ABD IŞİD’e karşı mücadelede PYD’yi müttefik görüyor; aynı şekilde özellikle uçak düşürme olayından beri Rusya da artan oranda PYD’yi müttefik olarak değerlendiriyor. Kamışlı’ya gelen Rus askerlerini böyle değerlendirmek mümkün. Dolayısıyla ABD-Rusya hattından bakarsak, yeni Suriye mutabakatında her iki tarafın da ortak gördüğü, müttefik olarak çalışabildiği neredeyse tek güç haline geldi PYD. ABD bu nedenle PKK terör örgütüdür derken; Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan PYD güçleriyle ilgili de aynı yönde bir açıklama yapılması talebini sessizce reddediyor; Biden da böyle yaptı. Bu da öncelik farklılığıyla ilgili. Dikkat ederseniz AKP PYD’nin Cenevre’ye çağrılmaması için basınç uygularken bunu “onlar Esad’a karşı savaşmıyor, Esad’ın müttefiki, dolayısıyla muhalif değil, masada olamazlar” teziyle ifade etti. Yani burada PYD’ye bakış PYD’nin “terör”le ilişkisi değil; IŞİD’e bağlı olduğu ileri sürülen militanlar ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye girip Suruç’ta, Ankara’da, Sultanahmet’te bombalar patlatıyor; mesele “terörle mücadele”yse bunları da engellesinler. Burada AKP’nin “terör” söylemi üzerinden yine hem içeride hem dışarıda kendi siyasal önceliklerine göre tercihler geliştirdiğini görüyoruz; dolayısıyla “terör” söyleminin içi AKP’nin konjonktürel-siyasal ihtiyaçlarına göre sürekli olarak yeniden dolduruluyor. Bu nedenle ben PYD’nin masaya çağrılmaması için öne sürülen “onlar Esad’ın müttefiki” açıklamasının kritik önemde olduğunu düşünüyorum. Bu durumda PYD Esad’a karşı savaşan kuvvet olsa AKP’ye göre “terör örgütü” olmayacak demektir bu; az önceki tezi kuvvetlendiriyor bu da. AKP’nin “terör”ün tanımını kendi stratejik-siyasal önceliklerine göre sürekli olarak güncellediği tezini yani. Bunun izlerini 13 yıllık iktidarlarında iç siyasette de görmek mümkün zaten. Ergenekon’dan başlayarak sürekli olarak güncellenen bir “terör” tanımı ve bu tanıma göre kurulan iç ve dış ittifaklar siyaseti; şimdi de bunu izliyor.
Fakat Biden’ın ziyaretinde bunun da önemli yer tuttuğunu görüyoruz. ABD Türkiye’yi Ortadoğu’da stratejik ortak olarak değerlendiriyor; doğru. Suriye’de IŞİD’le mücadeleye gücünü kanalize etmesini istiyor; Suriye, Irak, Kürt Sorunu’nda gelinen yer, PYD’ye bakış ve Rusya ile ilişkiler açısından bakılırsa durumun pek de ABD’nin istediği düzeyde olmadığı ortada. Erdoğan görüşmesinde bunların ele alındığını tahmin edebiliriz; ortak basın toplantısının iptal edilmesi kararının Erdoğan’dan geldiği ise açık; hem iç siyaset hem de bölge siyaseti açısından sert bir görüşme gerçekleştiğini düşünebiliriz; sonuçlarını sanıyorum önümüzdeki günlerde görmek mümkün olacak.
CUMHURİYETİ KURAN PARTİNİN GENEL SEKRETERİ SÖMÜRGE VALİSİNİ ÖVÜYOR
Akademisyenler ve gazetecilerin dışında, muhalefet partileri de Biden'la bir araya geldi. Bu görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce, AKP'yi ABD'ye şikayet etmek gerçekçi bir muhalefet stratejisi mi?Evet, bana kalırsa Biden ziyaretinin üzerinde en fazla durulması gereken “yeniliği” bu kısım. Biden bir devlet başkanı gibi; Meclis’te grubu bulunan partilerin temsilcilerini topluyor; gazetecilerle buluşuyor. “Düşünce ve ifade özgürlüğü” konusunda farklı kesimlerle temas ediyor. Bu görüşmelerin özellikle Türkiye’deki laik muhalefet güçlerine dönük yeni bir Amerikan kamu diplomasisi taktiği olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum. İki yol var; ya “ABD demokrasiye, ifade özgürlüğüne önem veriyor; bu nedenle Biden bu görüşmeleri yaptı” dersiniz; ya da “ABD Türkiye’deki muhalif söyleme, özellikle de laik muhalefete dönük bir yeni denetim ilişkisi geliştiriyor”. İkincisinin daha yakın bir arayış olduğu açık; birincisi geçerli olsa, Biden ile aynı gün Suudi Arabistan’da olan ABD Dışişleri Bakanı Kerry’den de Suud monarşisine karşı benzer açıklamalar duyabilirdik. Mümkün olmadığı ortada. ABD bu bölgede birçok kanlı diktatörlük rejimiyle çalıştı, çalışıyor. O yüzden Türkiye’deki temel önceliğinin “düşünce ve ifade özgürlüğü” olmadığı ortada.
İkinci yol daha güçlü bir olasılık. ABD hem Türkiye iç siyasetinde hem de Ortadoğu siyasetinde aynı taktiği izliyor: Tavşana kaç, tazıya tut siyaseti. 13 yıllık “Ilımlı İslam modeli, İslam ve demokrasinin model birlikteliği, model ortaklık” hikayesinde kendisini, rolünü görünmezleştirmek; özellikle baskı altındaki laik muhalefet güçleri nezdinde muhalefet söyleminin sınırlarını yeniden ABD önderliğinde çizmek. Uzun süredir bu arayış var ABD’de. Muhalefetin tutumu ise başlı başına ele alınmalı. Anamuhalefet partisinin genel sekreteri Gürsel Tekin çıkıyor, “helal olsun Biden’a, Erdoğan’ın yapamadığını yaptı, herkesi aynı masaya topladı” gibi bir açıklama yapıyor. Kurtuluş Savaşı verip Cumhuriyet Devrimi yapan partinin genel sekreteri, sömürge valiliği tutumunu övüyor. Basit örnek; ama mevcut siyasal aygıtlar da ABD’nin bu yeni “halkla ilişkiler” çalışmasının reklamını yapmaya çok istekli. Diğer taraftan Biden görüşmesine katılan gazetecilerin yazdıklarına bakalım. “Bıçak kemiğe dayanmış” ya da “NATO’dan çıkarmayı düşünüyorlar” ifadelerine. Öyle trajikomik bir dönemden geçiyoruz ki; Türkiye’deki demokrasi-dikta zıtlığında demokrasi tarafı NATO; dikta tarafı AKP yapılmış. Bunu geçelim; ABD-NATO eksenine de “hepiniz oradaydınız” demek gerekiyor. Söz ettikleri NATO, 2004 İstanbul Zirvesi’nde Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (ya da BOP diyelim) için AKP’yi göklere çıkaran NATO. Gladyosu, darbeleri, işkence ve baskılarıyla NATO ne zamandır “demokrasi”yle özdeş? Demokrasi söyleminin muhalif içeriğinin NATO-Atlantik hattında esir alınmasına karşı durmak daha anlamlı. Çaresizlik varsa çare bulalım; umutsuzluk varsa umut olalım. Ama kendimiz yaratalım. Siyasal İslam’ı geliştiren, destekleyen, Yeşil Kuşak’la büyüten, Amerikan yapımı bir Ilımlı İslamcılık masalını bize ve bölge halklarına dayatan merkezlerden çıkış beklemek de; buralardan gelen hamleleri umuda dönüştürmek de bizim işimiz olmasa gerek.
Bu ülkede Saray merkezli bir dinci dikta rejimi inşa edildiyse, buraya gelinmesine en fazla destek veren, ön açanlardan biri ABD emperyalizmi; 11 Eylül sonrasını hatırlayalım yeter. Şimdi “AKP iyi ama, şu ifade özgürlüğü konusunda tutumunu düzeltse” tavrı muhalefet değil, burası tamam. Fakat gerçek sorun şurada, doğru teşhis edelim; ABD bunu yapar; emperyalist devlettir; doğasında vardır; elbette yapacak. Elbette bir yandan AKP ile “model-stratejik ortaklık” ilişkisini sürdürecek; diğer yandan laik muhalefete göz kırpacak, şirinlik yapacak. Sorun burada değil; sorun bu göz kırpmadan, şirinlikten geniş kesimlerin medet umar hale gelmesidir, getirilmesidir; yani çaresizliktir, irade ve kararlılıkla halkı örgütleyen bir muhalefet hattından yoksunluktur. Dolayısıyla ABD’nin bu tutumunu önlemenin yolu; görüşmecileri suçlamak ya da görüşme sonuçlarını okuyup “hadi inşallah” diye iç geçirenleri iğnelemek değil; çaresizliği dağıtacak bir siyaset hattını derhal oluşturmak ve kendi çözümlerimizi inşa etmektir. Aksi halde bugün gelinen yerde “evet ABD de sütten çıkmış ak kaşık değil, biliyorum ama çare yok” çizgisi tamamen yerleşecek. Ölümü gösterdiler diye sıtmaya razı olmayalım. Kendi aşımızı yapalım. Birleşik, kurucu bir muhalefet hattına kafa yoralım; halkın cumhuriyet cephesinde laiklik, bağımsızlık, özgürlük, halkçı-kamuculuk mücadelelerini birleştirelim.