Bu mecrada birçok kez tartıştık başlıktaki soruyu. Emperyalizme teslimiyetin, burjuva egemenliğine dayanmanın, gericiliğe karşı “köpekleşme”nin Cumhuriyet’i nasıl kemirdiğini, karşı devrimci partiye Cumhuriyet’i sonlandırabilmesi için uygun ortamı nasıl da hazırladığını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Bizim açımızdan kapanmış bir tartışmaydı. Kendi pozisyonumuzu bir kez daha anlatmak o kadar da elzem değildi. Ta ki, İsmail Saymaz’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı haberde MGK Genel Sekreterliği’nin 2003 tarihli “Misyonerlik Faaliyetleri” ve “Doküman” başlıklı evraklarının satırbaşlarını okuyana kadar.i
AVRASYACILAR MİSYONERLİĞE KARŞI
Tarih 7 Mart 2002. Genelkurmay’da Dışişleri Bakanlığı, MGK Genel Sekreterliği, MİT Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü yetkililerin katılımıyla “ülke genelinde yaygınlaşan misyonerlik faaliyetlerine karşı yürütülecek mücadelenin esaslarını belirlemek maksadıyla yapılan çalışmalar sonucunda hazırlanan misyonerlik faaliyetine karşı alınacak tedbirler” belirleniyor.
Evet, 7 Mart 2002. AKP’nin iktidara gelmesine 9 ay var. Başbakan “halkçı” Ecevit, Dışişleri Bakanı sosyal demokrat İsmail Cem, İçişleri Bakanı ANAP’lı Rüştü Kazım Yücelen, Genelkurmay Başkanı Atatürk devrimlerinin bekçisi Hüseyin Kıvrıkoğlu, MGK Genel Sekreteri ise Avrasyacı Tuncer Kılınç. Bu kimlikleriyle tanınan yetkililere bağlı bürokratlar toplanıp misyonerliğe karşı alınacak tedbirleri belirliyorlar. Hazırladıkları raporu da “gereğinin yapılması” için Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı ile komutanlıklara gönderiyorlar.
Ülke 28 Şubat’ı – ya da bir başka adlandırma ile Restorasyon Süreci’ni – yani irtica ile mücadelenin devlet politikası haline geldiği bir dönemi yaşarken bu politikanın yürütücüleri olduğu varsayılan isimler Hıristiyanlığın yayılmasını tehdit olarak tanımlayıp bu tehdit karşısında Diyanet’e görev veriyorlar.
LAİK DEVLET İSLÂM’IN BEKÇİSİ
Nasıl tedbirler almayı planlamışlar peki?
Avrasyacı Tuncer Kılınç’ın imzasını taşıyan metne bakalım:
“Tedbir No 6: Sosyal ve ekonomik yaşantıları nedeniyle dini inançlarında tereddüt içine düşen insanların istismar edilerek inanç birlikteliklerinin parçalanmaya çalışılmasının önlenmesi.”
Yanlış okumadınız, irtica ile mücadele devlet politikası olarak belirlenmiş, ama üst düzey yetkililer kendilerini “inanç birlikteliklerinin parçalanmaya çalışılmasının önlenmesi” ile görevli sayıyorlar. Demek ki “laik” devletin yetkilileri, tıpkı İslâmcılar gibi dini ulusal kimliğin çimentosu olarak görüyor, yurttaşların dinî inançlarında tereddüt etmelerini ulusal güvenliğe tehdit olarak yorumluyorlar.
Başka?
Elbette dahası da var, ancak burada bir parantez açıp bu raporun hatırlattığı acı gerçeği bir kez daha anmamız şart: Çürüme AKP’den çok önce başladı.
Komünizmle mücadele adına önü açılan gericiliğin kontrolden çıkması işin doğasında var. Zaman gösterdi ki, bunun tersi de geçerli. Gericiliğin siyasal ve toplumsal alanı istilası, burjuva cumhuriyetçiliğini de çürüttü. Erbakanlar, Erdoğanlar Kenan Evren’in açtığı yoldan geldiyse, Kenan Evren de Mendereslerin, Demirellerin açtığı yoldan geldi. Emeklilik yıllarında “Türk tarihinde, disiplini en ucuza imal edebilen düzenlerden biri ise islamiyettir” diyecek olan Mahmut Boğuşlu’nun Genelkurmay Başkanlığı’nda ATASE (Askeri Tarih ve Stratejik Etüt) Başkanlığı yapması, bir yığın gerici kadronun bürokrasiyi işgali böyle mümkün oldu.ii
Gericilikle flörtün faturası her anlamda ağır oldu. Sosyalizmin somut bir alternatif haline gelişinden korkanlar, gericiliğin elinden tutarken kendi zeminlerini de çürüttüler. Sonra da elde kala kala, laikliğin bekçisiyiz derken İslâm’ın bekçiliğine soyunan paşalar kaldı. Bu kadar basiretsiz kadroların elinde kalan Cumhuriyet yenilmeyecekti de ne olacaktı?
2003 RAPORUNDAN CADI AVINA
Burjuva cumhuriyetçiliğindeki çürümenin başka alanlara da yansımaları olmadı mı?
Tuncer Kılınç imzalı raporda yer alan 9 no.lu tedbirden aktaracağımız pasaj, üniversitelerde Ocak ayının ortalarında başlatılan cadı avını doğrudan hatırlatıyor:
“İçişleri Bakanlığı tarafından üniversitelerin misyonerlik faaliyetleri konusunda bilgilendirilmesi
“Üniversitelerde istihdam edilen yabancı öğretim üyelerinin faaliyetlerinin üniversite yönetimi, MİT ve İçişleri Bakanlığı ile koordineli olarak takip edilmesi (…)”
Geçtiğimiz ay Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’ni terk etmek zorunda kalan Romanya uyruklu öğretim üyesi Andrei Stavila’nın hikayesini hatırlıyor musunuz? Hani Facebook’ta bir arkadaşının Türkiye’deki imzacı akademisyenlere dönük cadı avıyla ilgili paylaşımının altına yazdığı yorum ivedilikle rektöre iletilen, yorumu yazdıktan iki saat sonra bölüm başkanı tarafından çağrılıp azarlanan, rektörlüğe çağrıldığı belirtilen ve “YÖK sözleşmeni yenilemeyebilir” diye tehdit edilince korkudan ülkeyi terk eden akademisyen vardı ya, o işte.iii
Stavila’nın hikayesini duyduğumda ilk dikkatimi çeken noktalardan biri, yaptığı paylaşımın bu kadar hızlı bir biçimde tespit edilip rektörlüğe bildirilmesiydi. Bu hızın tesadüf olmadığı, yabancı akademisyenleri potansiyel ajan olarak gören bir mekanizmanın işlediği kanısındaydım. Saymaz’ın haberinden anlaşılıyor ki, yanılmamışım.
Reis’in höykürmesiyle esas duruşa geçen rektörler, tüm kademeleriyle seferber olan üniversite yönetimleri, sürecin her yönüyle komedi olduğunu gördükleri halde çanak tutmayı tercih eden gizli yandaşlar… misyonerlikle mücadele görevi üstlenen ve muhtemelen zamanında bu komediye de gıkını çıkarmayan sefilleri de bu hafta öğrenmiş olduk.
Ve bir kez daha gördük ki, Erdoğan gökten zembille inmemiş, çürüyen burjuva gericiliğinin boşluklarından yürümüş ve Türkiye’de gericilik, şovenlik, halk düşmanlığı adına ne yapıldıysa tümünü tevarüs etmiş. Sadece Mendereslerin, Özalların, Erbakanların değil, Tuncer Kılınçların da mirasına konmuş.
i Bkz. http://www.radikal.com.tr/turkiye/mgknin-2003teki-gizli-misyonerlik-savas-plani-ortaya-cikti-1516434/
ii Küçük, Yalçın. 2010. Fitne. İstanbul: Mızrak Yayınları, s. 85-86.