Önce, İtalya'nın 1. Dünya Savaşı'nda tarafsızlığını savundu.
Sonra, "gerici" güçlerin yenilgisinin işçi sınıfı mücadelesinin önünü açacağını iddia ederek İtilaf Devletleri'nin tarafında saf tuttu. İtalya'nın Avusturya-Macaristan'ı ilhak etmesi gerektiğini söyledi. Savaş karşıtı pozisyon alan sosyalistleri ve işçi sınıfı temsilcilerini, İtalya'nın ilhak yoluyla girişeceği devrimci savaşın önüne taş koymakla suçladı.
İtalya'nın Dünya Savaşı'na girmesini savunduğu için Sosyalist Parti'den ihraç edildi.
Ve ardından...
Sınıf demekten de vazgeçti.
Ulus yok olmamıştır. Sınıf, ulusu yok edemez. Sınıf çıkar birliğidir; ulus duyguların, geleneklerin, dilin, kültürün, ırkın birliğidir!"
Britanya gibi büyük emperyalist güçler İtalya'ya "yaşam boşluğu" bırakmıyordu. İtalya gibi proleter mizaçlı ülkeler, büyük güçlere karşı hayatta kalabilmenin yollarını aramalı, bunu ulusal gücünden almalıydı.
Kanda pragmatizm olunca, ulusal güçler arasında oluşan yaşam boşlukları hep başka yerlerde aranırdı.
İtalyan faşist lideri için de öyle oldu.
Britanya, Fransa vb. sonra dost oldu. Sonra yine düşman...
İlhak etti... Yaktı, yıktı... Sonunda belasını buldu.
"Sosyalist" Benito, böylece faşist Mussolini oldu.
Dün televizyon ekranında; "önce AKP gidecek", "Türk ilericileriyle Kürt ilericilerinin birliği gerek", "laiklik kazanacak" diyen Yalçın Küçük'ün karşısında bir Mussolini müsveddesi konuşuyordu.
Sınıf'tan millet'e, işçi'den vatan'a geçen bir eski 'sosyalist' "yakalım, yıkalım" diye haykırıyordu.
Sözde büyük güçlere, ABD'ye kafa tutuyor, "hadi Rusya'yla birlik olalım", diyordu...
AKP'yle, IŞİD'le saf tutuyor; 12 Mart'ın yıldönümünde kahraman orduyu, kahraman polisleri anlatıyordu.
NATO ordusuyla, IŞİD polisiyle, işbirlikçi AKP'yle kol kola "bağımsızlık" nidaları atıyordu.
Sosyalistleri ayrıştıran, sosyalist seçeneği yükselen ulusçuluklardan ayıran gündemlere, sosyalizm davasının güncel politik kavgalarına pek değinilmedi/değinilemedi.
Programda, laiklik kavgası, İstiklal Marşı'nı kimin yazdığı kadar tartışılmadı belki.
Türklerle Kürtlerin artık ancak sosyalizmle gerçek kılınabilecek birlik projesine sıra gelmedi.
Türkçülük ve orduculuk niyeyse lütuf sayıldı.
Başka türlüsü mümkün müydü, denebilir... Haklı bir sorudur.
Bunlar en gerçek sorunlardı belki ama yine de gözden kaçmasın:
İslamcı faşist iktidarın değirmenine su taşıyan bir Mussolini müsveddesi, Türkiye'nin ilerici, emekçi, birliğe dayalı geleceğini bir kere daha hedef aldı dün.
Geçti, gitti...