Bora Ercan yazdı | Beş Paralık Bilim ve Boğaziçi Direnişi
"Türkiye’de, iktidarın gözünde bilim insanlarının siyasetçiler, bürokratlar, müteahhitler kadar değeri yok. Toplumun gözünde de. İnsanlar, uzun yılların sistematik eğitim, kültür, bilim politikalarıyla böyle şekillendirildi. Bu şekillenme, hiç şüphe yok ki, yağmacıların, mafyanın ve sermayenin işine geliyor."
Bora Ercan
Beş Türk lirası miladi 2021 yılının temmuz ayı itibarıyla yaklaşık olarak yarım Avrupa Para birimine denk geliyor. Sarımsı, soluk, küçük boyutlarda, ‘zaten değersizim,’ diye mırıldanan bu paranın arkasında kalın gözlükleriyle biri var; bir de atom ve DNA sembolüyle bilimselliği imgeleyen bir görsel. ‘“Bu kim” diye sorsak pek de doğru cevabı alamayız, nitekim o kişinin adı, soyadı da paranın üzerinde okunabilirlik sınırlarının ötesinde küçücük puntolarla yazılmış.
Beş sayısı ilginç bir ifadede de karşımıza çıkar: ‘Beş para etmez’ ya da ‘Ciğeri beş para etmez’. Para, kuruştan da küçük bir para birimi. 4000 para 1 TL, dolayısıyla da 40 para 1 kuruş. Cumhuriyet döneminin en küçük para birimi 10 para 1924 yılında tedavüle girmiş, sanıyorum 1950’lere kadar kullanılmış. Bu nedenle olsa gerek çeyrek kuruşun yarısı olan beş para bir değersizlik ölçüsü.
On Türk Lirasının kaderiyse pek de farklı değil. Sadece rengi farklı, bir de çok az bir boyut farkı var. Onun arkasında da yine okunaklı olmayan adı ve dünya matematik literatürüne kattığı formülüyle kalın gözlüklü bir kişi. Bu kişinin de adı günümüz insanının bilgi evreninin uzağında ne yazık ki.
Beş liranın arkasında bilim tarihçisi Aydın Sayılı, on liradaysa büyük matematikçi Cahit Arf var. En küçük para birimlerinin bu kişilerin adına verilmesine şükür mü demeliyiz, zira daha önce bu da olmamıştı.
Bu isimleri herkesin bilmesini elbette bekleyemeyiz. Bilgi yarışması türünde böyle bir malumata gerek de yok. Yalnız onlarca temel bilimler fakültesinin akademik kadrosunun ve onların yetiştirdikleri öğretmenlerin, yazılımcıların, eğitimcilerin bu isimleri bilmelerini beklemek de ülke için çok büyük bir lüks olmasa gerek.
Ne konuşuyorsak bir süre sonra düşüncelerimiz de anlam dünyamız da ona evrilir, ona göre şekillenir. Yaşamımız maalesef zihin alanlarımızı belirleyen iktidar siyasetçilerinin, berbat bir medyanın, yağmacı müteahhitlerin işgali altında. Onların bizim için biçtikleri bir dünyadayız. Bu dünyaysa bir çoğumuz için bizi güzelliklerden alıkoyan şiddet dolu, sancılı bir dünya.
Adnan Menderes, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan ülkenin kaderine damga vurmuş siyasi kişilikler. Burada hepsinin adlarının bir arada anılmasının nedeniyse hepsi adına birer üniversite olması. Cahit Arf, Aydın Sayılı ya da başka bir bilim insanı adına bir üniversite yok ama siyasetçiler adına var. İşin ilginç bir yanıysa, beş liranın arkasındaki Aydın Sayılı’nın İslam Bilim Tarihine katkıları büyük ancak bu konuda İngilizce olarak kaleme aldığı eserin Türkçesi yayımlanmamış. Uçan araba hayalindeki siyasal İslam bilime o kadar uzak.
Üniversite üzerinde kurulan hegemonyanın daha isimden başlamasının simgesel anlamını çözümlemek pek de zor değil. ‘Bu ülkede bilim yapılacaksa o da bizim sınırlarını çizdiğimiz ölçüde yapılır,’ diyor bu ülkenin iktidarları. Her ne kadar henüz ismine müdahale edilmediyse de temel varoluş değerlerine aykırı olarak Boğaziçi’ne rektör atanmasıysa bunun en tipik kanıtı. Batının bilimini, teknolojisini al ama ahlâkından uzak dur anlayışı sonucu ortada ne bilim ne de ahlâk var.
Bilim tarihi bilimin iktidar ilişkilerinden, çoğunluğun algısından, dinsel dogmalardan çok farklı bir yerde olduğunu bize anlatır. En basitinden Galileo Galilei’nin engizisyon mahkemesi karşısında yargılanırken ‘dünya dönüyor,’ sözleri bugüne bir ışıktır. Boğaziçi Üniversitesi direnişi de dünya tarihinde şimdiden yerini almıştır çünkü Dünya gerçekten dönüyor.
Türkiye’de, iktidarın gözünde bilim insanlarının siyasetçiler, bürokratlar, müteahhitler kadar değeri yok. Toplumun gözünde de. İnsanlar, uzun yılların sistematik eğitim, kültür, bilim politikalarıyla böyle şekillendirildi. Bu şekillenme, hiç şüphe yok ki, yağmacıların, mafyanın ve sermayenin işine geliyor. Bencil ama birey olmamış, oldurulmamış insanlar ne kendi toprağına, suyuna, havasına ne de sağlığına sahip çıkabilir. Fakat tabii yüksek perdeden dillerden düşmeyen ‘bir başkadır benim memleketim,’ şarkısı da dillerden düşmez. “Hakimin niçin öldürdün”. evladım sorusuna, “katilin çok seviyordum hakim bey” yanıtındaki gibi ; sözlerini halka yalan söylemek üzerine kurmuş siyasetçilerin ‘vatan, millet, sakarya’ edebiyatını tamamlayan bir retorik!..