Bora Ercan yazdı | Sadece unutanlardır anımsayanlar

Bora Ercan yazdı | Sadece unutanlardır anımsayanlar

Bora Ercan

Unutanlar anımsar. Ya unutmayanlar? Peki anımsananlar ne? Anımsanmak istenenler mi yoksa istemeye istemeye anımsamak durumunda kalınanlar mı? Ya da hiç düşünülmek bile istemeyen ama kaçınılmaz olarak artık bilinmek durumunda olanlar mı?

Yakın, uzak tarih bütün bunlar arasındaki gerginlikte süregider. Her iktidar kendi anımsamak, anımsatmak istediklerini, kendi aygıtlarıyla kurarken, elbette birçok unutulmaması gerekeni de bilinçli politikalarla unutturur.

Türkiye artık bir bilim insanını, muhalif bir siyasetçisini, bir tarihçisini, bir romancısını değil de kendi deyişiyle suç örgütü üyesini, başkalarının deyişiyleyse örgütün liderini saygı, şaşkınlık, kızgınlık arası salınan duygular içinde dinliyor. Murat Belge gibi kimi isimler iktidar-mafya ilişkilerinden bihaber olduklarını söylerken, Ali Nesin, Ufuk Uras gibiler de İslâmofobiden dem vuruyor. Gündemsiz ülkeye gündem olsun. Muhalefetse bu süreçte iktidar zayıflar da yakında kaza eseri iktidar olursam kaygısında pek de ne yapacağını bilemez hallerde. Bu süreçte ‘ana akım’ entelektüelin ve ana muhalefetin sefaletini de izlemek durumunda kalıyoruz. Oysa entelektüel bellektir. Dünyanın döndüğünü görendir, gösterendir.

Plotinus, Enneadlar’da yüzyıllar önce ''Ancak unutanlar anımsar’' der. Unutma bir yanıyla da savunma mekanizmasıdır, aksi takdirde o başa gelen acıyla yaşamak dayanılmayacak denli zordur. Bütün bir kıyım, kırım, pogrom, işgal, tehcir, mübadele süreçlerinin hayatta kalabilen, hayata tutunabilen ilk kuşağında bu durum ortaya çıkar. Öte yandan, gelecek kuşaklar onların belleklerinin kıyılarına atılmışları devralır, hatırlarlar, bütün bunların bir daha yaşanmaması için çaba gösterirler.

Çoklu zeka kuramlarına biyopolitika, psikopolitika gibi kavramları çok iyi kullanabilen ‘iktidar zekası’ diye bir kavram da eklenebilir. İktidar, bugünden örneklersek, görme ve işitme duyuları başta olmak üzere bütün insan duyularını, unutturmak ve yeni kurgusal değerleri inşa etmek için uyarır. Mehmet Aksoy’un ucube denilerek kaldırılan heykelinden sonra bunca berbat heykelin yapımı, sokaklara, havaalanlarına, üniversitelere, hatta çocuklara verilen isimler, İstanbul’un yeni simgesi bütün bu zihniyetin somut verileridir. Bütün bir ekonomik işleyiş de bunun ayrılmaz bir parçasıdır.

Unutmak, Eski Yunan’da ölümle özdeştir. Barış demek savaşı unutmak değil bilakis tüm ayrıntılarıyla hatırlamaktır ki bir daha aynı acılar yaşanmasın. Bu da unutmayanlar, unutmaya direnenler, o acıları göğüsleyebilenler sayesindedir. İşte her toplumun bunun bedelini ağır ödeyenlere içten bir teşekkür borcu vardır.

Tanzimat dönemi şairlerinden Muallim Naci’ye atfedilen ünlü bir sözdür: Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Günümüz Türkçesiyle söylersek şiirselliği ortadan kalkar, bu nedenle sadece ‘nisyan’ kelimesinin ‘unutma’ anlamında olduğunu belirtmekle yetinelim. Nisyan, herhangi bir anlamsal, kökensel bağ olmasa da ilginç bir şekilde sessel olarak isyan kelimesini beraberinde getirir. İşte, asıl isyan, nisyana karşıdır. Bugün halâ daha Mahirler, Denizler, İbrahimler bu ülkede anılıyorsa işte bu isyan, bu direngenlik sayesindedir.

Direniş, bir dayanışmayla oluşur. İsyan da! Bütün bunların sağaltıcı bir etkisi vardır. İşte o anımsamanın getirdiği acının panzehiri de unutmamaktır, belleği diri, sağlam tutmaktır.

Şairimiz Emirhan Oğuz “haziranda ölür ateş hırsızları... ve onların ölümü / mavi bir ölümdür direnç şarkılarında”* der. Haziran, gün ışığını en çok aldığımız aydır aynı zamanda… Işık unutkanlığa iyi gelir, direngenliğe de.

*Emirhan Oğuz, Ateş Hırsızları Söylencesi, s. 115, Ayrıntı Yayınları, 2018

DAHA FAZLA