Bora Ercan
Günler zor. Artık yaz ya da kış fark etmiyor. Eskiden, yaz aylarında hiç değilse taze sebze, meyve daha uygun fiyatlıydı; ısınma, üst baş masrafı da pek yoktu, hayat bir nebze daha rahat idare edilirdi. Şimdilerde yazlar bir önceki kıştan daha zorlu, daha pahalı, kışlarsa malum.
Günler geçti, yangın kontrol altına alındı haberleri gelse de içimdeki yangın sönmedi. Her şeyi denedim bunun için. Beyaz bir sayfa aldım önüme, yazmaya çalıştım, ama kalem parmaklarımın arasında isyan etti, kelimeler cümlenin içinde birbirlerini itti, yan yana gelmek, bir anlam dünyası oluşturmak istemediler, defalarca denedim, elim uyuştu, o yükü taşıyamadı, zaten artık emoji devriydi, yazı terk ediliyordu. Nasıl bir yazdı bu? Oysa, yazmak sağaltırdı yaz aylarında, ne de olsa aynı tohumdan çıkan kelimelerdi bunlar. Olmadı.
Sonra masaya oturdum. İçimin közleri soğumayı bekliyordu. Yeniden yazmaya başladım. Bilgisayarın klavyesini 1970 model daktilo gibi kullanmaktan, harflerin üzerinde bozukluklar oluşmaya başlamıştı. Düşünceler birer sarkaç gibiydi zihnimde. Zamanın tortusundan anılar çıkıp geliyordu. İskoçların dilinde zafer narası anlamına gelen slogan kelimesini ne de çok bellemiştik. Duymayan kulaklar bile duyar hale gelmişti sloganlarımızla. Birden slogan atmaya başladım: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Biz kimdik ve kimden kurtulmaya çalışıyorduk? Ancak kurtulmak için bir basamak geri gitmek durumundayız, zira önce var olmak gerek. Mücadele, var oluş mücadelesi. Var olamadan kurtuluş da olamayacak. Ormanlarla, kuşlarla, dağ keçileriyle, ceylanlarla, cırcır böcekleriyle, ‘yeryuva’mızdaki sayısıyız canlıyla, cansızla. Slogan değişmişti birden: Var oluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!
Birçok mitolojide yaratılışın temel unsurlarından biri ‘Eros’tur. Eros, ölümün, yani Thanatos’un karşıtıdır. Mitoloji, Ortadoğu kaynaklı dinlerin tekeline geçince, yaratılış Adem’le Havva’ya dönüşünce Eros da bitti. Adem’in Havva’yı ne kadar çok sevdiğinden hiç söz edilmedi, Havva’nın Adem’in aklını çeldiğidir söylenen. Kadınlara binlerce yıldır üstlerine yüklenen bu kefaretin bedeli ödetiliyor. Dinler yaşam için değil ölümün kutsanması için var edildi. Savaşlarsa bunun en büyük destekçisi oldu. Asıl yaşam öte dünyadaydı.
Grek Mitolojisi’nde iki ayrı Eros var. İkisinin de rolü benzer olmakla birlikte ilki yaratıcı, üretici güç olarak ilk Tanrılar kuşağından Kaos, Toprak (Gaia); ve Yeraltı (Tartarus)’tan sonra gelen dördüncü Tanrı. Diğeriyse güzellik ve tutku Tanrıçası olan Afrodit ile cesaret ve savaş Tanrısı olan Ares’in oğlu güllerin, yunusların, ezgilerin dostu.
İlk Eros bütün varlıkların içindeki enerji. Bir sebzenin içindeki sayısız çekirdek, tohum. Bir kuşun binlerce kilometrelik yolunu bulabilmesi. Bütün bitkilerin kökleriyle birbirlerinden haberdar olmaları. O nedenle bir ağaç yansa da kökken kazımayın denir ki Anka misali küllerinden var olsun yeniden. İşte her şeyin içinde Eros gizlidir. İkinci Eros daha çok insani aşkı içerir. Köpüklerden oluşan annesinin güzelliğinin yanında babasının cesurluğu da ondadır.
Buddha’ya göre var olmak bir sancıdır, acıdır; ama, bunun nedeni ve çözümü vardır. Günler zor, içimizde sancılarlayız, ancak çözümü var. İçimizdeki sancılar tek başına dinmez. Bir ağacı, bir dostu, bir kediyi, köpeği, serin bir dağ gölünü kucaklamakla geçer.
Bizler hem ilk Eros’u hem de ikinci Eros’u varlık için var oluş için savunuyoruz. Güneş de, su da, toprak da kutsal. Betonlarınız, HES’leriniz, bankalarınız değil.
“İşte böyle” diyor şair Pelin Özer son kitabında, “İşte böyle her sabah / Acının rahminden / Zamana doğar dünya.” (*)
Hem nereye dönebiliriz ki yüzümüzü okşayışını esirgemeyen güneşten başka!..(**)
————————
(*) Pelin Özer, Liya Lu, Ayrıntı Yayınları, Ağustos 2021, s.
(*) Özgün hali şöyledir: “Hem / Nereye / Dönebilirim ki / Yüzümü / Okşayışını / Esirgemeyen / Güneşten başka.