Bora Ercan
Yas tutmak unutuldu, unutturuldu. 2021’in yaz günlerinin başında nicedir can çekişen bir denizin ölümüne tanıklık ettik. Bu ölüm karşısında yas tutmak o denizin çevresinde yaşayan, bu ölümü birebir izleyenler dahil kimsenin aklına gelmedi. Bir araya gelmedik, belli başlı yerlerde çiçeklerle, fotoğraflarla, mumlarla donatılmış küçük sunaklar hazırlamadık. Oralara gidip kısa da olsa sessizlik deneyimleri yaşamadık. Böyle bir deneyim yaşadığımızda sorunun çözüleceğine dair inancımız da yoktu. Üzüldük, kızdık, öfkelendik, sonra da çaresizlik içinde içimize, kabuğumuza çekildik, görmezden geldik, unutmaya çalıştık. O denizin asıl sahiplerinin oradaki canlılar olduğunu, halkın da bunu korumakla yükümlü olduğunu siyasi muktedirlere ve onlarla iş birliği içindeki arıtma kullanmayan sanayicilere anlatamadık. Zaten müsilajın etkisi gelecek ilkbahara kadar nispeten de olsa azalmıştı. Gözden ıraklaşmış, dibe çökmüştü asıl sorun, bir tür sumen altı edilmişti. Kapıda bekleyen ve yaşanıp, unutulması gereken başka zorunlar vardı. Bu konu daha fazla uzayamazdı.
Pandemi sürecinde yaşamını kaybeden sağlık çalışanları da açıkçası öldükleriyle kaldılar. Günün modası gereği basit birer sosyal medya paylaşımından öteye gidemedi onlar için yapılanlar. Toplumda karşılığını ne yazık ki bulamadı bu kayıplar.
Yaz sıcağı ortalığı kavururken klima satışlarında gözle görülür bir artış oldu. Küresel ısınma değildi gündemde olan, bezdirici sıcaklardı. Kaç zamandır ülkenin siyasi gündemi kaynama derecesindeydi bir de sıcaklar bastırınca herkes bireysel çaresini geçici de olsa bulma çabasına girdi. Oysa klimalar daha çok elektrik tüketiyor ve dışarıyı daha da sıcaklaştırıyordu. Daha çok elektrik için HES’lere, JES’lere, RES’lere ihtiyaç vardı. Böyle böyle yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan derken yangınlar çıktı.
Yeni değildi yangınlar. Her yaz çıkardı. Her yaz aynı konular gündeme gelirdi, ama yas tutmanın unutulması, unutturulması gibi bu konular da unutulur, bir dahaki yaza kadar böyle giderdi. Yangındaki can kayıpları için yas tutulmamıştı, denizlerdeki canlılar için de yas tutulmadı. Kaldı ki, resmi ağızlar can kaybı olmadığından söz etmişti. Ülkenin yangın ülkesi olduğu gerçeği kabul edilmezken yangınlar sadece Ege ve Akdeniz coğrafyasında değil Anadolu’nun farklı yerlerinde de devam ediyordu. İnsanlar daha oralarda yokken var olan taşlar, ağaçlar, dereler yanarken Türkiye toplumu oraların adının Dersim mi yoksa Tunceli mi olduğunu tartışıyordu. Yetkililerse her zaman olduğu gibi doğanın ve yöre halkının çığlıklarına sağırdı. Bu esnada Anadolu’nun birçok yerinde ölen göller vardı, kuruyan nehirler, yeraltı su kaynakları, pınarlar…
Geline geline insani can kaybına gelindi. Sel! Kaç kişinin yaşamını kaybettiğinin kesin sayısı yok, kayıplar bu sayıya dahil değil, fakat onca ölüme rağmen bu ülkede yas tutulmadı. Yas tutulmadığı için belki de hiçbir yetkili istifa etmedi. Bu bir toplum olunamamasının bir göstergesi, maalesef. Birbiriyle, en küçük ortak katta bir araya gelmek zorunda olan insanlar toplumu olarak o en küçük ortak katımız da yok artık. Belki de hiçbir zaman olmamıştı. Dolayısıyla sadece bir toplamız. Birbirimizden de nefret ediyoruz. Çocukların annelerini, kardeşlerini öldürmesi kadın cinayetleri gibi sıradan bir haber artık. Hafta sonu bir gece eğlenceye gitmek bile öldürülme riski taşıyor. Yasta bir araya gelemeyen toplum eğlencede de bir araya gelemiyor. Sadece birbirimize değil neşeye, sevince de düşmanlık normalleşiyor.
Bayramımız da yok. Daha doğrusu sivil bayramımız yok. Resmi ve dini bayram adı altında iki tür bayramdan söz ediliyor. Bu bayramların hiçbiri bayram anlamında bayram değil. Ülke insanlarının neşeyle bir araya geldiği, askerlerin üniformalarını çıkarıp, silahlarını bırakıp, siyasilerin kravatlarını, ceketlerini bir yana koyup halkla iç içe kutlamalar yaptıkları resmi olmayan kitlesel bir bayram yok. Dini bayramlarsa büyük bir çoğunluk için tatilden başka bir anlam taşımıyor. İçerik olarak insanları kucaklamaktan uzak. Şeker bayramı olarak sivilleşen, nispeten laikleşen bayram bile artık Ramazan Bayramı. Kurban Bayramı ise çağ dışı kalmış bir ritüelin devamı. En neşeli olmasını beklediğimiz 23 Nisan ve 19 Mayıs bile çocuklara ve gençlere birer eziyetten başka bir şey değil.
Ülkedeki yaşlı ve eril iktidar sivil olan her türlü yasa, kutlamaya, şenliğe, bayrama karşı. Aslında böylesi karnaval havasına aday iki Pagan gelenekten biri Hıdrellez diğeri de Newroz ancak biri sadece sınırlı bir bölgede diğeriyse ülkenin bitmez tükenmez kangrenleşmiş sorununun vazgeçilmez bir parçası olarak durmaya devam ediyor. Hatta bu bayramın içeriği değil adı bile hep potansiyel bir tartışma ve çözümsüzlük konusu.
Yas tutmak istemiyor kimse. Herkes eğlencesine bakmak istiyor. Ne var ki, kimse de eğlenemiyor. Oysa her ikisi de insani ve birbirinden ayrı tutulamayacak iki değer ölçüsü. Yas tutmak da topluca eğlenmek de bir toplum için sağlıklıdır. Yas ve şenlik sınıfları, toplumun farklı katmanlarını bir araya getirir. Kısa da olsa sessizlik deneyimi yaşamak zihinde çalkalanıp duran düşüncelerin biraz olsun durulmasını sağlayabilir. Şarkılar söylemek, danslar etmekse bir tür katarsistir (arınma).
Zorunlu olarak bir arada duran toplamların geleceği yoktur. O en küçük ortak payda uzlaşabilen, birlikte ağlayan, ağıt yakan, birlikte gülen insanların bir arada bir geleceği vardır. Yaslarımıza, bayramlarımıza, şenliklerimiz sahip çıkalım.