Ve sonunda oldu. Britanyalıların çoğunluğu, açıkça, David Cameron’dan (Britanya Başbakanı, Muhafazakar; ç.n.); onun AB övgülerinden ve söylediği her şeyden bıktıklarını ilan ettiler ve oylarını AB’ye karşı kullandılar. Cameron’a duydukları tiksinti, Nigel Farage (UKİP’in lideri, aşırı sağcı; c.n.) veya Boris Johnson’a (eski Londra Belediye Başkanı, Muhafazakar; ç.n.) duydukları sevgisizlikten çok daha fazla. Görünen o ki, herkes bunu hafife aldı.
Cameron istifa edeceğini açıkladı. Bu Londra’da ortaya çıkacak büyük bir boşluğa işaret ediyor. Mevcut adayları gözden geçirince, aslında kimsenin kalmadığı görülüyor. Ne ülkeyi yönetebilecek ne de Brüksel ile müzakere yürütebilecek. Bu bir liderlik, güvenilirlik boşluğu ve bunu hiçbir görevli kimse göremiyor.
Ama önce Britanya. Ayrılma kararı aslında Cameron’a olduğu kadar Maliye Bakanı George Osborne’a (Muhafazakar; ç.n.) karşı. Dolayısıyla o Muhafazakar Parti başına geçebilecekler listesinden elendi. Boris Johnson? Pek sevilmiyor ve kendi partisini yürüttüğü AB’den ayrılma yanlısı kampanya ile perişan etti. O kadar ki, güvenilirliği, tam olarak yok olmasa da, bir bilinmezliğe sürüklendi. Bu adayla muhafazakarların bir sonraki seçime girmesi pek mümkün değil.
Başka kim kaldı? Michael Gove (Adalet Bakanı, Muhafazakar; ç.n.) mu? Tam bir intihar. Sevilme derecesi, fiziksel olarak en düşük sıcaklık olan 0 Kelvin düzeylerinde. AB’den ayrılırsak NHS’e 350 milyon pound’lük bir ödenek ekleriz söylemi onun yakasını asla bırakmaz. Zaten AB’den ayrılma kararının ortaya çıktığı saatlerde Farage’in ilk sözü, 350 milyon pound meselesinin bir hata olduğuydu.
Belki Theresa May (İçişleri Bakanı, Muhafazakar; ç.n.) akıllara geliyordur, ki o da istekli gözüküyor. Ama May, Cameron kliğinin önemli bir parçası ve muhafazakarlar için yeni bir yüz olarak sunulması imkansız.
Farage’dan bahsetmişken… O bir Muhafazakar değil, UKİP’in lideri. Yapmak için yola çıktığı şeyi de yaptı ve bu, onun için yolun sonu anlamına geliyor. Bir ulusal birlik hükümeti çağrısı yapabilir, ki yapacak; ama böyle bir birlik kalmadı artık. Bugün, aslında işinden istifa etmeyi seçti, çünkü Avrupa Parlamentosu üyesiydi ve UKİP’nin avam kamarasında tek sandalyesi var ve o da Farage değil. Aslında bu durum biraz trajik. Ancak artık UKİP’ye hiç ihtiyaç kalmadı, çünkü Büyük Britanya zaten AB’den bağımsızlığını ilan etti.
Bir de İşçi Partisi var, ki onlar da Farage ile aynı oyu kullanan kendi seçmenlerine ulaşamadılar. İşçi Partisi, Cameron ile birlik oldu ve AB’de kalmayı destekledi ve böylece “lideri” Jeremy Corbyn’in rolü filmlerdeki garip bir şekilde mırıldanan karakter düzeyine düştü. Dolayısıyla Corbyn ile de olmaz.
Gölge maliye bakanı John McDonnell’in (İşçi Partisi; ç.n.) bir takım arzuları var; ama o da “AB’de kalalım”ci; ve bu toplum tarafından reddedildi. İşçi Partisi çok kötü yenildi ve bunu kabul etmeliler. Ama zaten Corbyn ile zorbela ayağa kalkmışlardı ve şimdiki de pek kolay olacağa benzemiyor.
Cameron, Osborne, Corbyn, hiçbiri toplum ile bağ kurmayı beceremediler. Bu yeni bir gelişme değil. Bu Britanya’ya özgü bir durum da değil, geleneksel partilere destek tüm Batı dünyasında çöküyor.
Bunların hepsinin temel sebebi hızla zayıflayan ekonomi ve bunu, politikacılar halklarından saklamaya çalışıyorlar. Ancak aynı halk, her gün bu gerçeği iliklerinde hissediyor.
İknici sebep ise geleneksel partilerdeki politikacıların kendi halklarını, seçmenlerini savundukları düşünülmüyor. Onlar kendi kendilerine bir sınıf olarak görülüyor.
Britanya’da, şimdi İspanyol PODEMOS tarzı, AB’ye büyük baş ağrıları çektirecek yeni bir hareket örgütleme fırsatı çıktı. PODEMOS, bunun hızla yapılabileceğinin kanıtı ve Britanya’da doldurulması gereken büyük bir boşluk var.
Politik kriz, ekonomik krize dönüşmek zorunda değil. Tabii, bütün bunların nereye meyledeceğini söylemek zor ve bugünlerde ciddi bir panik var. Bu yazı yazılırken Alman Borsası DAX %6, Fransız CAC ve İspanyol İBEX Borsaları %7,7 ve %10,3 oranında değer kaybettiler. İşin garip yani, Britanya Borsası FTSE, “sadece” %4,5 değer kaybetti.
Bu oranlar toplumları, ülkeleri hatta politik sistemleri götürebilecek düzeyde. Ama göreceğiz. Kur hareketleri biraz dinginleşiyor ve Basel’deki o çok korunaklı binanın 22. katında, Merkez Bankaları şimdiden birlikte neye ellerini atarlarsa alma planları yapıyorlar. Kayıplar büyük olacak, ama bir ölçüde kontrol altına alınabilir.
Bu arada, tamamen hukuki bir bakış açısıyla, Cameron ve arkadaşları referandumu hiçe saymaya gayret edebilirler, çünkü hukuken bağlayıcı değil. Bu konuda sadece şunu söyleyebilirim: Hele bir denesinler…
Bunların yanı sıra, İngiliz futbol takımının Avrupa Şampiyonası’ndan kupayla dönmeleri tarihin bir cilvesi olmaz mıydı? Ya da, hatta Galler’in.
Sonuç olarak bu oylama, kesinlikle, Birleşik Krallık hakkında değil AB hakkında bir oylamaydı..Fakat Brüksel ve tüm diğer 27 AB üyesi başkentten bekleyebileceğimiz yegane şey hasarı kontrol altına almaya çalışma ve daha fazla zorbalık. Junkerler, Tusklar, Schaubleler ve Dijsselblöemler ancak bunu yapabilirler.
Fakat, bu oy Cameron kadar onlara da karşı kullanılmıştır. Bu neticeden bir sonuç çıkarmalılar yoksa bu bir güvenilirlik konusunu aşar ve bir geçerlilik meselesi haline gelir.
Büyük Britanya ile görüşmeler başlamadan önce, Brüksel birçok başka üye ülkedeki referandum çağrılarıyla karşı karşıya kalacaktır. Artık Pandora’nın kutusu açıldı ve çin şişeden çıktı.
Referandum çağrılarının çoğu aşırı sağdan gelecektir, ama aslında Brüksel bu insanlar için alan yarattı. Daha önce de söyledim. Avrupa Birliği bir sonraki savaşı önlemez, yaratır. Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk’ın bugünkü beyanı birliği kalan 27 ülke ile güçlendirmek üzerineydi. Sanki sadece Britanya halkı birlikten ayrılmak istiyor…
Hollanda, Fransa, Danimarka, İtalya, İspanya, Macaristan, hepsi referandum çağrısında bulunacaklar. Ne merkez ne de sistem buna dayanamaz. Eğer kalan 27 ülkede de referandum yapılsa ertesi sabaha birlik çok daha küçük kalır. Uğursuz birlik henüz bu yönde oy kullanmamışlara güveniyor.
İş başında olan ezici temel prensip burada merkezi dayatmanın ekonominin bozulmasıyla ölümüdür. Ya da en azından kendini sürekli büyüme fonksiyonuna dayamış bir sistemin ölümüdür.
Fakat emin olabiliriz ki hiçbir politikacı bürokrat ya da ekonomist bunun doğruluğunu kabul etmek istemiyor. Hepsi kendilerine özgü teori ve planlarının sistemin dayandığı büyümeyi canlandırabileceğini iddia etmeye devam edecekler. Tabii ki tüm bu planlar başarısız olacak.
Artık tamamen farklı bir şeyin zamanı, çıkmaz bir sokaktayız. Brexit’in bize göstereceği bir şey varsa o da budur. Fakat insanlar bunun farkına varmak istemiyor.
Maalesef büyük çapta değişiklikler ihtiyacı had safhadadır ve bunun barışçıl yöntemlerle gelmesi çok zor. Sanırım, benim de artık meşgalem bu olacak.
Herşey dağılır; merkez tutamaz
Saf anarşi salınır dünyanın üzerine
Kanla kararmış akıntı serbest bırakılır ve her yerde
Masumiyetin töreni boğulmuştur
- W.B. Yeats
(*) The Automatic Earth yazarı.
Çeviri: Doruk Cengiz, Serhan Kayır