İngiltere’de 23 Haziran 2016’da yapılacak olan referandum ya da bilenen adıyla Brexit (Britain ve exit [çıkış] kelimelerini yan yana getirerek oluşturulmuş bir kavram); emperyalizmin krizi ve krizin İngiltere gibi merkezi konumda olan bir ülkede dahi görünür hale gelimesi açısından oldukça kritik bir sürecin başlangıcı olacak. Peki Brexit neden bu kadar önemli?
Dünyanın içinden geçtiği kaotik dönemin temel belirleyenin emperyalizmin krizi olduğunu vurguluyoruz. Emperyalizme içkin olan kriz, sadece jeopolitika alanında artan çatışmalı durumu tanımlamıyor. Aynı zamanda ideoloji alanındaki fay hatlarını da gün yüzüne çıkarıyor. Bugünkü Avrupa Birliği’nin temelini oluşturacak emperyalist yapılanmalar, emperyalist kapitalist sistem açısından bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dünyada sosyalizme karşı ciddi bir ideolojik propaganda aracı olarak işlev gördü. Sovyetler Birliği’nin çözülmesine eşlik eden süre zarfında ise Avrupa Birliği, ‘küreselleşme ideolojisi’nin rol modeliydi. Bugün, küreselleşme ideolojsinin yaşadığı hezimet ile birlikte, Avrupa Birliği de ciddi sarsıntılar geçiriyor. Örneğin, PEW Araştırma Merkezi’nin 10 üye ülke halklarını içeren son anketinde, Avrupa Birliği’ne ilişkin olumsuz bakış %47’ler seviyesinde ve giderek artıyor.(1)
Bir taraftan 2008’den beri kronik hale gelen dünya çapındaki ekonomik krizin Avrupa coğrafyasına yansıması olarak Euro krizi, diğer yandan göçmen krizinin yarattığı ciddi açmazlar, en sonunda da İngilitere’nin AB’den çıkışı referanduma götürülmesi… Bu üç dinamik, Avrupa Birliği’nin üzerinde yükseldiği zeminin ciddi biçimde aşınmasına neden oluyor. Böylece, son 25 yıla damgasını vuran küreselleşme ideolojinin Avrupa proletaryasının üzerinde yarattığı Avrupa Birliği’ne ilişkin perde de yırtılmaya başlıyor. Avrupa proletaryası, İngiliz Marksist Alex Callinicos’un tabiriyle, ‘Avrupa Birliği, emperyalizmin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemdeki en önemli projelerinden biri’ olduğu gerçeğini bizzat deneyimliyor. Bu açıdan bakıldığında, Brexit’in ve beraberinde getireceği durumun ciddi bir ilgiyi hak ettiğini eklemek gerekiyor. Dolayısyla, Brexit’in belli başlı köşe taşlarına ilişkin olarak genel bir çerçeve sunmak, bu ilgiyi canlı tutumak için oldukça önemli hale geliyor.
BURJUVA SİYASETİNDE BREXIT: SAĞ VE SOL
Brexit süreci, 2013 yılında Muhafazakar Parti lideri David Cameron’un yaptığı bir açıklamaya dayanıyor. Cameron’un açıklamasında, tek başına iktidar olmaları durumunda İngiltere’nin Avrupa Birliği içindeki statüsünü yeniden müzakere edeceğini, elde ettiği sonuçlar doğrultusunda bu konuya ilişkin bir referandum sürecini başlatacağını söyledi. 2015 seçimlerinde tek başına iktidara gelen Muhafazakar Parti hemen ertesinde Brüksel’de Avrupa Birlği ile pazarlık masasına oturdu. Pazarlıklar sonucunda ise, her iki taraf da “hassas konular” üzerinde mutabakata varıldığını beyan etti. Bu hassas konular; göçmen işçilerin ülke dışındaki çocuklarına ilişkin devlet yardımlarının yeniden düzenlenmesi, göçmen işçilere verilen devlet yardımlarının gözden geçirilerek zorlaştırılması, ulusal parlamentoların söz hakkının artırılması, İngiltere’nin eurozone düzenlemeleri nedeniyle mağdur olmaması, Londra’nın finansal merkez kimliğinin korunması ve Avrupa Birliği’nin rekabeti teşvik edecek piyasa düzenlemelerinin öncelenmesi olarak özetleyebiliriz. Bu hassas konulardan da anlaşılacağı gibi Cameron, İngiliz sermaye sınıfı için taleplerde bulunmuş kısmi olarak da başarı elde etti. Bu doğrultuda, Cameron ‘içinde kalarak mücadele etme’ yöntemini benimsedi ve kampanyasını bu temel üzerinde inşa etti. İngiliz sermaye sınıfının Avrupa Birliği’nden ayrılma gibi bir yolu tercih etmesi şimdilik olası görünmüyor. Cameron’un kampanyasına yapılan yüklü bağışlar ise bunun birer kanıtı niteliğinde. Bununla birlikte, İngiliz sermaye sınıfının kısmi taleplerinin karşılanmış olması dahi İngiliz sağını memnun etmedi. Mesele Cameron’un partisinde dahi ciddi bir yarılmayı da beraberinde getirdi. Örneğin, Muhafazakar Parti’den 130 kadar milletvekili Cameron’un “kazanımlarını” göstermelik ve çok yetersiz bularak, Avrupa Birliği’nden ayrılmaya ilişkin kampanya yürütmeye başladı. Kampanyanın öncülüğünü ise, Cameron’un varisi olarak görülen, Londra Belediye Başkanı Boris Johnson ve Adalet Bakanı Michael Gove çekiyor.
Brexit (çıkış) yanlısı İngiliz sağının temel argümanı, İngiltere’nin Avrupa Birliği içinde kalması yarardan çok zarar getirdiği... Bu argüman bağlamında, Avrupa Birliği üyesi olmanın İngiltere’nin manevra alanını ve kabiliyetini zayıflattığı, ekonomk olarak krizin vurduğu çeper ülkelerin (Yunanistan, İrlanda, İspanya, Portekiz) yükünü çekmek zorunda bıraktığı, göçmen krizi nedeniyle de sınırlarını kontrol edemediği öne sürülüyor. Brexit yanlısı sağ sadece Muhafazakarların bir kısmıyla sınırlı değil. 2015 seçimlerinde aldığı %13 oyla dünyanın içinden geçtiği tarihsel kesitte kapitalizm ve otoriterleşme eğilimi ilişkisinin yükselişi açısından ciddi bir örnek sunan neo-faşist Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) de Brexit taraftarı sağ cephenin önemli aktörlerinden. UKIP, öncelikle Avrupa Birliği’nden kesin olarak çıkılmasını savunuyor. Bu partinin Brexit sürecinde odaklandığı temel konu; sınır güvenliği ve ‘egemenlik sorunu’ oldu.
Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi’nin lideri olmasıyla İngiliz solunda ciddi bir hareketlenme yaşandı. Bu hareketlenme, Brexit sürecinde Corbyn’in takındığı ikircili tutum nedeniyle sarsılmış durumda. Halbuki Corbyn 1975’teki referandumda Ortak Pazar’dan çıkılması yönünde oy kullanmış bir isim. Bugün, Cameron’la benzer bir şekilde, ‘’içeride kalarak mücadele etme’’ stratejisini benimsemiş durumda olması ciddi bir paradoks olarak duruyor. Corbyn’e muhalif olanlar ise; bir zamanlar Corbyn’in de üyesi olduğu partinin sol kanadı denilen 7 milletvekili ile sınırlı.
Her ne kadar Corbyn içeride kalarak mücadele etme stratejisini benimsemiş olsa da, bu stratejinin üzerinde yükseldiği argümanlar Cameron’unkinden siyah ile beyaz kadar farklı. Corbyn sürekli olarak, Avrupa Birliği’nin neo-liberalizme son derece teşne bir yapı olduğunu, sosyal devlet politikalarının tahrip edildiğini, işçi sınıfına ve emek hareketine karşı ciddi saldırıların üssü olduğunu vurguluyor. Bununla birlikte, Avrupa Birliği’nin yaşadığı euro krizi ve kemer sıkıma politikalarını sertçe eleştiriyor. Lakin, tüm bu eleştirilerine rağmen, “Birlik içinde kalarak mücadele etmenin” yeni alternatiflerin doğumuna olanak sağlayacak en mantıklı yol olduğunu iddia ediyor.
SOSYALİSTLER: BREXIT DEĞİL LEXIT!
Corbyn, sol-sosyal demokrat bir siyasetçi. Bu açıdan bakıldığında bırakın İngiliz sosyalistlerini, dünyanın bambaşka coğrafyalarında sosyalizm için mücadele eden hiç kimse Corbyn’den bir sosyalist devrim beklemiyor. Ama bu gerçek bir tarafa, Corbyn’in yükselişinin, yaşadığımız tarihsel kesit bağlamında sınıf mücadelelerinin yükselişine ilişkin ciddi bir veri olduğunu farkına varmak gerekiyor. Dolayısıyla, Corbyn tipi siyasetçilerin yükselişinin nedeni olan toplumsal zeminin sosyalistler açısından nasıl dönüştürüleceği de bir başka tartışmanın konusu olmakla birlikte üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken bir nesnel olgu.
Bu noktada, biraz geç de olsa (Corbyn’in Brexit aleyhine karar vermesinin yarattığı şaşkınlığın payı var) İngiliz sosyalistleri oldukça önemli bir tutum takınarak, Brexit’e karşı Lexit’i öneriyorlar. Lexit; The Left Leave Campaign’in kısaltması. Lexit; İngiltere’nin en önemli sendikalarından biri olan İngiltere Nakliyat İşçileri Sendikası (RMT); Hintli İşçiler Birliği (GB); Britanya Bangladeşli İşçiler Konseyi, Komünist Partisi gibi irili ufaklı pek çok sendika, siyasi parti ve sosyalist aktivistin beraberliğinde kuruldu. 29 Mayıs’taki kuruluş deklerasyonunu açıklayan Lexit, Fransa’daki El Khomri yasasına karşı başlayan direnişi selamlayarak, Avrupa Birliği’ne karşı mücadelenin enternasyonalist içeriğine de vurgu yapıyor. Bununla kalmayarak; Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi ülkelerde Avrupa Birliği tarafından uygulanan kemer sıkma politikalarının sınıf karakterine vurgu yaparak, Lexit’in Avrupa Birliği üzerinden sınıf düşmanlarına ciddi bir darbe vuracağını belirtiyorlar. Bu yüzden de bahsi geçen ülkelerdeki mücadelelerin ortak zeminde yürütülmesi için çeşitili yollar bulunması için birlikte arayış çağrısı yapıyorlar.
İngiliz işçi sınıfının yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, Avrupa Birliği’nden çıkışın taraftarlarının oranının yüksek olması göze çarpıyor. Bu durum, Avrupa Birliği’ne karşı gelişen sınıfsal tepkinin rüşeym halinde olması açısından önemli. Dolayısıyla Lexit, bu rüşeym halindeki sınıfsal tepkinin büyütülerek, olası çıkışın bambaşka bir sürece evrilebilmesi açısından da umut veriyor.
AB EMEKÇİLERİN ORTAK DÜŞMANIDIR
Tekrar pahasına Brexit nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın emperyalizm açısından hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylememiz gerekiyor. Brexit, emperyalizmin krizinin merkez ülkelerde dahi görünür hale getiren bir süreç. Bundan sonrasının nereye evrileceği, sınıf mücadelelerin seyrine bağlı olsa da emperyalizmin çoklu krizi, işçi sınıfı mücadelesi açısından muazzam olanaklar sunuyor. Brexit ve dolayısıyla İngiltere özelinde bu olanakların nasıl değerlendirileceğine ilişkin ortak arayışlar her zamankinden daha önemli hale geliyor. Bu noktada, Britanya Komünist Partisi Genel Sekreteri Rob Griffiths’in Lexit’in kuruluş toplantısında söylediği, Avrupa Birliği emekçilerin ortak düşmanıdır cümlesinin bu arayışın kurucu ilkesi olarak tanımlanması, Avrupa’da yoğunlaşan sınıf mücadelelerin seyri için bizlere umut veriyor.
(1) http://www.pewglobal.org/2016/06/07/euroskepticism-beyond-brexit/