Bugün günlerden Yaşar Kemal…
Adına hamasi övgü dolu sözler yazmayacağım… Övgü dolu sözler yazacağım tabii; “hamasi” sıfatını onun için ekledim.
Antepliyim ben, bundan mıdır bilmem, sıcacık gelir bana Yaşar Kemal’in dili… Hele “İnce Memed”, hele “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, hele “Yer Demir Gök Bakır”, hele hele “Binboğalar Efsanesi”…
“Binboğalar Efsanesi”ni tanıdığımda çocuktum daha, 10 yaşındaydım. Benim altı çocuklu işçi ailemde herkes okuyordu romanı ve birbirleriyle konuşup çoğaltıyorlardı. Öylece sıcacık kalmış işte hafızamda Binboğalar Efsanesi, aile sıcağı gibi… Bir ben okumamıştım o zaman “sen daha küçüksün” diyorlardı büyüklerim “anlamazsın sen ‘Yaşam Yolu’nu oku, ‘Çocuk Kalbi’ni oku”… Büyümek istememin önemli nedenlerinden biriydi Yaşar Kemal’i okuyabilmek…
Eminim yolu solculuktan geçmiş ya da yoluna solcu olarak devam etmiş herkes en az bir Yaşar Kemal kitabı okumuştur. Solculuğun manifestolarından biriydi Yaşar Kemal, çünkü. Hepimizin içindeki İnce Memed’i yazmıştı işte.
Biz bunu biliyoruz ama böyle olduğuna halk da kendiliğinden karar veriyor; cenazesinde Berkin’le özdeşleşen sloganı o anda uyarlayıp: “Yaşar Kemal 90’ında bir çınar” diyiveriyor.
Bir insan yaşadığı toprakları bu kadar mı iyi tanır? Ya da bu kadar mı güzel yazar? Abdi Ağa’nın zalimliği, Ahmed’in erkeklik gururu, Hürü Kadın’ın analığı, Memo’nun aşkı, Seyran’ın gizlediği kadınlığı, İnce Memed’in yiğitliği, Hamza Ağa’nın kaypaklığı, korkaklığı değil midir Anadolu insanı? Türkü, Kürdü, Süryanisi, Ermenisi, Rumu, Ezidisi, Arabı değil midir Anadolu? Hangisini eksik bırakmıştır ki usta?
Usta yaşlandıkça, hastaneye her yatışında yüreğimiz ağzımızda bekledik, istemediğimiz sonu, her hastane çıkışı haberini okuyuşumuzda da “ohh” dedik “daha değil neyse ki”… Fakat geçtiğimiz yılın 28 Şubat’ında kaybettik ustayı. Ve 1923’ten bu yana Yaşar Kemal’in nefes almadığı bir dünyada yaşıyoruz bir yıldır… Tevellüdüm yetmediğinden bilmem 3 Haziran 63’ü ama; anladım Hasan Hüseyin’i… “Uy anam anam” demek geliyor içimden, “şubatta da ölmek zor”…
Toplumcu gerçekçi romanın en önemli temsilcilerinden biri diye okutuluyor lisede. “Büyülü gerçeklik” diye tarif edilen akım içinde de sayıyor bazı edebiyat eleştirmenleri ve Türkiye’nin Marquez’i diyorlar ona.
Bense “dengbej” (hikâye anlatıcı) diyorum. Yüz yıllarca sürmüş bir geleneğin en önemli temsilcisi…
Bütün dengbejler gibi büyülü, “gerçekçi” ve toplumcu. Yoksuldan, dürüstten, isyan edenin haklılığından yana olmayan bir halk hikâyesi bilir misiniz hiç? Yaşar Kemal, üst üste konduğunda bir adam boyunu bulan kitaplarıyla “çağdaş dengbej”dir öyleyse.
Dili kullanmadaki ustalığıyla, destansı anlatımıyla, capcanlı betimlemeleriyle, efsaneyle gerçeği birbiriyle yoğuran kurgusuyla harikulade bir hikâye anlatıcısıdır, hem de bin yıllık… Halkın içinden, vicdanından çıkmış…
Bu vicdandır ki; hafızalarımızda Yunus Emre gibi, Pir Sultan Abdal gibi, Aşık Veysel gibi yer edecek, ölümsüzleşecek… Ne mutlu ki ona bu kadar balık hafızalı bir toplumun hafızasında hep yaşayacaklardan olacak. Ölünün arkasından iyi şeyler yazılır diye değil yazdıklarım, bu topraklarda ölümsüzlüğe ulaşabilmek gerçekten kolay değildir, hele bir yazar olarak. Bunu başarabilmiş büyük usta Yaşar Kemal’e selam olsun.
Öldüğüne üzüldük ustam hem de çok…
Ama emin ol doğup yaşamış olmana sevindiğimiz kadar değil!