Bugünün Sverdlovlarına
"Yaptığı işin ne olduğu onun için fark etmezdi, o kendisine verilen bütün görevlerin ne için olduğunu biliyor, onları yerine getirmekten memnun oluyordu."
Baran Köseoğlu
Tarihin en ileri sıçrayışının, şanlı Ekim Devrimi’nin üzerinden neredeyse yüz beş yıl geçti. Buzu kırıp yolu açanlar bugün aramızda yok fakat eserleri bizler için rehber olmaya devam ediyor. Bugün, dünyanın her yerinde barbarlığa karşı direnenler farklı dillerde ama aynı sloganla birleşiyor: “Barış, Ekmek ve Adalet”.
Tarihin en büyük sosyalist devletini kuran; insan onuruna layık bir yaşam için mücadele bayrağını yükselten on binlerin iradesidir. Yakov Mihailoviç Sverdlov, böyle anılmak istediğini sandığım üzere devrimi yaratan on binlerden sadece “birisi”dir. Fakat özel birisidir, bu su götürmez bir gerçek.
Ekim devriminin önderlerinden, bolşevik devrimci Yakov Mihailoviç Sverdlov ya da parti ismiyle Yoldaş Andrey’in otuz üç yıllık kısa hayatı, eşi ve mücadele arkadaşı Klavdiya Sverdlova tarafından kaleme alınıyor.
Sverdlov, 3 Haziran 1885 yılında Nijni-Novgorod’da doğdu. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Çocukluğunu ve gençliğinin ilk yıllarını geçirdiği bu kentte, genç yaşta sosyalizme ilgi duymuş ve örgütlü mücadele içerisinde yerini almıştı. Ömrünün önemli bir kısmını geçireceği Çarlık Rusya’nın rutubetli hapishaneleri ile tanıştığında henüz on altı yaşındaydı.
Sverdlov sürekli okuyor, kendisini durmadan geliştiriyor, Bolşevik Parti tarafından belirli işler için görevlendiriliyordu. Yaptığı işin ne olduğu onun için fark etmezdi, o kendisine verilen bütün görevlerin ne için olduğunu biliyor, onları yerine getirmekten memnun oluyordu.
Ural, Narım, Turukhansk, Petersburg, Moskova ve daha birçok yerde bu durum hiç değişmedi. O, kendisine verilen görev fark etmeksizin, her iş için deyim yerindeyse biçilmiş kaftandı. Ohranka tarafından arandığı yıllarda Rusya’nın birçok şehrinde faaliyet yürüttü. Dağılmış örgütleri hızla toparlıyor, parti günbegün yeni üyeler kazanıyordu. İyi bir ajitatör ve konuşmacıydı, işçiler için bir bildiri kaleme alınacaksa bu da onun işiydi.
Yakov Mihailoviç Sverdlov, çevresindeki herkes için neşe kaynağıydı. O bir kere gördüğü bir yoldaşını asla unutmazdı. Çevresindeki herkese moral verir, onlar için mutlaka güzel şeyler söylerdi. Sverdlov’un hayatının önemli bölümü hapishanelerden sürgünlere, oradan başka hapishanelere giderek, özgürlükten uzak geçiyordu. Fakat o umudunu ve neşesini hiç kaybetmemesi ile ünlüydü. Onun yanındayken kimse umutsuzluğa kapılamazdı.
Öyle ki Sibirya’nın en ücra yerlerinde, hapishanede ya da doğru düzgün yiyecek bile olmadığı zamanlarda bile sürekli okuyor, çevresindekilerle tartışıyor, ajitatör ve propagandistlerin eğitimine yardımcı oluyordu. Bazı hapishanelerde “Hapishane Üniversitesi” bile kurduğu olmuştu. Sürekli enerjik olmasına karşın aslında hiç dinlenmiyor, günde beş saatten fazla uyumuyordu. Lenin, Sverdlov’dan “Eğer biz proleter devrimin önderinin yaşam yoluna bir göz atarsak, bu proletarya devrim önderinin her muhteşem özelliğinin, büyük bir devrimcinin özelliklerini kendi gücüyle şekillendirdiğini hemen görebiliriz.” diye bahsediyordu.
Sverdlov, Merkez Komitesi Üyeliği, Merkez Komitesi Sekretaryası Üyeliği ve Tüm Rusya Merkez Yürütme Kurulu Başkanlığı gibi birçok önemli göreve getirildi. 1905 ve 1917 devrimlerinde aktif rol aldı. Hayatının son yıllarında yakın bir çalışma arkadaşlığı ve sıkı bir dostluk geliştirdiği Lenin’in her zaman sıkı bir destekleyicisi oldu.
İnce bir vücuda sahip olan Sverdlov’un bünyesi, yoksulluk ve özellikle sürgün yıllarında yüzleşmek zorunda olduğu dondurucu soğuk nedeniyle zayıf düşmüştü. Devrimden sonra bile, ele geçirilen kıyafetler arasından en ucuz kürklü giysiyi bile kullanmayı reddetmişti. Kendisine ait kalın bir paltosu neredeyse hiç olmamıştı. Üstelik o çok az uyuyor ve neredeyse hiç dinlenmiyordu.
1919 yılının mart ayında Ukrayna Sovyet Kongresi için Harkov’dayken hastalığı kendisini göstermeye başladı. Buna rağmen Moskova’ya dönerken birçok kez durmuş, toplantılar gerçekleştirmiş ve halka hitap ederek konuşmalar yapmıştı. Sonunda eve döndüğünde ateşi otuz dokuz derecenin üzerindeydi. Fakat onu evde tutmak imkansızdı. Durumu giderek kötüleşti, bilincini kaybetmişti. 16 Mart 1919 tarihinde grip sebebiyle hayatını kaybetti.
“Göğsümde kalbim çarptığı müddetçe, damarlarımda kan aktığı müddetçe mücadele edeceğim” demişti. Gerçekten de öyle oldu. Sverdlov’un kısacık hayatının merkezinde sadece ve sadece sosyalizm mücadelesi vardı. Sürgünde, hapishanede, ailesinden, yoldaşlarından uzak yaşamak zorundayken bile onu hayata sımsıkı bağlayan yegâne şey buydu. Sverdlov sadece bunu istiyor, sadece bundan tatmin oluyordu.
Bugün farklı bir yüzyılda, farklı topraklar üzerinde, mücadeleyi aynı kararlılıkla yürütmeliyiz. Zafere giden yolda bilincimizi şekillendiren, mücadeleyi öğrendiğimiz insanlara, insanlığa ödememiz gereken bir borç var. Dünyayı yerinden sarsacak ve onu yeni baştan kuracak olan güç elimizde, zihnimizde ve irademizdedir. Sverdlov yaşadı, Sverdlov’lar yaşayacak.