İktisatçılar çok uzun süre faiz oranlarının asla negatiflere inemeyeceğini söylediler. Nasıl inebilir ki, diyorlardı. Faiz, tutumlu olana verilen bir ödül. Tutumlu birey israfçılık yapmıyor ve toplum da onu ödüllendiriyor, ödüle de faiz deniyor. Faizin “0” olması toplumun tutumlu bireye hiç ödül vermemesi anlamına geliyor. Onlar için faizin 0’dan küçük olması ise iki sebepten ötürü mümkün değildi. Birincisi, bunun anlamı tutumlu bireyin cezalandırılması ve hiçbir toplum bunu yapmaz. İkincisi ise, faiz negatif olsa, kim neden parasını faize yatırsın? Bugün cebime koyduğum 10 lira yarın da 10 lira olacak. O halde paramı faize yatıracağıma cebimde tutarım. Yani, faiz negatife düştüğü anda hemen paramı çekerim, cebime koyarım. Çok param varsa ayakkabı kutuları ne güne duruyor?
Bugünlerde bu düşünce çatırdıyor. Avrupa Merkez Bankası (AMB) 2014 yılından beri negatif faiz uyguluyor [1]. Japonya Merkez Bankası (BOJ) da AMB’yi takip etti ve 2016 Ocak ayından itibaren onlar da negatif faiz uygulamasına geçti [2]. Bu yazıda, basitçe ifade etmek gerekirse, nasıl oluyor da böyle oluyor, sorusuna değineceğiz.
EKSİ FAİZ NEDİR?
Merkez bankaları sadece bankalarla ilişkiye girerler. Bankalara para verirler, gerektiğinde onlardan para çekerler. Bankalara para verirken merkez bankası faiz alır. Merkez bankaları ile bankalar arasında doğan bir diğer ilişkiden de “mevduat faizi” doğar. Bankalar, batmaya yakın değillerse kasalarında, daha doğrusu Merkez Bankası kasalarında, yasal olarak tutmaları gerekenden daha fazla para tutarlar. Bu durumda Merkez Bankası onlara para verir. Merkez Bankası’nın ödediği mevduat faizi tam olarak budur. AMB ve BOJ işte bu faizi negatife çekti.
Bu noktada, bankaların işleyişini biraz bilenler şaşırabilir. İnsanlar bankalara para yatırıyor, sonra banka bu paranın bir kısmını alıp insanlara borç veriyor. Her durumda bankanın insanlardan aldığı faiz insanlara ödediğinden fazla. Banka buradan zaten kazanıyor, bir de kasasında boş boş duran paradan da mı kâr ediyor, denebilir. Evet. Kumar için doğru olan, para için de doğru: Kasa her zaman kazanıyor.
BUGÜNKÜ EKONOMİK DURUM
Bugün dünyanın önde gelen emperyalist ülkelerinde yüksek işsizlik ve borç yükü nedeniyle halk eskisi kadar harcayamıyor. Büyük borç stokları nedeniyle devletler kemer sıkıyor. Sanayi üretimi çoğu ülkede kriz öncesi seviyelerine ulaşamadı. Bunun sonucu talep çok düşük seviyelerde seyrediyor, yani mallar satılamıyor. Böyle olunca da birçok yerde, özellikle emperyalist merkezlerde sıfıra çok yakın, hatta bazı örneklerde sıfırın altında enflasyon gözlemleniyor. Negatif enflasyon neden zararlı olsun, diye sorabilirsiniz. Kapitalizm için zararlı. Eksi enflasyon düşük talebi yansıtır ve beklentileri de aşağı çeker. İnsanlar tüketim ve yatırımlarını ertelerler. Fiyatların daha da düşeceğini öngörüyorsa bir kapitalist neden parasını bugün harcasın? Talep olmayınca üretim de olmaz. Kârlar düşer, sermaye birikimi düşer. Bu yüzden enflasyonu arttırmaya, hatta yaratmaya çalışıyorlar. Düşük faiz bunun yollarından biri.
Merkez bankaları borç verme faizlerini bir süredir sıfıra yakın seviyelerde tutuyor. Dertleri bankalar rahatça kasalarındaki parayı kapitalistlere veya tüketiciye borç olarak versin; kapitalistler yatırım yapsın, halk da bol bol para harcasın istiyorlar.
ABD, İngiltere, Avrupa ve Japonya Merkez Bankaları, krizin ilk yıllarından beri “geleneksel” politika aracı olan kısa vadeli faizleri sıfıra yakın tutuyor. Bu yetmedi, bankalara doğrudan düşük faizli kredi desteği vererek kredi almayı kolaylaştırıyor (kredi genişlemesi). Yine yetmiyor, piyasadan borçlanma kağıtları satın alarak para arzını genişletiyor, piyasa faizlerini düşürmeye ve talebi körüklemeye çalışıyor (parasal genişleme). Bu da yetmiyor.
AVRUPA’DA NELER OLDU?
Avrupa Merkez Bankası (AMB); zaten uzun bir süredir yüzde 0 olan mevduat faizini Haziran 2014’te yüzde -0,1’e düşürdükten sonra Aralık 2015’te de yüzde -0,3’e çekti [3]. Yani kendisine para getiren bankaları faizle ödüllendirmek yerine cezalandırıyor, “gidin bu parayı kredi olarak verin” diyor.
Üstelik AMB piyasaya para da pompalıyor. AMB geçen Mart ayından itibaren her ay 60’ar milyar Euro tutarında tahvil alımı yapıyor. Bunun anlamı, para basan kurum piyasaya para saçıyor. Daha önce bu politikanın Eylül 2016’ya kadar sürdürüleceği açıklanmıştı; Aralık ayında bu süreyi Mart 2017’ye uzattılar. O yapılıyor, bu yapılıyor; işler hala olması gerektiği şekilde seyretmiyor.
JAPONYA’DA NELER OLUYOR?
Japonya’da durum biraz daha karmaşık. Ekonomi, 1994’ten beri yüzde 1 olan resmi faiz oranıyla döndürülmeye çalışılıyor. Yıllık ekonomik büyüme hızı ortalama yüzde 1’ler seviyesinde seyrediyor.
2013 başında iktidara gelen Liberal Demokrat Parti, bu cendereden çıkma iddiasıyla ultra-genişlemeci bir ekonomi politikası uyguluyor. Japonya Merkez Bankası (BOJ) bu politika kapsamında ekonomiye yıllık 80 trilyon yen (yaklaşık 2 trilyon TL) para pompaladı. Ancak yeterli olmadı. BOJ Ocak 2016’da yaptığı toplantıda beklenmedik bir adım attı ve tarihinde ilk kez yüzde 0,1’lik negatif faiz uygulamasına geçerek bankalara şu mesajı vermiş oldu: Parayı merkez bankasında tutmak yerine gidin dağıtın, böylece tüketim artsın, ekonomi canlansın. Daha da önemlisi, BOJ bu politikanın da yetersiz kalması halinde faizlerin daha da düşük negatif seviyelere çekilebileceği mesajını verdi [4].
MARKS’TA PARA
Eksi faiz burjuva iktisatçılarının kafasını karıştırsa da Marksist iktisatçılar için son derece anlaşılabilir bir durum.
Meselenin özü piyasadaki her şeyi parayla alabilmemizde yatıyor. Daha doğrusu, para elde etmek zorken parayı harcamanın kolay olmasında. Daha da açalım: Varsayalım cebimizde 100 lira var. Biz bu paranın karşılayabileceği bütün ürünleri alabiliriz. Bu ürün yemek, içecek, giyecek, lüks eşya yani her şey olabilir. Eğer aldığımız üründen hoşnutsak ve onu satmak istemiyorsak, hiçbir sorun çıkmaz. Ama satmak istiyorsak biraz zorlanabiliriz. Bu durumda özel olarak bizim ürünümüzü isteyen birini bulmamız gerekiyor. Parada ise böyle bir sorun yok. Her meta para karşılığı alınabilir. Bu yüzden Marks’ta para evrensel eşdeğer olarak geçer.
İşçinin ürettiği ürüne el koyan kapitalist, o ürünü tüketmek istemez. Çoğu zaman bunu düşünmez bile. Sadece satmak ister. Normal zamanlarda, sermaye birikiminin yolunda olduğu dönemlerde bir sorun yoktur. Üretilen mallara tüketici bulunabilir, talep yeterli seviyelerdedir. Birikimin teklediği, yavaşladığı, hatta durduğu zamanlarda ise mallar satılamamaya başlar. Satma eylemini gerçekleştiren almak istemez, alan ise hemen satmak ister. Para halinde olmayan, meta formunda olan sermaye bombaya benzer. Bütün kapitalistler hızla sermayelerinin para haline geçmesini ister. Çünkü para evrensel eşdeğerdir, değeri koruyabilir; ama satılamayan meta tekil sermayeyi zora sokar. Hiç satılamayan meta ise değersizdir. Bir başka ifadeyle, para formuna geçemeyen meta-sermaye çöpe atılır.
ÖNCE HAVUÇ SONRA SOPA
Kriz zamanları Para-Meta-Para döngüsünün yavaşladığı dönemlerdir. Döngünün yavaşlamasının bir sonucu da kapitalistlerin ellerindeki parayı dolaşıma sokmamalarıdır. Bu durumun en uç örneğini bankalarda görürüz, görüyoruz. Bankalar yatırımcılara para vermek istemiyor, yatırımcılar da yatırım yapmaya çalışmıyor. Sonuç, banka kasalarında para atıl atıl duruyor, ekonomi işlemiyor. Bugün Avrupa’da da, Japonya’da da, ABD’de de bunu gözlemliyoruz. Merkez bankaları, önce havuç gösterdiler. Bankaları yatırımcılara para vermeye teşvik ettiler; işe yaramadı. Şimdilerde yavaş yavaş sopa gösteriliyor. Ancak mevcut sopalar çok yumuşak. Bunların işe yarayıp yaramadığını hep birlikte göreceğiz; ancak ilk veriler, küresel ölçekte sermaye döngüsünü tamir etmenin çok daha sert sopalar gerektirdiğini gösteriyor.
Notlar:
[1] http://tr.sputniknews.com/rsfmradio.com/2014_06_05/AMB-1faizi-indirdi /
[2] http://www.mahfiegilmez.com/2016/01/japon-merkez-bankas-ve-negatif-faiz.html
[3] http://www.ecb.europa.eu/press/pressconf/2016/html/is160121.en.html
[4] https://www.boj.or.jp/en/announcements/release_2016/k160129a.pdf