Çağdaş Oklap yazdı: Musul operasyonu ve anti-emperyalizm... Türkiye’nin ekseni kayar mı?
Her ne kadar bugün yaşanan kriz, sistem içinde öngörülemez kaymaların yaşanabileceği istikrarsızlığı kural ya da yeni normal haline getirdiği bir dönemin açılmasına vesile olsa da AKP/Saray Rejimi’nin rasyoneli , eksen değiştirmek değil eksenin siyasal mimarisinde kendine daha fazla inisiyatif verilmesini sağlamaktır.
Musul Operasyonu örneğinde de görüleceği gibi AKP/Saray Rejimi’nin ‘emperyalist zincir’ içindeki sistemik krizin varlığı nedeniyle oluşan boşlukları görerek attığı adımlar, kimi zaman dozajı giderek yükselen, ‘’Türkiye’nin ekseni mi kayıyor?’ sorusunu da beraberinde getiyor. Bu tartışmanın bir başka dolayımı da AKP/Saray Rejimi’ne hikmeti kendinden menkul bir anti-emperyalizm aftetmek biçiminde zuhur ediyor.
Bu noktada, emperyalist sistemde hegemon güç durumunda olan (her ne kadar gerileme sürecine girmiş olsa da) ABD emperyalizminin ‘ayrıksı yönü’ne bakmakta fayda var. İngiliz Marksist tarihçi Eric Hobsbawn bu ayrıksılığı şöyle ifade ediyor: ‘’On dokuzuncu yüzyıldaki Büyük Britanya’nın aksine Amerika devrimci bir ideolojiye dayanan dönüştürücü bir güçtür. Devrimci Fransa veya Sovyet Rusya gibi, ABD de salt bir devlet değildir, kendini aynı zamanda dünyanın belirli bir biçimde dönüştürülmesine adamış bir devlettir.’’1 Hobsbawn bu tespitiyle, ABD emperyalizminin kurduğu bağımlılık ilişkisinin önemli bir farkına işaret ediyor. ABD emperyalizminin kurduğu bağımlılık ilişkisini belirli işbirlikçi odaklardan ziyade ya da onlara ek olarak daha farklı bir düzeyde kurmakta ve yürütmektedir. ABD emperyalizmi, ABD hegemonyasına giren bir ülkede, o ülkenin düzenine içkin bir özellik kazanmaktadır. Diğer bir ifade ile söylersek, o düzenin doğrudan içsel, organik bir parçası haline gelmektedir. Bu haliyle, dışsal bir unsur olmaktan ziyade, daha çok düzenle füzyona giren bir unsurdur. Bu türden bir egemenlik sistemi, kolay elde edilemeyecek olan bir ‘’değerler hegemonyası’’ üzerinde yükselmekte, organik bir entegrasyon ile yürümektedir.
Dünyada tüm sağ ideolojiler için emperyalizm, temsilci olduklarını iddia ettikleri ‘’yerli ve milli’’ olanı bozacak, kurulu nizamı yerle yeksan edecek olan dışsal, gizemli bir unsur olarak tasavvur edilir. Bu mistik unsur, herhangi bir somutluğa ulaşamayan bir dış düşmandır en nihayetinde. Bu unsur örneğin, özelleştirmeyi dayatan ya da güvencesiz çalışma reformlarını dikte ettiren değil ama dünya ekonomisini gizlice kontrol ettiği varsayılandır aynı zamanda. Dolayısıyla, sağ için anti-emperyalizm ekonomi-politik bir zemin üzerinden değil, tam tamına ‘üst-akıl’ örneğinde de görüleceği gibi bir mistifikasyon üzerinden yükselmektedir. Elbette ki, AKP/Saray Rejimi de bundan azade değildir.
Tüm bunlarla beraber, AKP/Saray Rejimi’nin kimi özgün yanları bulunmaktadır. Bu özgün yanlardan biri, söz konusu Musul olduğunda bir adım öne çıkmaktadır. Bu özgün yan, rejimin ideolojik aygıtları vasıtasıyla, yayılmacı ve militarist politikalarının sözde emperyalizm karşıtı argümanlarla içeriklendirilendirilerek emekçi sınıflara sunulmasıdır. Lozan’ın tartışmaya açılma girişimi ya da sabık başbakan Davutoğlu döneminde, ‘’ya Skyes-Picot kazanacak ya da Kutü’l Amâre’’ dayılanması gibi hezeyan ve hamaset bunun tipik örnekleridir ve yerli yerinde durmaktadır.
Tüm bu hezeyanın ve hamasetin üzerinde yükseldiği nesnel bir zemin bulunuyor. Bu nesnel zemin, yazının başında söylediğimiz ABD hegemonyasındaki gerileme ve bu gerileminin sonucu olan krizdir. Bu kriz, daha rekabet odaklı, daha militerleşmiş dolayısıyla da istikrarsız bir uluslarası sistemin varlığına delalet ediyor. Bu durum, AKP/Saray Rejimi’nin kendinden önceki muadillerinden farklı olarak, uluslararası sistemde ‘’özerk hareket alanları’’ yaratmak veya var olanları genişletmek konusunda fazla ısrarcı bir yönelime girmesi ve bu konuda ‘’ideolojik önderlik’’ e soyunmasına vesile oluyor. AKP/Saray Rejimi’nin hamaset ve hezeyanın yükseldiği nesnel zemin budur. Ki eski ABD büyükelçisi James Jaffrey’in şu sözleri de bunu kanıtlar niteliktedir. ‘’ Herkes sürekli Erdoğan’a kızgın çünkü bizi iyi idare etmiyor. Fakat biz en riyakâr ve suni kişiler tarafından bile de olsa iyi idare edilmeye alışmışız. Bize duymak istediğimiz şeyleri söyleyip sonra kafalarına ne eserse onu yapıyorlar. Erdoğan da kafasına ne eserse onu yapıyor ancak duymak istediğimiz şeyleri söylemiyor.’’2
O halde yazının başlığı olan soruya gelebiliriz. Türkiye’nin ekseni kayar mı?
Türkiye ve bugün mevcut siyasal iktidarı olarak AKP/Saray Rejimi yukarıda da bahsettiğimiz gibi Atlantik İttifakı’na (ABD emperyalizmi demenin bir sakıncası bulunmuyor.) organik bir biçimde bağlıdır. Dolayısıyla hamaset ve hezeyanla mürekkep dayılanmalarını ya da muhtarlar karşında atılan ‘’Eyyy!’’ tiradlarını eksen kaymasının, Avrasyacılığa dönüşün rasyoneli olarak kabul etmek ancak rejimin yeni kullanışlı/kullanışsız aptalları olarak kabul edebileceğimiz kesimlere özgü bir davranıştır.
Her ne kadar bugün yaşanan kriz, sistem içinde öngörülemez kaymaların yaşanabileceği istikrarsızlığı kural ya da yeni normal haline getirdiği bir dönemin açılmasına vesile olsa da AKP/Saray Rejimi’nin rasyoneli , eksen değiştirmek değil eksenin siyasal mimarisinde kendine daha fazla inisiyatif verilmesini sağlamaktır. Musul Operasyonu’na katılım için gösterilen tüm bu çabalar, hamaset ve hezeyanlar bir tarafa bıraklıdığında yukarıda söylediklerimizin pratikteki karşılığı olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. AKP/Saray Rejimi için Atlantik İttifakı’ndan kopuş, tarihsel-yapısal olarak imkansızdır. Ya da diğer bir ifade ile söylersek, Türkiye’deki her boydan gericilik, Amerikancı olmakla mükelleftir.
Bitirirken, bir hatırlatmada bizim cenaha yapalım:
Solun bir bütün olarak bakıldığında esas meselesi, ABD öncülüğündeki emperyalist kampa da embiryo halinden formasyon haline dönüşen karşıt kampa da ikircimsiz bir anti-emperyalist tutum almasının gerekliliğidir. Sol, bu tutumu hakkıyla yerine getirmediğinde, ‘büyük güçler’ karşısında AKP/Saray Rejimi’ni aklamaktan başka bir işlevi olmayan, bir o kadar da demagojik mahiyetteki kullanışlı/kullanışsız aptalların anti-emperyalizmi olan‘’üst-akıl’’ söyleminin pençesinde debelenecektir.
Ve anti-emperyalizm, kullanışlı ya da kullanışsız olması fark etmeksizin aptallara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir.
1. Eric Hobsbawn, Yeni Yüz Yılın Eşiğinde, syf.59