10 Ocak’ta İngiliz The Independent’ta yayınlanan bir haberde, Alman istihbarat teşkilatı BND tarafından 2015’in son günlerinde yayınlanan kısa bir rapora atıf yapılıyor. Raporda, 80 yaşındaki kral Selman’ın demans rahatsızlığı nedeniyle ülkeyi fiilen yöneten 29 yaşındaki oğlu Prens Muhammed bin Selman’ın “içgüdüsel bir müdahale politikası” izlediği değerlendirmesi var. Ana akım Batı medyasının en önemli yayın organlarından birinde, Suudi Arabistan’ın bir süredir dış politikada hayata geçirdiği “tek taraflı” hamlelerden duyulan rahatsızlığın manşete taşınma tarzı da dikkat çekici: “Toy ve kibirli Suudi Prensi ateşle oynuyor”.
Suudi Arabistan gerçekten de bir süredir agresifleşen dış politikasıyla dünyanın gündeminde. 2 Ocak günü idam edilen 47 kişi arasında Şii muhalif din adamı Nimr el-Nimr’in de yer alması bölgede büyük bir infiale yol açarken, İran’la zaten gergin olan ilişkiler, ezeli müttefik ABD’yi bile rahatsız edecek derecede gerilmiş durumda. Nimr’in infazı ile son zamanlarda ABD tarafından “satışa getirildiği” hissine kapılan Suudi yönetiminin büyük biradere de mesaj vermek istediği oldukça yaygın bir görüş. Aslında bu yeni bir gelişme de değil, ABD ile ezeli müttefiki arasındaki "pürüz"ü ABD’nin Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından iktidara gelen Mursi yönetimindeki Müslüman Kardeşler hükümetini desteklemesine kadar götürmek mümkün. ABD’nin Suriye cephesindeki "pasif" tutumu karşısında da Suudi Arabistan’ın –Türkiye ile de beraber - provokatif adımlar atmaktan kaçınmadığı bir gerçek. İçinde Ahrar'uş Şam, Nusra gibi örgütlerin de bulunduğu Fetih Ordusu’nun kurulması ve İdlip operasyonu bunun bir örneği. Ve tabii Riyad açısından en büyük sıkıntı kaynaklarından birisi de, P5+1 görüşmelerinde İran’la nükleer program konusunda varılan anlaşma.
Arka planda bu agresifleşme ihtiyacını yaratan etkenlerden birisi de ekonomi ve bu açıdan temel parametre elbette petrol fiyatlarındaki gerileme. Biz de bu yazıda tüm bu olan bitenin içerisinde Suudi ekonomisine biraz daha yakından bakacağız.
PETROL FİYATLARINDA NE OLUYOR?
IŞİD’in Musul’u işgal ettiği 2014 yazında petrol fiyatları (Brent, varil başına) 114 dolara kadar çıktı ve bölgede artan gerilimle fiyatların nereye kadar çıkacağı tartışılırken tam aksine tarihi bir çöküş başladı ve 2016 başlarında 20 dolarlar seviyesi konuşulur hale geldi. Peki ne oldu da petrol fiyatları kısa sürede böylesi bir çöküş yaşadı? Belirli atlamaları da göze alarak önce kısaca bu başlığa değinelim.
Birincisi, zaten petrol fiyatlarında alışık olunan 100 dolarlı seviyeler değildi. Örneğin fiyatlar 1980’lerin ortalarından 2004’e kadar 18-30 dolar arasında seyrediyor, 2004 sonrası süreçte ise krize kadar devam eden bir yükseliş söz konusu ve fiyatlar 144 dolara kadar yükseliyor. Krizle beraber $30 seviyelerine hızlı bir çöküş yaşanıyor ama toparlanma uzun sürmüyor. Brent petrol 2010-14 arasında yine $100 üzerinde seyrediyor. 2014’ten sonraki süreci ise yukarıda özetledik.
Gelişmeleri basitçe “arz-talep” mekanizmasında yaşanan dengesizlikle açıklamak mümkün; biraz açacak olursak, kapitalizmin 2000’lerin başından itibaren yaşadığı genişleme döneminde petrol ve metal gibi birçok emtia da önemli bir yatırım alanı oldu. Başta Çin olmak üzere dünya genelinde artan talep/tüketimin fiyatları yukarı doğru çekmesinin yarattığı "euphoria" yatırımcıları bu alana yönlendirdi ve artan talebe belirgin bir yatırım/üretim artışı eşlik etti. Ek olarak kapitalizmin ‘derinleşen ve deregüle edilen finansal sistemi’ petrol ve emtiaları ani ve keskin fiyat hareketlerine daha açık hale getirdi. 2008 krizi dengeleri değiştirdi: Bir yanda kriz öncesi yatırım patlamasıyla belirgin yüksek seyreden üretim, diğer yanda kriz sonrası bir türlü istenilen seviyelere çekilemeyen tüketim, dengeyi arz lehine belirgin derecede bozdu. Kriz sonrası kapitalizmin ayakta durmasının en önemli faktörü olan Çin, durumun bir müddet daha ‘idare edilmesini’ sağladı. Ancak ülkede büyüme oranının %10’lardan %7 altına doğru inmesiyle petrol ve emtialarda da çöküş süreci hızlandı.
PEKİ ARZ NEDEN KISILAMIYOR?
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) içerisinde İran, Venezuela, Ekvador, Cezayir gibi üreticilerin fiyatları yeniden yukarı çekmek için üretimi kısma konusunda ısrar etmesine rağmen Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez devletleri buna karşı çıkıyor. Suudiler, petrol pazarının en büyük kısmını oluşturan Asya’da Rusya ile ciddi bir fiyat rekabeti içerisinde. Petrol fiyatlarının bu kadar düşmesinde iki ülkenin sürekli arz arttırarak fiyatları kırmasının da etkisi var. Diğer yandan Suudiler OPEC’in fiyatları belirlemede eskisi kadar etkili olmadığının da fakında. OPEC’in toplam üretimdeki payı %33’e kadar gerilemiş durumda, bu nedenle arz kesintisi yapmaları durumunda bunun fiyatlarda istenilen etkiyi yaratmama ihtimali ve üstüne üstlük pazarlarını OPEC dışı rakiplere kaptırma endişesi taşıyorlar.
Bu arada İran-ABD nükleer anlaşması sonucunda İran üzerindeki yaptırımların gevşemesi ile birlikte İran’ın yeniden önemli bir ihracatçı olarak piyasaya döneceği beklentisi, fiyatları daha da aşağı çekti. Anlaşmanın ekonomik güç dengeleri açısından Suudi Arabistan’ı rahatsız etmesi için birçok neden var. İran ekonomisi yaptırımlar nedeniyle yüzde 20 civarında küçülmüş, günlük petrol üretimi 2008’de 4 milyon varilken 2015 ortalarında 2,8 milyon varil civarına düşmüş durumdaydı. Yaptırımların kaldırılmasıyla İran’ın petrol stoklarını eritmesi, hatta üretimini çok kısa sürede yeniden 3,5 milyon varilin üzerine çıkarması bekleniyor. Haliyle bu durum Suudi petrolüne bir rakibin daha eklenmesi demek.
Dahası, İran’ın uluslararası finans piyasalarına yeniden açılarak ekonomik talebi canlandırma ve oldukça büyük iç pazarına yönelik yabancı yatırımları çekerek ekonomik kapasitesini güçlendirme olasılığı da Suudi tarafı açısından ek bir tehdit olarak algılanıyor.
Görünürde petrol fiyatlarının yeniden yükselmesini sağlayacak bir gelişme yok. Düşüş eğiliminin 2016’da da sürmesi bekleniyor. Goldman Sachs, Standard Chartered ve RBS gibi finans kuruluşlarının tahminleri 20, hatta 10 dolarlara kadar iniyor.
ORTADOĞU KARMAŞASI VE ÇÖKEN PETROL FİYATLARININ CENDERESİNDE SUUDİ EKONOMİSİ
Gelelim meselenin Suudi ekonomisi açısından taşıdığı yapısal öneme… Suudi Arabistan, devlet gelirlerinin yüzde 80’ini ham petrol satışından elde ediyor ve halktan neredeyse hiç vergi almayarak petrol gelirinin transferi yoluyla yarattığı refah algısıyla sistemin sürdürülebilirliğini sağlıyordu. Ham petrol fiyatının varil başına 110-120 dolarlar düzeyinde seyrettiği yıllarda, Suudi Arabistan oldukça yüksek büyüme hızları kaydederken, bazı yıllarda milli gelirinin dörtte birine varan cari işlemler fazlası verdi.
2014 ortalarından itibaren petrol fiyatının 1 yıl içerisinde yüzde 60 düşmesiyle birlikte ülke 2009 krizinden beri ilk kez bütçe açığı vermeye başladı. IMF hesaplamalarına göre ülkenin kamu bütçesini denkleştirebilmek için ham petrol varil fiyatının en az 82 dolar olması gerekiyor. Oysa bu yazının yazıldığı günlerde 30 dolarlar düzeyine kadar gerilemişti.
Ülke ekonomisi 2015’te 16 yıllık bir aradan sonra ilk kez cari işlemler açığı verdi ve ekonomistlerin deyimiyle “ikiz açık” sorunu (bütçe ve cari işlemler açığı) ile karşı karşıya kaldı. Kamu borçlanma gereğinin 2014’te sadece 2,4 milyar dolarken 2015’te 136,3 milyar dolara çıktığı tahmin ediliyor. Kamu borcunun milli gelire oranı ise 2014’te yüzde 2’lerdeyken 2015’te bir anda yüzde 20’ye fırlamış durumda. Başka bir deyişle, yıllar boyunca "petrodolar" kazançlarından elde ettiği muazzam büyüklükteki parayı uluslararası mali piyasalarda işleterek bir de finansal kârlarla büyüten Suudi hanedanlığı, uluslararası finans sisteminden sermaye çeken bir konuma gelmiş oldu.
IMF’in Ekim ayında yayınladığı Ortadoğu ve Orta Asya bölgesel görünüm raporunda kamu maliyesi sorunlarına köklü bir çözüm getirilmemesi durumunda Suudi Arabistan’ın 5 yıl içinde finansal kaynaklarını tüketerek bir anlamda iflasa sürüklenebileceği yönünde uyarı yer alıyor. Benzer bir değerlendirme Suudilerin Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki ortakları Umman ve Bahreyn için de yapılırken, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise 20 yıl dayanacak kaynağı olduğu belirtiliyor.
Suudi yönetimi, içine düştüğü darboğaz karşısında finans spekülatörlerinin güvenini geri kazanmak için 2016 bütçesinde bir dizi kademeli harcama kesintisi açıkladı ve bunun içerisinde petrol sübvansiyonlarının azaltılması da var. Bu sübvansiyonlar petrolün ülke içerisinde yurtdışına kıyasla daha ucuza tüketilmesine imkan tanıyordu. Bütçe açıklarının telafisi için, başka devlet işletmelerinin yanı sıra, küresel petrol rezervinin yüzde 15’ini kontrol eden devlete ait petrol devi Aramco’nun da “geniş çaplı ekonomik reformlar” kapsamında özelleştirilmesine yönelik hazırlık söz konusu.
Petrol şoku sonrası Suudi Arabistan’da uygulanmaya başlanan kemer sıkma politikalarının günlük yaşamı etkilemeye başladığına ilişkin bir haber Bloomberg’de yayınlandı. Yıllarca “petrodolar” aktarımı üzerinden adeta “itaati satın alınmış” 21 milyon nüfuslu bir halkın yüzde 40’ını oluşturan 15-34 yaş grubu kesim açısından, bizim çoktandır alışık olduğumuz pahalı benzin, paralılaşan sağlık hizmeti, kabaran elektrik faturaları, vb. kolay hazmedilebilir şeyler değil gibi görünüyor; ülkedeki olağanüstü gerici baskılara rağmen.
Bu nedenle bazı yorumcular, Suudi rejiminin biraz da bu kemer sıkma sürecinin yaratabileceği huzursuzlukları hafifletmek amacıyla “iç ve dış düşmanlara” işaret ederek dikkatleri ekonomiden uzaklaştırma derdinde olduğuna dikkat çekiyor. Bu anlamda Nimr’in idamı, meselenin iç siyaset boyutunda bir yere oturuyor. Ancak diğer yandan dış politika ayağında özellikle Yemen’de yaşananlar düşünüldüğünde dış politikada da pek başarılı bir sınav verilmediği de açık. Yemen operasyonlarının da bütçe üzerinde yüklü bir maliyeti var ve mevcut koşullar altında sürdürülebilirliği bir hayli tartışmalı.
Bu arada OPEC ve Uluslararası Enerji Ajansı’nın tahminleri petrol fiyatlarının ancak 2020’de 80 dolarlara doğru toparlanabileceğini gösteriyor. Dolayısıyla ekonomik baskının uzun sayılabilecek bir süre boyunca daha Riyad’ın başını ağrıtacağı açık.
Yeterince uzayan yazıyı bağlamak gerekirse, dış politikada oldukça sıkışan ve agresif bir hat tutturan Suudi hanedanının önümüzdeki dönemde ekonomik açıdan da elinin pek rahat olmayacağı görülüyor. Bu açıdan AKP-Saray rejiminin ve Suriye’deki cihatçı terörün bölgedeki en önemli finansman ve siyasi destek kaynağı olan bu gerici ve emperyalizm işbirlikçisi Ortadoğu despotluğunun önümüzdeki dönemde atacağı adımların daha yakından takip edilmesinde yarar olduğu açık.