Nihai rakamı TÜİK Mart sonunda açıklayacak, ama eldeki verilere bakılırsa Türkiye ekonomisi 2015’i yüzde 4’e yakın bir büyüme oranıyla kapatmış gibi görünüyor. Başka bir deyişle önceki yıla göre büyüme hızı yarı yarıya artmış oldu.
Ancak yine rant dağıtımına, tüketime ve borçlanmaya bağımlı, üretken kapasitede anlamlı bir artışa dayanmayan, sağlıksız bir büyüme yaşandığı ortada. Özel sektörün sabit sermaye yatırımları yerlerde sürünürken tüketim yine öne çıktı ve bir anlamda büyümeyi “kurtardı”.
Fakat yıllardır alışageldiğimiz bir gelişme 2015’te gerçekleşmedi: Büyümede hızlanmayla beraber cari açık yükselmedi, aksine dörtte bir oranında azaldı. Peki buna sevinmemiz mi gerekiyor? Bu soruya, cari açığın ne olduğuna ve Türkiye’deki nedenlerine kısaca değindikten sonra 5 maddede yanıt vermeye çalışalım.
CARİ AÇIK NEDİR? TÜRKİYE’DE NEDEN YÜKSEK?
Bir ekonominin belli bir dönem içerisinde dünyanın geri kalanı ile gerçekleştirdiği mal ticareti (ihracatı-ithalat); hizmet alım-satımı (örn. turizm); yatırım (yabancıların Türkiye’de, Türkiye vatandaşlarının yurt dışında yaptığı yatırımlar) ve cari transfer (karşılıksız olarak yapılan harcama ve gelirler, örn. işçi dövizleri) akımlarının toplamına cari işlemler dengesi diyoruz. Bu işlemler sonucunda gelir tarafı fazla ise cari işlemler fazlası (ya da kısaca cari fazla); gider tarafı fazla ise cari işlemler açığı (cari açık) vermiş oluyoruz.
Orta gelişkinlikte bir kapitalist ekonomi olarak neoliberal dönüşüm sürecinde büyük bir yol kat etmiş olan Türkiye, kapitalist birikimin dengesiz ve anarşik yapısını en somut şekilde yansıtan, dışa bağımlı yapısı nedeniyle ticaret ve finans akımlarındaki dalgalanmalara karşı en hassas ülkelerden biri. 60 yıldır kronik biçimde cari açık vermesi bu bağlamda hem bir sebep, hem de bir sonuç olarak okunabilir.
Sonuçtur, çünkü Türkiye burjuvasizi, ülkenin kapitalistleşme serüvenine eşlik eden kalkınma mirasını kemirerek büyüyen, asalak bir karaktere sahip. Dış ticaret serbestleşmesi, dahilde işleme rejimi, Gümrük Birliği, serbest kur rejimi ve elbette özelleştirmeler yalnızca tüketim malı ithalatını patlatmakla kalmadı. Daha önce ithal-ikameci modelle sınırlanmaya çalışılan ara mal ithalatını çok daha rasyonel kıldı. AKP döneminde hızla palazlanan inşaat sektörü de devasa bir ara mal ithalatına yol açtı, finansal sistemden tasarrufları emdi ve bir ihracat kalemi de yaratmadığı için cari açığın katlanmasına katkı sağladı. Böylece ihracat rekorlarıyla böbürlenilen yıllarda en yüksek cari açıkları verdik. Sınırlı enerji kaynaklarını olağanüstü verimsiz işleten, dünyanın en pahalı enerji kullanan ülkelerinden biri olmamız sayesinde de dev bir enerji açığımız var.
Aynı zamanda bir sebeptir, çünkü cari açık verdikçe bunu finanse etmek için daha fazla dış kaynağa ihtiyaç duyuyoruz. Karlarda süregelen sıkışıklığı devasa finansal balonlar yaratarak aşmaya çalışan dünya kapitalizmi bu balonların aşırı şişkinleştiği dönemlerde her zaman aynı bollukta (ve ucuzlukta) finansman kaynağı sunamıyor ve işler sarpa sarıyor. Tıpkı bugün olduğu gibi.
Artık esas konuya girebiliriz: Büyüme hızlandığı halde 2015’te cari açık neden azaldı?
1 – Cari açıktaki düşüş yapısal değil, dönemsel…
Bir kere cari açığımız gerçekten azaldı mı, bundan emin olmamız gerekiyor. Aşağıdaki tabloda ilk satıra bakarsak son iki yıldır azaldığı açık. 2015’te 11,4 milyar dolarlık bir iyileşme var. Milli gelire oranla ise yüzde 5,5’ten yüzde 4,5’e gerilediği tahmin ediliyor (tablonun alttan dördüncü satırı). Bu değişimin kaynağına indiğimizde ise hemen ikinci satırda enerji açığındaki 15,5 milyar dolarlık azalmayı görüyoruz. Demek ki enerji açığı aynı kalsaydı cari denge iyileşmeyecek, aksine kötüleşecekti, beşinci satırda açıkça görülüyor.
Kaynaklar: TCMB, TÜİK, IMF, kendi hesaplamalarımız.
* Tahmini verilerdir.
Ancak tabloyu daha açık görebilmemiz için bir de altın ticaretine bakmamız gerekiyor. Çünkü bu aslında bir ticaret değil. Büyük ölçüde İran’ın bankacılık işlemlerine uygulanan ambargo nedeniyle bu ülkeden yaptığımız doğalgaz ithalatının altın aracılığıyla ödenmesinden oluşuyor. 2014’te altın ticaretinden 3,9 milyar dolar açık verilirken 2015’te bu 4 milyar dolar fazlaya dönüşmüş. Yani cari açıktaki iyileşmenin içerisinde neredeyse 8 milyar doları da sözde altın ticaretinden geliyor.
Enerji ve altını çıkardığımız zaman, ekonomistlerin ”çekirdek cari denge” dediği rakama ulaşıyoruz. Her şey ortada: 2014’te 9,1 milyar dolarlık çekirdek cari fazlaya karşılık 2015’te 2,8 milyar dolarlık çekirdek cari açık... Yani dengede 11,9 milyar dolarlık bir bozulma... Dolayısıyla cari açıkta yapısal değil, tamamen petrol fiyatına ve altın ”ticareti”ne bağlı, geçici bir düşüşle karşı karşıyayız. ”Başka her şey sabitken” türü kurgular pek sağlıklı olmasa da bazen yararlı olabilir: Petrol fiyatının 2014’teki gibi 100 dolara yakın ortalamada seyrettiği bir senaryoda cari açığın kabaca 60 milyar dolara yakın ve milli gelirin en az yüzde 8’i olacağını tahmin etmek herhalde abartılı olmayacaktır.
2- Cari açık çok daha sağlıksız kaynaklardan finanse ediliyor
Cari açık vermek ülkenin kazandığından fazlasını harcaması, ya da tasarruf ettiğinden fazlasını yatırıma dönüştürmesi anlamına da geliyor. Bu da doğal olarak 1) başka ülkelerin tasarruflarını kullanarak finansman sağlamak, yani borçlanmak ve 2) Döviz rezervlerini kullanmak, yani cepten yemek demek. Yani cari açık veriyorsanız, aslında bunu finanse edecek parayı da bir şekilde buluyorsunuz demektir.
2015’te en önemli gelişmelerden biri, az gelişmiş kapitalist ülkelere yönelik sıcak para akımlarındaki yavaşlama oldu. Türkiye de elbette bundan nasibini aldı. 2014’te 43,6 milyar dolar olan cari açığın 41,6 milyar doları kaynağı bilinen sermaye girişlerinden (doğrudan yabancı yatırımlar, borsa ve tahvil-bono piyasası işlemleri, kredi ve mevduat akımları) finanse edilmişti. 2015’te bu girişler son 6 yılın dip seviyesine indi ve yalnızca 10,7 milyar dolar oldu.
Bunu telafi etmek için daha önce de olduğu gibi, (resmi verilerde “net hata-noksan” olarak geçen) kaynağı belirsiz sermaye girişleri imdada (!) yetişti. Bu giriş 2014’te 1,6 milyar dolarken 2015’te tam 9,7 milyar dolara fırladı. Tabi bu da yetmedi, geriye kalan 11,8 milyar dolar da uluslararası rezervlerden karşılandı, yani hazırdan yenmiş oldu.
Böylece 2014’te cari açığın yalnızca yüzde 4,7’si kaynağı belirsiz para ve rezerv eriterek finanse edilirken 2015’te bu oran yüzde 66,7’ye ulaştı. Carı açıktaki düşüşün olumlu etkisini fazlasıyla gölgeleyen bir gelişmedir, çünkü “üzümünü ye bağını sorma” kafasıyla kimsenin hesabını vermediği bu kaynağı belirsiz para ülkemizin bir tür kara para ekonomisine dönüştürüldüğünü teyit ediyor. Rezervlerin erimesi de ileride yaşanabilecek finansal şoklar karşısında ekonomiyi çok daha savunmasız bırakıyor.
3 – Dış kaynak ihtiyacı azalmıyor
Dış kırılganlığın bir diğer unsuru da borç stoku. Borç akımlarının zaman içinde birikmiş hali olarak düşünebiliriz. 2000’li yıllarda hem dünyada likidite bolluğu vardı hem de AKP hükümetinin küresel finans kapitalizmine vaadettiği ”istikrarlı” getiri oranlarıyla TL değerlenmiş ve döviz borçlanmak çok ucuz hale gelmişti. 2008 krizinin ardından ABD, Japonya, İngiltere merkez bankalarının ekonomiyi canlandırmak için ortalığa saçtığı trilyonlarca dolar ve uyguladıkları sıfıra yakın faiz sayesinde de bu imkan bir süre daha devam etti.
Merkez Bankası verilerine göre vade bitimine 1 yıl kalan dış borç stoku 2011 sonunda 130 milyar dolarken 2015 yılını 173 milyar dolar seviyesinde kapatmış. Bu rakamı, 2016 için Orta Vadeli Program’da öngörülen 29,3 milyar dolarlık iyimser cari açık tahminiyle toplarsak en iyi ihtimalle 1 yılda 201 milyar dolarlık bir dış kaynak ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. 2015’te bu rakam 210 milyar dolardı, yani azalma var.
Ancak önemli olan bu rakamın mutlak değil, ekonomi karşısındaki göreli büyüklüğü. Aynı dönemde TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı nedeniyle dolar cinsinden ifade edilen milli gelir de azaldı (tabloda alttan altıncı satır). Böylece “dış finansman ihtiyacı/milli gelir” oranında payda paya göre daha hızlı küçüldüğü için söz konusu oran 26,3’ten yüzde 28’e yükselmiş oldu! Bu ihtiyacın büyük bölümünün yine dış borçlanmayla sağlanması kesintiye uğramayacak gibi. Ancak ihtiyacın kendisi kayda değer bir azalma göstermeyecek, çünkü cari açıktaki düşüş dönemsel, ama borçlanma ihtiyacı son derece yapısal…
4- İthalat azalıyor, ama ihracat da…
Yukarıda cari açıktaki iyileşmenin büyük ölçüde enerji ithalatındaki azalmadan kaynaklandığını belirtmiştik. Ancak ihracat da ciddi bir baskı altında. Nedenlerini sıralayalım: İhracat pazarında yüzde 45’lik paya sahip Avrupa Birliği’nde ekonomi halen toparlanamadı, 2) Bölgede şiddetlenen çatışmalar ve gerileyen petrol fiyatları nedeniyle Ortadaoğu pazarı daraldı 3) Petrol ihracatına bağımlı Rusya ekonomisi zaten daralma halindeydi, 2016’da buna Türkiye’ye uygulayacağı ticaret yaptırımları ekleniyor.
Dahası da var. Özellikle Çin’deki yavaşlamanın etkisiyle küresel ticaret hacmindeki durgunluğun beklenenden daha sarsıcı olacağı anlaşılıyor. Ayrıca eğer AKP hükümetinin hedeflediği gibi 2016’da Türkiye daha da iç talep kaynaklı bir büyüme gösterecekse bu aynı zamanda enerji dışı ithalatın artış göstermesi anlamına gelecektir. Bu durumda cari açıkta iyileşme çok daha sınırlı kalabilir.
Tabi bu analize hiç katmadığımız bir diğer olasılık, bazı ekonomistlerin beklediği gibi 2016 sonlarına doğru petrol fiyatlarının toparlanması. Ama şimdilik bunu öngörmek kolay değil. Çünkü enerji sektöründe ciddi arz fazlası devam ediyor ve toplam talep düşük seyrederken, petrol üreticisi ülkelerin aralarında anlaşıp petrol arzını kısıtlayarak fiyatları ne ölçüde yukarı çekebileceği belirsizliğini koruyor.
5 – Turizm gelirinde çöküş yaşanabilir
2015’te turizm gelirleri önceki yıla göre 3,2 milyar dolar (yüzde 13) azalarak 21,2 milyar dolara geriledi ve bu rakam henüz 24 Kasım’da Rus uçağının düşürülmesi sonucu artan gerilimi ve Rusya’nın yaptırım kararının etkilerini yansıtmıyor. Buna ek olarak, AKP-Saray rejiminin Ortadoğu bataklığına saplanarak bölgedeki savaşı içeriye taşıması, Türkiye’yi en güvensiz algılanan ülkelerden biri haline getirdi. 12 Ocak’ta Sultanahmet’te yaşanan katliamda yaşamını yitirenlerinin çoğunun Alman turistler olması Türkiye’nin en çok yabancı ziyaretçi çektiği ülke olan Almanya’dan gelecek turist sayısını da düşürecek gibi görünüyor. Özellikle Rusya bağlamında krizin önümüzdeki 3-4 yıla uzaması şaşırtıcı olmayacak. Yurtdışından azalan ziyaretçi sayısını yerli turist çekerek telafi etmeye çalışmak da çözüm değil, çünkü döviz geliri sağlaması söz konusu değil.
Konu dışına sapmak pahasına bir noktayı daha vurgulayarak tamamlayalım: Turizm sektörü sadece otelcilik değil, aynı zamanda restoran, eğlence mekanları, ulaşım, telekomünikasyon gibi sektörleri de olumsuz etkileyebilecek potansiyele sahip. Bunun yaz aylarındaki mevsimsel istihdamı ciddi ölçüde sarsarak bir işsizlik dalgasına ve gelir kaybına yol açması bir hayli olası görünüyor.