Karikatürist, grafiker ve ressam Cem Dinlenmiş’le üçüncü solo sergisi “Görsen Kesin Tanırsın” hakkında konuştuk. 27 Şubat’a kadar x-ist’te görülebilecek olan sergide, hayali bir inşaat firması olan Akarca İnşaat’ın hikayesinden yola çıkılarak, değişen kent imgesi ve kentsel dönüşüm sorgulanıyor.
Ne kadar sürdü bu sergi hazırlığı?
Bu sergideki ilk resme 2014 yılında başladım. O zamandan başlarsak bir buçuk yıl sürdü. Ama o sürede başka işler yaptığım için, örneğin Penguen'de her hafta çizmek, arada afiş ve illüstrasyonlar yapmak gibi, sürekli tuval başında oturmadım. Ama aklımda kapladığı yer daha da öncelere gidiyor.
Bu sizin üçüncü serginiz oluyor. Bu serginin diğerlerinden bir farkı var mı size göre?
Aslında her serginin birbirinden farkı var. Önceki sergilerde bugünkü seride yer alabilecek resimler ve o günden bugüne süzülerek gelenler de var. Bir yandan da dergideki dile benzemesi açısından daha "Her Şey Olur" gibi bir sergi aslında. Bu tabii benim yorumum. Farklı insanlarla konuştuğum zaman farklı şeyler de duyabiliyorum. Çünkü birbirinden ayrı olarak okunabilen bir içerik meselesi var, bir de resimsel bir mesele var.
Tepkiler nasıl?
Tepkileri iyi. Ben bunu önemsiyorum. Bir sürü insana ulaşmak güzel ve insanların sergiye gidip gelmesi önemli. Sergide vakit geçirdiğim zamanlarda izleyicilerle konuşup tartışma şansım oldu. Evet, bir açılış oluyor ve bir kalabalık geliyor, basında bununla ilgili bir şey çıktığında görüyorsunuz ama birebir sergiyi gezen insanlarla konuşmak başka bir şey. Geçen hafta galeride geçirdiğim süre boyunca böyle bir şansım oldu. İnsanlar soru sorup fikir aldı. Bu benim için önemliydi. Çünkü sergi çoğu zaman resimleri yaptım duvara astım ve bitti gibi olmuyor. İzleyicinin kafasındaki okumalar da farklı. O yüzden onlarla iletişim kurmak güzel. Bu konuda mutluyum.
BU KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN BİR DE KAZANANI VAR…
Ülkenin gündeminde olan bir konuyu kentsel dönüşümü ve inşaat furyasını anlatmışsınız. Gezi'den sonra çok tartışılıyor çok konuşuluyor. Siz de bunu işe nalbur olarak başlayan Akarca İnşaat üzerinden kentsel dönüşümle yaşadığı o hızlı büyümeyi çizdiniz. Aralarında bir ilişki var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kadar bağlantılı mı?
Bağlantılı aslında. Kentsel dönüşümle ilgili bir şey yapacağımı düşünmeden başlamıştım. Hoşuma giden, ilgimi çeken ve hikayesi olan mekanlar üzerine düşünüp sonra onları böyle birbirine bağlayan bir karakter yaratarak devam ettim. İnşaat şirketlerinin nasıl ortaya çıktıklarını, örgütlenmelerini, ne işler yaptıklarını, bunlara biraz kafa yorunca birbiriyle paralel bir sürü hikaye olduğunu gördüm. İstanbul'da kamusal alanların imara açılması, her sokakta inşaat olması ve binaların yükselişiyle kazanılan para ve iş dünyasındaki hızlı yükseliş arasındaki ilişki aslında çok paralel. Evet, biz evde otururken inşaat gürültüsünü duyuyoruz. Yeşil yok ediliyor, sokağa çıkıp protesto ediyoruz ama bir de bundan faydalanan ve bu hikayenin kazanan aktörleri var. Emlak sitelerinde "Falanca inşaat firmasının kurucusu bize öyküsünü anlattı, İstanbul'a ilk geldiğinde falanca işlerle uğraşıyordu" şeklinde başlayan hikayeleri okuduğumda bu hızlı yükselme ve sınıf atlama vaziyetiyle ilişkilendirebileceğimi düşündüm.
Akademik bir çerçevede kentsel dönüşüm konusunu seçmek ve bunu işlemek farklı bir araştırma gerektirirdi. Konuyu netleştirip belirli alanlarda kendimi kısıtlayabilirdim ama yapmadım. Birbiriyle ilgili resimler de doğrudan ilgili olmayan resimler de var. Kişisel bir sergi ama anlattığı konu itibariyle pek kişisel olmayan ve yer yer benim dergide de izlediğim pratikle ilerleyen bir süreç oldu.
Esenyurt üzerinde çok durmuşsunuz. Gidip gezdiniz sanırım. Gözlemleriniz oldu…
Gezdim. Oraya ulaşım çok zor. Metrobüsten indikten sonra vasıta değiştirip gitmen gerekiyor. Bir ara iki katlı otobüsle gittim. E-5'te trafikte olduğu için çok uzun sürdü. Fotoğraf makinesi almıştım bir şeyler çekerim diye. Aksaray'dan geçerken İSKİ binasını da çekmiştim. O gün verimli bir gündü. Cumhuriyet Meydanı'nda dolaştım daha çok. Orada Eskule diye bir alışveriş merkezi var. Orada bir çay içtim. Yüksekten meydanın fotoğraflarını çektim. Ama asıl sokak sokak gezme işini internetten yaptım. Sokakları tek tek gösteren arama motorları ve onları gösteren haritalar üzerinden detaylı gezme fırsatım oldu. Haber takibi yaptım.
GEZİ HAYATIMIZI DEĞİŞTİRDİ, CESARET VERDİ
Oranın üzerinde durmanın birçok sebebi vardır...
Evet, orayla ilgili işlenmiş çok az hikaye var. Araştırmacıların üzerinde durduğu bir yer mutlaka ama popüler kültür ve hafızada İstanbul'un gelişmekte olan diğer yerlerine göre daha az yeri olan bir ilçe. Yüksek beton konutlar gördüğümüzde hemen TOKİ deriz çünkü herkesin hafızasında o vardır. Bağcılar deyince herkesin az çok aklında bir şey canlanır, ama karikatür donesi olarak Esenyurt geçmez mesela. Burası biraz daha az işlenmiş ve kendine özgü halleri olan bir yer. O yüzden ilk yaptığım resimden sonra hikayeyi genişletebileceğimi düşündüm. Sonra bir harita çizeyim ki o resimler hakkında rehberlik yapabilsin dedim. Sonra bir karakter (Akarca İnşaat) üzerinden hepsi arasında bağlantı kurmaya çalıştım. Oturup resim yapmaya başladığımda bunları sırayla yapacakmışım gibi değil de ilgimi çektiği çizgide oradan bu noktaya geldim.
Serginde Tozkoparan'daki kentsel dönüşüme karşı verilen direnişten, Esenyurt'taki Cumhuriyet Meydanı'nda duran polislere ve onların yanından geçen insanlara kadar her şey var. Bu söylediğim şeyler aslında biraz daha Gezi ile çağrışım yapıyor. Serginde Gezi'den yansımalar ya da oradan etkilenme var mı?
Var, çünkü hayatımızı değiştirdi. Orada olan veya o süre boyunca kalbi orada atan insanların eskisi gibi olması çok zordu. Ben şehir manzaraları ve apartmanlar çizmeyi çok severdim. Mekansal bir kompozisyonda karakterlerin dolaştığı anlatımlar yapmayı mesela. Ama burada İstanbul'a biraz daha odaklanma şansım oldu. Yaşadığımız çevre, kentleşme hakkında algıda seçici hale geldim. Daha çok merak etmeye başladım. Bilmediğim bir mahalleyi gezmek, mimariyi incelemek, şehrin içinde turist gibi takılmak sevdiğim şeyler zaten. Ama bir yandan bu şehirde doğdum burada yaşıyorum, öte taraftan çok küçük bir kısmıyla karşılaştığım acayip bir nüfus var. Bilmediğimiz, hiç gitmediğimiz, hiçbir zaman da görmeyeceğimiz yerler var.
Esenyurt aslında bugün ilgilendiğimiz bir sürü konunun çok önemli bir paydası. Ülke üzerine düşünürken kafamızda bir yere koyamadığımız birçok sorunu anlamak için bakılabilecek bir yer. O yüzden bazen kendi kendime nedenler yaratıp, gidip görüyorum. Biraz turistik ve dışarıdan bir göz gibi ama aynı zamanda halen bir şekilde aynı şehrin bir parçası olan yerlere bakışlar gibi.
Kentsel dönüşüme, inşaata mizahi bir yaklaşım sonuçta bu sergi. Mizah dili deyince aklımız hep Gezi günlerine gider. Siz Penguen'de uzun yıllardır çiziyorsunuz. Gezi çizimlerinizde bir kırılma yarattı mı? Yeni bir mizah dili ve tarzı açısından?
O dönem de (Gezi'den önce) toplumsal sıkışmanın olduğu bir dönemdi aslında. Benim de kendi kendime her hafta karikatür çiziyoruz ama bu ne kadar toplumda etkili oluyor, ne kadar karşılık buluyor, böyle bir işe gerek var mı diye sorduğum zamanlardı. Örneğin bugün Can Dündar'ın cezaevinde olması, ama öyle değilmiş gibi hayatın devam etmesi gibi. 2013'te bu atmosferin dağılması çok umut verici olmuştu. Aslında dergilerde, sözlüklerde, sosyal medyada, orada burada yapılan şakalar bir anda sokakta kamusallaştı. Var olan bir şey artarak ve çeşitlenerek daha görünür hale geldi. Dil ve tarz açısından bende çok değişim olmadı ama bahsettiğim açıdan cesaret verici olmuştu.
Bu sergiden sonra başka projeleriniz de olacak mı?
Devam edecek ama hangi doğrultuda ve yönde olacak bilmiyorum. Ama ben resim yapmaya devam edeceğim bir yandan da. Dergi akıyor. Başka işler de var. Şu aralar bir belgesel film için animasyon yapmaya çalışıyorum.