Bildiğiniz üzere geçtiğimiz hafta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, kadına yönelik şiddet konusunda ‘burada algıda seçicilik var, neden kadına şiddeti, şiddetin merkezine koyuyoruz’ diyerek bir kez daha hepimizle dalga geçti. İşin aslı her gün bir yenisine tanık olduğumuz bu kadın düşmanı söylem artık bizi pek şaşırtmıyor. Ancak yine de bir mesele var ki tartışılmaya değer görünmekte…
Mesele şu: Kürtajdan üç çocuğa, fıtrattan algıda seçiciliğe bu kadın düşmanı söylemleri esas alırsak, AKP modeli, global bütünde bir sapmayı, anomaliyi ya da eninde sonunda hizaya çekilecek, yoluna sokulacak bir çizgiyi mi temsil etmektedir?
Özellikle en son Dünya Ekonomik Forumunda beliriveren ‘feminizmsever’ tabloya bakıldığında Bakan Sema’nın ‘şiddet mi yok öyle bir şey’ açıklaması bıktırıcı hale gelen yeni bir arkaik sekans olarak görülebilir.
Haberlere bakılırsa Foruma katılan herkesin ne kadar da feminist olduğunu ballandıra ballandıra anlattığı bir tablo var.
En mühimi, yakışıklılığıyla kadınların yüreğini hoplatan Kanada Başbakanı Justin Trudeau kuşkusuz. Kızını ve oğullarını bir feminist olarak yetiştireceğini, feminizm sözcüğünden korkmamak gerektiğini, kadınların ve erkeklerin bu sözcüğü istedikleri gibi kullanabileceğini söyleyen yakışıklı başbakan belli ki bizi yakmak istiyor!(1)
Yine aynı toplantıda IMF Başkanı Lagarde ‘kadın internetine’ ihtiyaç olduğundan, Facebook yönetiminden Sandberg dünyayı hâlâ erkeklerin yönettiğinden ama iyi gittiğine emin olamadığından bahsetmişler. Coca Cola ceo’su Muhtar Kent ise toplantı için üşenmeyip hazırladığı tekerlemeyi okumuş. Tekerlemeye bakılırsa tüm mesele 3 tane W imiş: Kadın, Su, Refah (women, water and wellbeing)(2)
Bir bu tabloya bakınız, bir de bizim ülkenin kıl-tüy işleriyle ilgili fetva veren Diyanet’ine, algıda seçicilik diyen Bakan Sema’sına bakınız. İşte burada konu pantolondan aşağı süzülüyormuş gibi görünen bu malzemenin bütünde nereye denk düştüğü…
İddiamız sembolik isimler olarak Bakan Sema ile yakışıklı Başbakan Justin’in gericilik ve liberalizmin düşünsel akrabalıklarına iyi örnekler olarak kodlanabileceği, aynı politik-ideolojik iklimi soludukları -isteyen zeitgeist de diyebilir- birbirlerini tamamladıkları yönünde. Neden ve nasıl?
GLOBAL BÜTÜNE BAKILIRSA…
Bir kere ideolojinin bulutsu katmanlarına çıkmadan peşinen kabul edilmesi gereken şey, neoliberal paradigmanın, sınıfa saldırı politikalarının, refah devleti ya da sosyal devlet modelinin terkedilişinin, emek süreci bir tarafa özellikle emeğin yeniden üretim sürecinde neredeyse tüm faturayı kadınlara kestiği gerçeğidir. Aynı politikalar, emek sürecinde kadınların hâlâ erkelerden çok daha az istihdam edilmeleri; yine karşılaştırmalı olarak düşük ücretli, vasıfsız, güvencesiz işlerde kadınların ağırlığının olması anlamına geldi.
Üstelik bu politikalar; reel sosyalizmin çözülüşü, sınıf hareketinin geriye çekilişi gibi dönemeçler etrafında kıvam ve tutku kazandı.
İşte bu maddi zeminin ideoloji ve kültür katına birbirini besleyen, tamamlayan iki ana akımla duhul olduğunu söylemek mümkün.
Birincisi, Reagen-Thatcher çizgisinin bizdeki fıtratçılıktan pek de farkı olmayan, yeni-viktoryen söylemi üzerine kuruludur. Kürtaj karşıtlığından, annelik ideolojisine, ‘güçlü ev kadını’ olarak matriyark pozlardan, ev bütçesini belirlemeye uzanan bir söylem çizgisi bu.
İkincisi, dönemin post modern ideolojileri içinde kendine mütevazi bir tezgah açarak işe başlayan ve zamanla işleri büyüten post-feminizmdir. Post feminizm, kadının ezilmişliği, ortak kader, kadınların kurtuluşu, kız kardeşlik gibi bütüncül anlatıları reddedip, çoklu kimliklere, farklı iktidar ve hiyerarşilere, bu farklı pozisyonların yine farklı ezilme biçimlerini yarattığı fikrine yönelmiştir.
Başka koşullarda olsa akademik tatlarda ilerleyebilecek bu yaklaşım, yukarıda bahsettiğimiz geriye çekilmenin- reel sosyalizm, sınıf hareketi- sunduğu boşluklardan faydalanmıştır. Öyle ki içinde siyasal İslamcısından show dünyasının Beyoncé gibi pop karakterlerine herkese uyacak bir şeyler bulmak mümkündür.
Post feminizm, sosyal darwinizme meyyal bir güç sembolü olarak ‘girl power’ prototipi sunar. Girl power; ‘çocuk da yaparım kariyer de’ diyen, başarıya, özgüvene, güce, kusursuzluğa, yenilmezliğe yazgılı bir tiptir. Girl Power, erkeklerle ilişkisinde ağlak ve intikamcı değil özgüvenli ve arzuludur. Lifestyle kültürüdür ve ne kadar tüketirse o kadar feministtir.
Girl power için ‘ter atölyelerinde’ ömrünü tüketen kadınlar, tacize-tecavüze uğrayan kurbanlar, şiddet mağdurları gündem dışıdır.
İşte bu vitrinde yakışıklı Başbakan Justine Trudeau’ya da Cola Cola ceo’suna da yer vardır.
PEKİ TÜRKİYE?
AKP’nin siyasal İslamcı, cemaatçi kadın düşmanı söylemi, yukarıda anlatılan yeni sağın muhafazakarlığı ve postmodern ideolojilerle uyumluluk içindedir. Dikkat çekmeye çalıştığımız, bu uyumun belli bir düşünsel akrabalığa, bir paradigma kardeşliğine uzanmasıdır.
Hatta dileyen bu paradigma kardeşliğini, biraz genel bir ifadeyle Türkiye’de siyasal İslamcılığın tarihsel olarak Kemalizm şahsında modernizmle yaşadığı ‘gerilimli’ ilişkiye ve hatta İsmet Özel gibi hülyalı akıl babalarının efelenip ‘modernizmi usulden değil esastan reddetmeyi arzulamalarına’ kadar götürülebilir. (3)
Buradan yine toplumsal cinsiyet konusunu odağa alarak bu paradigma kardeşliğini iki konu üzerinden somutlayabiliriz:
Birincisi, aslında kadınların kamusal alanın dışında, sivil, yerel, cemaat temelli alanlarda güçlendirilebileceğinin iddia edilmesi. Bu fikrin savunucuları akademinin yüksek tepelerinden taşralı politikacıya çeşitlilik göstermekte.(4)
İkincisi, tıpkı algıda seçicilik söyleminde (şiddetin merkezine kadını koymamalı!) olduğu gibi eşitsizliği tümüyle olumsal bir mecrada tanımlayan post modern algıdır. Bu algı örneğin, şiddetin cinsiyetsiz tanımlanmasına yönelerek, kadına yönelik şiddet demek yerine çoklu şiddet gibi kavramları kullanır. Akademideki ifadesi şöyledir;
“..toplumda kendilerini kadın ve ya erkek olarak görenleri ve ya öyle tanınanları şiddet içeren davranışlara yönelten farklı ödüller ve olanaklar bulunmaktadır. Dolayısıyla kadının ve erkeğin şiddeti yakın ilişki içinde nasıl deneyimlediklerine dair pek çok toplumsal yapısal süreçler etkili olmakla beraber belirleyici değildir…”(5)
Son söz olarak diyebiliriz ki bu gericiliğin bir tarafında tuzu kuru piyasa feministleri, girl power’lar, güçlü ev kadınları, feminizm sever başbakanlar varken bir tarafında sivil, cemaat temelli güçlü kadın fantezilerine uzanan Bakan Selma gibi kadın düşmanları vardır.
1-http://www.weforum.org/agenda/2016/01/justin-trudeau-i-will-raise-my-sons-as-feminists
2-http://www.weforum.org/agenda/2016/01/7-quotes-on-gender-parity-from-davos-2016
3- Haldun Gülalp, Kimlikler Siyaseti, Türkiye’de Siyasal İslamın Temelleri, Metis yayınları, s. 37