ÇEVİRİ | Çıkacağını Herkesin Bildiği Bir Kriz: Türkiye’nin Eriyen Ekonomisinin Bir İncelemesi
TL bu yıl dolar karşısında yüzde 40'tan fazla değer kaybederken AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’yi ‘yeni dostlar bulmak’ ile tehdit ediyor. Uluslararası yatırımcılar ise bu durumdan oldukça rahatsız.
Çeviri: Metehan Akman
Geçen yıl Türkiye, G20 ülkeleri arasında en hızlı büyüyen ekonomiydi. Şimdi ise şiddetli bir döviz krizinin içinde. Türk Lirası bu yıl ABD doları karşısında yüzde 40'tan fazla değer kaybetti. Ekonomik gerileme kapıda. Recep Tayyip Erdoğan ABD’yi Türkiye’ye ekonomik savaş açmakla suçluyor ve ‘yeni dostlar bulmak’ ile tehdit ediyor. Ancak Türkiye, Batı sermayesinden başka bir seçeneğe sahip değil ve er ya da geç Batılı yatırımcıların güvenini yeniden kazanmak için ne gerekiyorsa yapacaktır.
KRİZİN TEMELİ
Kolombiyalı roman yazarı Gabriel García Márquez, İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü'nde, işleneceği tüm karakterler tarafından bilinen ancak gene de önlenemeyen bir cinayetin hikâyesini anlatır. Türkiye’de benzeri biçimde anlatılagelen ekonomik kriz kendini göstermiş durumda. Herkes bu krizin geleceğini biliyordu. Uyarı çanları uluslararası kuruluşların, kredi derecelendirme kurumlarının ve yatırım bankalarının raporlarında çalıyordu. S&P Global Ratings, 1 Mayıs 2018’de ülkenin kredi notunu düşürdüğünde şu uyarıyı yapmıştı: “Türkiye’nin krediyle beslenen aşırı hareketli ekonomisi, sert düşüş riski taşımakta.”
Aşırı hareketlilik, aslında Türkiye’nin ekonomik zayıflıklarını anlamak için anahtar bir kelime. Türkiye, yüzde 7.4’lük büyüme oranıyla 2017 yılında G20 ülkeleri içindeki en yüksek büyüme oranına sahip ülkeydi. Bu büyümenin büyük bir bölümü hükümetin Nisan 2017’deki başkanlık sistemi referandumundan kısa bir süre önce aktifleştirdiği ekonomik teşvik programının getirisiydi. Hükümet, 250 milyar TL (68 milyar dolar) değerinde kredi garantili hizmetler sağladı, vergi indirimi yaptı ve harcamaları artırdı. Teşvik, Recep Tayyip Erdoğan’a küçük bir farkla olsa da referandumu kazanması için yardımcı oldu, ancak öte yandan Türkiye’nin cari açığının ve enflasyonun kayda değer artışına da katkı sağladı. Cari açığın artmasına mukabil, Türkiye’nin yabancı sermaye girişine olan bağımlılığı da artmış oldu.
Bir yıl içinde, cari açık GSYH’nin yüzde 5.5’i oranına yükseldi ki bu oran, 2013’ün “Kırılgan Beşli” günlerinden beri en yüksek oran. “Kırılgan Beşli"nin diğer üyeleri -Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve Endonezya- cari işlemlerini o yıldan beri büyük ölçüde düzene koydular ve ondan sonraki dalgalanmada düşmeye en büyük aday olarak geriye Türkiye kaldı.
Referandum teşviğinin bir başka sonucu da geçen kasımda yıllık yüzde 13’e fırlayan çift haneli enflasyon oldu.
Bu sıçramanın sonucu olarak Türk Lirası 2017’de ciddi oranda değer kaybetti. Yabancı yatırımcılar liraya olan güvenini yeniden kazanmak için Türkiye Merkez Bankası’ndan güçlü bir işaret bekledi. Bilmedikleri ya da hesaba katmadıkları unsur ise faiz oranları karşısında MB’nin güçsüzlüğüydü ve cumhurbaşkanının faiz oranlarının yükselmesine olan karşıtlığı da sır değildi.
2018’in başında Türkiye yine kırılgan görünüyordu. Hükümetin niyetinin, mevcut büyümeyi kritik başkanlık seçimlerine ve genel seçimlere taşımak olduğu açıktı. Türkiye ekonomisinin altındaki bomba ise ocakta GSYH’nin yüzde 25’i olan 212 milyar dolar döviz borcuna sahip olan finans dışı sektörün kıt döviz stoğuydu. Yükseliş dönemi, özel sektörün borç/sermaye oranının artmasını beraberinde getirdi. 2018’in başında hükümet, döviz geliri olmayan şirketlerin kısa süreli döviz borcu için 15 milyon dolar sağladı ancak bu biraz geç bir hamle oldu. Şubatta, Türk bisküvi devi Yıldız Holding bankalardan 6.5 milyar dolarlık borcunu yeniden yapılandırmasını talep etti, Pandora’nın kutusu açılmış oldu. Doğuş Holding, Unit Investment ve Bereket Enerji gibi büyük şirketler Yıldız Holding’i takip etti. Türkiye’de yatırımcıların borç sorunlarıyla alakalı endişeleri lira üzerinde basınç yaratarak gözle görünür hale geldi.
Tüm bunlara ek olarak, FED’in 2008 ekonomik krizinden sonra yürürlüğe koyduğu “parasal genişleme” (PG) olarak bilinen program sona erdi. Avrupa Merkez Bankası da kendi uyguladığı PG programını bitirmeye hazırlanıyordu. PG’nin sona ermesi ve gelişmiş ülkelerde faiz oranlarının artışı, gelişmekte olan piyasalarda büyük bir fırtına için uygun koşulları oluşturmakta. Yükselen dolar ve borçlanma maliyetlerindeki artış yükselen piyasalarda tahribat yarattı. Yükselen piyasalardan yatırımcı çıkışı sırasında pezonun keskin düşüşünün ardından Arjantin, IMF yardımına başvurdu bile. Görünen o ki parasal genişlemeden kaynaklı sıcak para bolluğu sona eriyor ve Türkiye Arjantin’in ardından düşen ikinci ülke olabilir.
ÇIKARIMLAR
Erdoğan Mayıs 2018'de Londra’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında uluslararası yatırımcıların güvenini tazelemek dışında her şeyi yaptı. Bloomberg’e verdiği bir röportajda Erdoğan, erken seçimlerden sonra ekonomi üzerinde daha geniş bir kontrol kurmak istediğini söyledi. Bu ise yatırımcıların merkez bankasının enflasyonla savaş kapasitesiyle ilgili endişelerini artırdı.
Erdoğan ile bir toplantıya katılan bir portfolyo yöneticisi, seçimi kazanmak için faiz oranlarının ne kadar olması gerektiği konusunda cumhurbaşkanının “çok dürüst” ve açık olduğunu şöyle aktardı: “Yeniden seçildiğinde Erdoğan faiz oranlarının yükselmemesini, düşük kalmasını sağlayacak. Onun görüşü, yüksek faiz oranlarının yüksek enflasyona sebep olacağı yönünde, ancak ben bu görüşün doğruluğu konusunda emin değilim.”
Erdoğan’ın yorumlarının yol açtığı endişeler Türk varlıklarının elden çıkarılmasıyla sonuçlandı. Lira rekor düşüşü yaşadı ve uzun vadeli devlet borçları en yüksek seviyeyi gördü.
Yatırımcıların kaygısı ekonomi alanıyla sınırlı olmadı. Türkiye’nin otoriter rejime dönüşü Batılı müttefikleriyle gerilime sebep olurken, Türk varlıklarının politik risk oranı Ankara’nın yalnızlaşmasıyla birlikte hissedilir biçimde arttı. Londra’da bir fon yöneticisi, uluslararası yatırımcıların Türkiye’de görmek istediği tabloyu şöyle özetledi: “Bağımsız merkez bankası, basın özgürlüğü, daha ılımlı bir dış politika yaklaşımı ve ülkelerle daha iyi ilişkiler, daha iyi bir Orta Doğu stratejisi ve düzelmiş bir iç politika."
Ancak hızlı büyümenin (Beklenenin ötesinde yüzde 7.4 oranında) bahsedilen temeline karşın, Erdoğan yüzde 53 oy oranıyla seçimi kazanabildi. Onun yeniden seçilmesi yatırımcılar icin bir sürpriz değildi; sürpriz, Erdoğan kendi damadını Hazine ve Ekonomi Bakanı olarak atayınca gerçekleşti.
Mevcut krizin tetikleyicisi ise, 100 baz puanlık sıkılaştırma beklentisine rağmen Merkez Bankası’nın faiz oranını yükseltmeme kararı oldu. Terör örgütleriyle ilişki ve casusluk suçlamalarıyla itham edilen bir protestan misyoner olan Amerikalı Papaz Andrew Brunson’ın tutuklanması sonucu Ankara ve Washington arasında diplomatik bir krizin ortaya çıkması, sorunları derinleştirdi. Misilleme olarak ABD, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yaptırım uygularken aynı zamanda Türkiye’den gelen metal ve alüminyuma uygulanan gümrük vergilerini iki katına çıkardı
Türk heyetinin Washington’da ABD yaptırımlarının kaldırılması konusunda başarısız olmasının ardından, 9 Ağustos’ta lira dolar karşısında tüm zamanların en düşük seviyesi olan 5.567’yi gördü. Bir gün sonra, “Kara Cima”da ise bu düşüş bir çakılmaya dönüştü ve lira yüzde 18 değer kaybetti. Böylece TL sene başından beri yüzde 49 değer kaybetmiş oldu.
Liradaki çakılmanın 2018’in son çeyreğinde ve muhtemelen 2019’un ilk yarısında enflasyonu yüzde 25'in üzerine taşırken ekonomiyi de gerilemeye itmesi oldukça olası. Döviz krizinin Türkiye’nin dış kaynak bulma olasılığına da muhtemelen kalıcı hasarı olacak. Türkiye gelecek yıl ödenmesi gereken 180 milyar dolar dış borçla ve 50 milyar dolar cari açıkla baş etmek durumunda. Ankara’nın Washington’la ilişkilerini geliştirme ve sermaye akışına tehdit oluşturacak olan yeni yaptırımların gelmesini engelleme gücü oldukça can alıcı olacak.
SONUÇLAR
Şimdiye kadar Erdoğan 2016’daki başarısız darbe girişiminde Türkiye’ye komplo kuranların ülkeyi şimdi de ekonomi aracılığıyla hedef aldığını iddia ederek ve buna karşı direneceğini söyleyerek liranın düşüşünden ABD’yi sorumlu tuttu. Ancak Erdoğan’ın sicili onun dış politikasına pragmatizmin hakim olduğunu gösterirken, Türkiye’nin NATO için devam eden stratejik önemi de ülkenin Batılı müttefiklerinin Türkiye ile olan ilişkilerin daha kötüye gitmesinin önlenmesinde çıkarı olduğu anlamına geliyor.
Yine de Erdoğan köprüleri atarsa ne olur? Kısa bir süre önce Erdoğan, “ABD Türkiye’yi küçümsemeye devam ederse, hükümet yeni dostlar ve müttefikler arayacaktır” diyerek bir uyarıda bulundu. Blöf de olsa gerçek bir tehdit de olsa, Türkiye’nin NATO’dan çıkacağı ve Rusya ve Çin’le müttefik olacağı söylemini sürdürmenin, uluslararası yatırımcıların hali hazırdaki rahatsızlığını daha da artıracağı kesin.
Aslında, Rusya’nın ve Çin’in kurtarıcı olması bir hayli zor, çünkü ikisinin de ABD ile kendi sorunları var. Rus ekonomisi ABD yaptırımlarıyla uğraşıyor ve devlet kontrolündeki önde gelen bankaları hedef alan yeni yaptırımlar yolda. Aynı zamanda Çin ise bir durgunlukla karşı karşıya. ABD ile ticaret savaşı Beijing’in ekonomiyi düzeltme çabalarını zorlaştırıyor. Kendi problemleriyle uğraşırken ne Çin ne de Rusya Türkiye’nin büyük borcunu ne finanse edebilir ne de bunu yapmayı ister. Şu ana kadar Türkiye’ye maddi destek teklifinde bulunan tek ülke Katar. Fakat Katar’ın söz vermiş olduğu 15 milyar dolarlık yardım, Türkiye’yi yaklaşan fırtınadan korumaya yetmeyecek. Türkiye’nin Batı sermayesinden başka seçeneği yok. Türkiye, er ya da geç Batılı yatırımcıların güvenini yeniden kazanmak için ne yapılması gerekiyorsa yapmak zorunda kalacak.
Yazar: Barış Soydan
Kaynak: turkeyanalyst.org