Çeviri: Diller arasında kültürel eşitliği besleyebilecek bir köprü
"Eğer çevirinin bu, genellikle hiçe sayılan dil ve kültürleri nasıl hem güçlendirip hem de zayıflattığını daha etraflıca anlarsak o zaman dil ve toplum hakkındaki oldukça basit bazı varsayımlarımızı yeniden gözden geçirmek zorunda kalabiliriz. Ve neyse ki tüm bunlar başarısız sonuçlanırsa da herkesin biraz İngilizce “öğrenmesi” ile dünyayı daima daha iyi bir yer haline getirebiliriz."
Yazar: Marcus Tomalin
Çeviren: Gülşah Kartalkaya
Teknik direktör Dennis Wise, 1990 yıllarında yeni oyuncuların birkaçının yabancı olması konusunda beklendiği gibi bir tedirginlik yaşamamıştı. Yakında iletişim kurmayı başarabilecekleri konusunda herkese güvence verdi çünkü onlara “biraz İngilizce öğretmek” niyetindeydi.
Bu yılın başlarında David Cameron da aynı parlak fikre sahipti. Başbakan Ocak ayında The Times’da, Müslüman İngiliz kadınların %22’sinin “çok az İngilizce konuştuğunu veya hiç konuşmadığını” yazdı. Bunun sosyal birleşmenin önüne geçtiğini ve onları ekonomik olarak geride bıraktığını savundu. Bu kadınların akıcı bir İngilizceye sahip olmaları halinde bu sorunun çözüleceğini öne sürdü.
Bu saçma fikrin önde gelen politikacılar tarafından ciddiyetle öne sürülmesi gerçeği; büyük, genişleyen, çok ırklı, çok dilli, çok kültürlü ve sanayi sonrası oluşmuş toplumlarda dilsel çeşitliliğin ne ölçüde bir bilmece haline geldiğini gözler önüne seriyor. Devam eden göç krizi yaşayan hafızalarda hala emsalsizdir ve bu göçler büyük ölçekli nüfus değişimlerinin dilsel farklılıkların parlama noktası haline geldiği sosyal durumları nasıl hızlı bir şekilde meydana getirebileceğini gösterir. Göçmenlerin seyahat ettikleri bir ülkede o ülkenin ana dilini konuşamamaları kuşku ve yabancılaşma uyandırır. Bu farklılıklar ancak bir dilden diğerine, bir kültürden diğer bir kültüre çeviri yapılarak arada bir köprü oluşturabilecek bölünmeler yaratır.
İşin garibi sınıf ayrımına uğrayan veya yerinden edilmiş toplulukların bulunduğu toplumlarda çevirinin nasıl işlediğine dair medyada çok az şey duyuyoruz. Son zamanlarda yapılan bazı araştırmalar savaş bölgelerinde çevirinin rolünü araştırmış ancak bu araştırmalar da çatışmanın ortasında kalan sivillerin karşılaştığı günlük dil zorluklarından ziyade esas olarak üst sınıf siyasilerin söz sanatı üzerinde durmuştur.
Bu rahatsız edicidir çünkü bir toplumdaki güç dengesizlikleri o toplumların dilinde kendisini gösterir. Örneğin Lin Kenan, çevirinin Çin’deki sosyal değişimi tetiklemeye potansiyel olarak nasıl yardımı olacağı hakkında uzun uzadıya yazmıştır.
SOSYAL ADALET
Bu acımasız küreselleşme çağında belli bir grup insan cinsiyet, etnik, köken ve sosyal sınıfa bağlı olarak sürekli bir şekilde haklarından mahrum bırakılıyorlar. Bu bağlamda çevirinin tüm bunlarda oynadığı rolü, haklarından mahrum edilenleri güçlendireceğine yardımcı olup olmayacağını ya da yalnızca örselenmişliklerini arttırmaya hizmet edip etmeyeceğini düşünmek faydalı olacaktır.
Tartışmalı çeviri teorisyeni Lawrance Venuti, akıcı çevirilerin çoğunlukla sosyo-politik eşitsizlikleri devam ettirdiğinin ısrarla altını çizdi. Buna göre çeviri iletişimi kolaylaştıran zararsız bir çalışma değildir, baskın kültürlerin üstünlüğünü cesaretlendirerek eşitsizliği sağlamlaştırabilir.
Son zamanlarda yapılan araştırmalar bu karmaşık meselelerin üzerinde durmaya başladı. Çeviri uzmanı Israel Hephzibah, Hindistan’da bulunan Dalit toplulukları üyelerinin ürettiği sözde “dokunulmaz” Tamil edebiyatının İngilizce çevirilerine odaklanıyor. Bu çeviriler ciddi marjinalleştirilmiş birkaç grubun yazılarına edebi güvenilirlik kazandırarak geleneksel kast sistemini kaçınılmaz bir şekilde istikrarsızlaştırıyor. Bu tür durumlar çevirinin sosyal adaletle aynı safta yer alabileceğini gösteriyor.
YOK OLMAK
Ancak nesli tükenmekte olan diller ve kültürler meselesi tabloyu karmaşıklaştırıyor. UNESCO, 2100 yılı itibariyle dünya dillerinin %50 ila 90’ının yok olacağını düşünüyor. Yerli metin çevirilerinin (yazılı ya da sözlü) hayatta anadilini konuşan insan sayısının az kaldığı topluluklarda dil erozyonunu hızlandırabileceği bir süredir bilinmekte. Buna karşın nesli tükenme tehlikesi altındaki dillere yapılan çeviriler bu dilleri güçlendirmeye yardımcı da olabilir.
Her şey düşünülürse yok olan dilleri nesli tükenmekte olan türlerden, özellikle sevimli olanlardan daha az umursar gibiyiz. Son dev panda nihayet gökyüzündeki büyük bambu korusuna gittiğinde şüphesiz dünya çapında uzun süreli matemler meydana gelecektir. Ancak Kızılderili Klallam dilinin Hazel Sampson’ın (dili son konuşan kişi) öldüğü 4 Şubat 2014 tarihinde vadesi dolmuştur. Ve yalnızca birkaç haber kuruluşu bu dilin sona erişinin üstünkörü bir söz edişten daha fazlasını hak ettiği duygusuna sahipti.
Hatta bazı çeviri teorisyenleri şüphecidirler. Emily Apter, çeviri çalışmalarıyla ile dil ekolojisini karıştırmak ve dillerin kendi çevreleriyle nasıl etkileşime girdiğinin incelemesi konusunda “gerçek anlamda tereddütleri” olduğunu bildirdi.
Apter, ana dili konuşanların o dildeki ifadeleri egzotikleştirmesinden ve bir dilin ayırt edici özellikleri konusunda doğal bir sapmanın hüküm sürmesine izin verilmesi gerekliliği yerine durağan bir dil bilgisi dayatma riskinden endişe duyuyor.
Modern dünyada pek çok farklı türde gelişmemiş ülke vardır ve bunlara yakın yaşam zor hatta güvencesiz olabilir. Ama orada da diller konuşulur. Onlar, o bir şeylerin “merkezine” daha yakın olarak dile getirilen dillerle aynı olmayabilir ancak bu onların geçersiz olduğu anlamına gelmez.
Eğer çevirinin bu, genellikle hiçe sayılan dil ve kültürleri nasıl hem güçlendirip hem de zayıflattığını daha etraflıca anlarsak o zaman dil ve toplum hakkındaki oldukça basit bazı varsayımlarımızı yeniden gözden geçirmek zorunda kalabiliriz. Ve neyse ki tüm bunlar başarısız sonuçlanırsa da herkesin biraz İngilizce “öğrenmesi” ile dünyayı daima daha iyi bir yer haline getirebiliriz.
Kaynak linki: https://theconversation.com/translation-a-bridge-between-languages-that-can-foster-cultural-equality-56543