Çiğdem Gelegen
İnsanlar hayatta kalabilmek için bir yere, bir kişiye bağlı olmak ya da bir topluluğa ait olduğunu hissetmek zorunda mıdır? Eğer zorunda ise, sosyal iletişim eksikliği yaşadığında insan kolu kırıldığındaki gibi acı hisseder mi? “Fiziksel ağrı” çekmemize aracı olan sinir yolakları ile “Sosyal ağrıyı” hissetmemize aracı olan sinirsel yolaklar arasında bir örtüşme var mıdır?
Fiziksel ağrı bireyin doku hasarına bağlı olarak yaşadığı hoş olmayan, duyusal ve duygusal bir deneyimdir. Yani fiziksel ağrının duyusal ve duygusal olmak üzere iki bileşeni vardır. Duyusal bileşeni ağrının konum, şiddet ve süresi gibi duyusal özeliklerini kodlarken duygusal bileşeni ağrının üzücü ve acı verici olması gibi duygusal özelliklerini kodlar. Bir doku hasarı olduğunda ağrı bilgisi ağrının kaynağından merkezi sinir sistemine iletilir. Bu yolculukta ağrı hissi ilk olarak omurilik kanalına, oradan beynin nakil istasyonu olan talamusa ve en son olarak da talamusdan bedensel-duyusal korteks ve arka insular korteks bölgesine iletilir.
Doku hasarını takiben yaşanan fiziksel ağrının duyusal bileşeni bedensel-duyusal korteks ve arka insula bölgelerinde işlenirken aynı ağrının duygusal bileşeni ön singular korteks ve ön insula bölgelerinde işlenir. Kronik ağrı problemi olan hastalar ön singular korteks’lerinin bir bölümüne hasar verilmesini takiben ağrıyı hala hissetmelerine ve ağrı kaynağının bilincinde olmalarına rağmen ağrı artık kendilerini “rahatsız etmez”. Başka bir ifadeyle, ağrı hissinin duyusal bileşenine dokunulmadan duygusal bileşeninin işlenmesinde yer alan ön singular korteks bölgesinin lezyonlaması aracılığıyla duygusal bileşeni iptal edilir, hasta böylelikle ağrının acı verici niteliğini hissetmez. Buna karşın, benzer bir lezyonun ağrının duyusal bileşeni ile bağlantılı bedensel-duyusal korteks bölgesine yapılması durumunda hasta ağrıdan kaynaklanan rahatsızlığı hissetmesine karşın ağrının kaynağını belirleyemez. Yani, ağrının duyusal ve duygusal bileşenleri farklı kortikal bölgeler tarafından işlenir.
Duruma evrimsel açıdan baktığımızda iletişim eksikliğinin bizde yarattığı “acı” hissiyatın bir yerimiz ağrıdığında hissettiğimiz ağrıya benzer olduğunu daha iyi görebiliriz. Diğer memelilerde olduğu gibi insan yavruları yeni doğduklarında kendilerini besleme ya da bağımsız hareket etme yeteneğinden yoksun olup uzun bir süre anne / baba ya da bakıcılarının bakımına muhtaç yaşarlar. Bu kadar uzun süren bir toyluk dönemi sosyal bağlılığı güçlendirir ve bu şekilde güçlenen ilişkiler (anne-çocuk ilişkisinde olduğu gibi) tehdit altında ise, canlı hayatta kalma olasılığını arttırmak için ilişkinin tehdit altında olduğunu çevresine bildirmek üzere fiziksel ağrı sinyallerini kullanır. Yani, sürekli beraber olan kişilerden ayrılmak bireyin hayatta kalmasına ciddi düzeyde bir tehdit olur. Bu durumun gelişmesi halinde birey fiziksel ağrı çekerek ayrılmanın kendisine dayattığı rahatsız edici deneyimleri önleme yoluna girer ve önüne çıkan tehditlere bu şekilde uyum etmeye çalışır.
Yaklaşık 9 aylıkken başlamak üzere, bebekler bakıcılarının odalarından ayrılmasını takiben uzun süre boyunca ağlarlar. Bu ağlamanın aslında evrimsel bir amacı olup bebekler bu şekilde ayrılmanın kendilerinde neden olduğu rahatsızlığı ya da “ağrı hissini” bakıcılarına gösterir. Yani ağlama, ayrılık süresinin kısalması için geliştirilmiş bir adaptif davranış olur. Erişkin bireylerde yapılan sosyal dışlanmanın modellendiği çalışmalarda sosyal dışlanmaya yanıt olarak ön singular korteks ve ön insula bölgeleri etkinliğinde artış ve bu artışın derecesi ile sosyal dışlanmaya karşı gelişen üzüntünün birey tarafından bildirilen derecesi arasında bir paralellik olduğu gözlenmiştir. Bununla birlikte, çevresindeki bireyler ile daha sık ilişki halinde olan ve onlardan destek alan, yani dışlanmanın olumsuz etkilerini hafifletebilecek ortamın var olduğu bireylerde sosyal dışlanmaya yanıt olarak ön singular korteks ve ön insula bölgeleri etkinliğindeki artış yoksun bireyler ile karşılaştırıldığında daha düşük düzeyde olmuştur.
2011 yılında PNAS dergisinde yayınlanan bir çalışmada katılan bireylere iki test uygulanmıştır. Birinci testte bireylere daha önceden ilişkide oldukları ancak sonrasında ilişkinin bitmesinden dolayı bir nevi kaybettikleri kişilerin fotoğrafı gösterilip hissettiklerini bildirmeleri söylenirken ikinci testte aynı bireylere ağrıya neden olacak derecede sıcak ısı uyarımı verilip hissettikleri ağrının düzeyini bildirmeleri söylenmiş. Testler süresince bireylerin beyin aktiviteleri işlevsel manyetik rezonans görüntüleme ile görüntülenmiştir. Bu çalışmada ilişkinin kaybı ve yüksek düzeyde sıcak uyarıma karşı verilen yanıtların ikisi de ön singular korteks ve ön insula bölgeleri etkinliğinde artış ile paralel olmuştur. Yani sıcak uygulamasına bağlı gelişen fiziksel ağrı ile sevilen bir kişinin kaybına karşı gelişen sosyal ağrı ortak beyin bölgelerini aktive ediyor.
Yani yalnızlık, içinde yaşadığımız toplumdan dışlanma ve sevdiklerimizi kaybetme bizi incitiyor, ve bundan dolayı acı çekiyoruz. Elimize kaynar su döküldüğünde gelişen ağrıyı beynimiz nasıl algılıyorsa bu olumsuz sosyal deneyimleri yaşarken duyduğumuz ağrıyı da benzer şekilde algılıyor, çünkü beynin fiziksel ve sosyal ağrıyı işlemesinde görev alan bölgeler aynı. Sevdiğimiz bir kişi bizi üzdüğünde ya da ağır bir kayıp yaşadığımızda kalbimizin kırıldığını söyleriz. Yani, sosyal ağrıyı tanımlarken fiziksel ağrı sözcükleri kullanmamız (kalbin kırılması, arkadaşımızın bize ettiği sözlerin kalbimize saplanan bıçak gibi olması vb.) sosyal ve fiziksel ağrıyı işleme süreçleri ve yolakları arasında bir örtüşme olduğunu gösterir.
Covid 19 pandemisi ve takibinde yaşadığımız sosyal mesafe uygulamaları bizleri sarılmaların olmadığı sanal dünyalara yönlendirdi. Bütün bu sanal dünya araçları kaçınılmaz olarak bizleri birbirimizden uzaklaştırıyor. Brezilya’da an itibarıyla binlerce bebek Covid enfeksiyonundan dolayı ölüyor. Hindistan’da an itibarıyla yeni Covid varyantlarının çıkması ve beraberinde var olan yatak ve oksijen eksikliğinden dolayı binlerce insan hastaneye kabul edilmeyi beklerken oksijensizlikten ölüyor. Dünyanın birçok yerinde birçok insanı gereksiz yere açlıktan, savaştan, aşırı dozdan, ev içi şiddetten ve daha birçok nedenden dolayı kaybediyoruz. Bunların acısı her seferinde bir bıçak gibi saplanıyor kalbimize. Ancak yine de umudu bırakmamak, hayatta kalma içgüdümüz ile inadına direnmeye devam etmemiz gerekiyor. Evrim de zaten bize bunu şart koşmuyor mu?
KAYNAKLAR
The pain of social disconnection: examining the shared neural underpinnings of physical and social pain. Eisenberger NI. Nat Rev Neurosci. 2012 May 3;13(6):421-34.
The effect of cingulate lesions on social behaviour and emotion. Neuropsychologia. Hadland KA, Rushworth MFS, Gaffan D, Passingham RE. 2003; 41:919–31.
Social rejection shares somatosensory representations with physical pain. Kross E, Berman MG, Mischel W, Smith EE, Wager TD. P Natl A Sci. 2011; 108:6270–5.