Yazar: Hongbin CHEN
Çeviri: Onurcan Ülker
Çin, uzun yıllar boyunca, büyük bir nüfusa, geniş bir coğrafyaya ve bereketli kaynaklara sahip bir ülke olarak tanımlanagelmiştir.
Halihazırda dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’in, büyük bir nüfusa sahip olduğu kesinlikle doğrudur. Bu bakımdan Hindistan, Çin’i hızla yakalamaktadır gerçi; fakat nüfus artışı, orada da Çin’de görülen eğilime benzer biçimde son yıllarda yavaşlamıştır.
Çin’in geniş topraklara sahip olduğu da doğrudur. Toplam arazi büyüklüğü açısından Çin, dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. Fakat sorun, Çin’in bereketli topraklara sahip olduğu ifadesinde yatmaktadır.
BOLLUKTAKİ GÜÇ SÖYLEMİ
Çin, uzun süredir geniş topraklara ve bereketli kaynaklara sahip bir ülke olarak anılagelmiştir. Tang hanedanı şairi Han Yu, Ping Huai Xi Bei’de (《平淮西碑》) şöyle demişti: “Doğal kaynak zengini uçsuz bucaksız topraklar, aynı zamanda tekerrür eden musibetlerin de diyarıdır.”
Qing hanedanı imparatoru Qianlong, ilk İngiliz sefiri George Macartney’nin ziyaretinin ardından İngiliz kralı III. George’a verdiği yanıtta, Çin’in zengin kaynaklara sahip bir ülke olduğunu, hiçbir eksiğinin bulunmadığını ve onlarla ticaret yapmaya ihtiyaç duymadığını söylüyordu.
Yazar Lu Xun, 1930’lu yıllarda, Çan Kay-şek’in “Milletler Cemiyeti’nin adil bir hüküm vermesi beklentisiyle dişini sıkıp aşağılanmaya ve öfkeye katlanma” çağrılarına atıfta bulunarak, “Çinliler Kendine Güvenlerini Yitirdiler mi?” başlıklı makalesinde, Çin’in muazzam topraklara, bereketli kaynaklara ve büyük bir nüfusa sahip olduğuna, buna karşın Japon saldırganlığı karşısında Milletler Cemiyeti’nin yardımına bel bağladığına dikkat çekiyordu.
Mao Zedong, Çin Komünist Partisi Merkez Komite Politbürosu’nun 1956 Nisan’ında toplanan genişletilmiş toplantısında, “[Çin’in] sanayisi ve tarımı gelişmemiştir; bilimsel ve teknolojik düzeyi düşüktür. Geniş toprakları, zengin kaynakları, kalabalık nüfusu, uzun tarihi ve edebiyatta Kızıl Köşkün Rüyası vb. hariç, Çin pek çok açıdan diğer ülkelerden geridir ve dolayısıyla mağrur olmak için hiçbir gerekçesi yoktur,” demişti.
Şüphesiz ki, Çin’in geniş topraklara ve zengin kaynaklara sahip olduğu sözü uzun süredir ortalarda dolaşmaktadır. Dahası, bu, halkın zihninde de derin yer etmiş ve nadiren sorgulanan bir şiardır.
ÇİN HÂLÂ MADEN ZENGİNİ Mİ?
Çin’in zengin maden kaynaklarına sahip olduğu ve 158’i kanıtlanmış yataklara sahip olmak üzere 171 tür maden keşfettiği göz önünde bulundurulursa, Çin’in geniş ve kaynak zengini olduğunu söylemek anlaşılabilir bir durumdur. Üstelik, kanıtlanmış yataklara sahip 20’yi aşkın maden türünde sahip olduğu rezervler dünyada ilk sıralardadır ki, bunlardan tungsten, kalay, antimon ve nadir toprak elementleri dahil 12’sinde dünya çapında zirvede yer almaktadır. Kanıtlanmış maden rezervleri bakımından Çin, yalnızca ABD ve Rusya’nın ardından dünyada üçüncü sırada gelmektedir. Açıktır ki bu, Çin’in geniş topraklara ve bol kaynaklara sahip olduğu söylemini destekleyen bir durumdur.
Nadir toprak elementleri şüphesiz stratejik değere sahip önemli bir kaynaktır. “Orta Doğu’nun petrolü varsa, Çin’in de nadir toprak elementleri var.” Bu, Deng Xiaoping’in meşhur sözüdür. Çin, başıboş fiyat rekabetini denetim altına almak adına son yıllarda nadir toprak elementi ihracatını azaltmış; bu ise, ABD, Japonya ve diğer ülkelerde büyük bir paniğe yol açmıştır. Peki, nadir toprak elementleri bir yana, Çin’deki diğer maden kaynakları da stratejik açıdan kayda değer midir?
İlkin, petrole değinelim. Petrolün önemi ayan beyan ortadadır. Hatta ve hatta, “petrolü denetim altına alan dünyayı denetim altına alır” diye bir söz bile vardır. Yeni Çin’in kuruluşundan önce, Çin’in petrol üretimi asgari düzeydeydi ve bu bakımdan Çin, ağırlıklı olarak ihracata dayanmaktaydı. “Yabancı petrol” (洋油) lafının geçmişte yaygın bir ifade olmasının sebebi budur.
Yeni Çin kurulduktan sonra da vaziyet aynı kalmıştır. 1959 yılında Daqing petrol sahası keşfedildikten sonradır ki, Çin, petrol üretiminde gitgide kendi kendine yeter hâle gelmiştir. 1970’li yıllara girildiğinde, Çin salt kendi kendine yetmekten fazlasını yapar olmuş ve petrol fakiri yaftasını kaldırıp Pasifik Okyanusu’na attığını gururla ilan ederek petrol ihraç etmeye başlamıştır. 1985’e gelindiğinde, Çin’in petrol ihracatı 35,4 milyon ton ile zirveye ulaşmıştı. Bu tarihten sonra ise düşmeye başlamış ve 1993 yılı itibarıyla Çin, yeniden petrol ithal etmeye girişmiştir.
O vakitler, Çin’in petrol ihracatının başlıca hedefi Japonya’ydı. Japonya, Çin’den petrol ithal ederek, Körfez’den yapılan petrol ithalatıyla karşılaştırıldığında nakliye mesafesini %90 kısaltmış oluyordu. Çin’in hızlı iktisadi büyümesinin ve otomobillerin temel bir seyahat yöntemi olarak benimsenmesinin ardından ise, Çin’in petrol tüketimi ve buna bağlı olarak da petrol ithalatı birdenbire patlama yapmıştır.
PETROLE, DOĞAL GAZA VE DEMİR CEVHERİNE DUYULAN AÇLIK
Çin, 2018’e gelindiğinde, ABD’yi geride bırakarak dünyanın en büyük petrol ithalatçısı oldu. 2020 yılında Çin’in petrol ithalatı 540 milyon ton gibi devasa bir miktar olurken, ithal petrol bağımlılığı da %73,5’e ulaşmıştır. Bu, Çin’in petrol fakiri yaftasını bir kez daha, sessiz sedasız boynuna astığına işaret etmektedir. Çin petrol üretimi açısından halihazırda dünyada altıncı sırada yer alsa da, petrol rezervleri açısından dünyada on üçüncü sıradadır ve söz konusu petrol rezervleri de, Kuveyt’in sahip olduklarının dörtte biri bile etmemektedir. Kaldı ki Kuveyt’in arazi büyüklüğü Çin’in %0,2’sinden bile değildir; öyle ki Kuveyt, Tianjin’den bile küçüktür.
Çin’in yerli petrol sahalarının sınırlı üretim potansiyeli ve buna karşın artan ham petrol talebi temelinde, Çin’in ithal petrol bağımlılığının artmaya devam edeceği tahmin edilebilir. Petrol arzının bir kısmı Rusya tarafından sağlanmakta ve tren yoluyla Çin’e taşınmaktadır. Ancak Çin’in ithal ettiği petrolün yaklaşık üçte ikisi Orta Doğu ve Afrika bölgelerinden gelmektedir. Petrolün çeşitli Çin limanlarına Hint Okyanusu, Malakka Boğazı ve Güney Çin Denizi üzerinden petrol tankerleriyle gönderilmesi, enerji güvenliği açısından bir tehdit oluşturmaktadır. Çin, son yıllarda, Güney Çin Denizi’nde adacıklar bile inşa edip uygun savunma ekipmanları konuşlandırarak bu sulardaki askeri deniz varlığını güçlendirmeye çalışmıştır. Açıktır ki bu, Çin’in, deniz taşımacılık güzergahlarını koruma ihtiyacıyla ilintilidir.
Ardından doğal gaz gelmektedir. Doğal gaz bir tür temiz enerjidir; dünya, iklim değişikliği ve bunun yarattığı güçlüklere tepki verdikçe doğal gazın da önemi artmaktadır. Uluslararası toplumda, “doğal gazı denetim altına alan geleceği denetim altına alır” diye bir söz vardır. Çin, 1835 yılı başlarında Zigong, Sichuan’da doğal gaz çıkaran ilk ülke olmuştur gerçi; buna karşın Çin’in doğal gaz rezervlerinin pek iç açıcı olmaması ve dünyada ancak 12. sırada yer alması üzücüdür. Bu miktar, Katar’ın sahip olduğu rezervlerin 1/8’i bile etmemektedir ki, Katar’ın arazi büyüklüğü, Çin’inkinin 1/800’ünden azdır. Katarlıların sadece arka bahçelerini kazmaları ve buradan doğal gaz borularını doldurmaları bile mümkün olabilir.
İç Moğolistan bölgesinde yer alan Sulige gaz sahası, Daqing petrol sahasına bağlı faaliyet yürüten Çin’in en geniş doğal gaz sahasıdır ve burada yaklaşık 533,6 milyar metre küplük rezerv bulunmaktadır. Karşıtlığa bakın ki, dünyanın en büyük doğal gaz sahası olan ve İran ile Katar arasında paylaşılan Güney Fars/Kuzey Kubbe sahası ise, 6,52 trilyon metre küp gibi muazzam bir miktarı bulan doğal gaz rezervlerine sahiptir.
Çin, 2018 yılında Japonya’yı geride bırakarak dünyanın en büyük doğal gaz ithalatçısı koltuğuna oturmuştur. 2019’a gelindiğinde, Çin’in ithal doğal gaz bağımlılığı %42,95’e yükselmiştir. Oysa on yıl önce, Çin’in ithalat bağımlığı hepi topu %3,15’ti; aynı dönemde doğal gaz, dünya ortalaması %24 olmasına karşın, Çin’in enerji görünümü içinde yalnızca %7,92’lik bir yer tutuyordu.
Çin’in doğal gaz üretimi, uzun süredir daima ulusal beklentilerin altında kalmıştır. 2020 yılında Çin’in yerli doğal gaz üretimi 188,8 milyar metre küp olmuştu. Bu rakam, hem 13. Beş Yıllık Plan’ın koyduğu 207 milyar metre küplük hedefin oldukça gerisindeydi hem de Devlet Konseyi’nin Eylül 2018’de yayımladığı “Doğal Gazın Eşgüdümlü ve İstikrarlı Bir Biçimde Kalkınmasının Teşvik Edilmesi Üzerine Birtakım Görüşler” (《关于促进天然气协调稳定发展的若干意见》) belgesinde 2020 yılı için saptanan 200 milyar metre küplük hedefin altındaydı.
Çin, 2007 yılında, Xinjiang bölgesindeki Tarım’dan Şanghay’a uzanan ilk doğal gaz boru hattını, yani Batı-Doğu Gaz Boru Hattı’nı inşa etti. 4.200 km uzunluğundaki bu hattın yapımı, 300 milyar RMB’ye mal oldu. Burası, yılda 62 milyar metre küp doğal gaz taşıma kapasitesine sahiptir. Çin, daha sonra ayrıca, Myanmar-Çin Petrol ve Gaz Boru Hatlarını inşa etmiştir. Buranın doğal gaz boru hattı uzunluğu 1.727 km’dir. Açıktır ki bu hamle, Malakka Boğazı’nın taşıdığı risklerden kaçınmaya yönelik stratejik bir öneme sahiptir.
Türkmen-Özbek sınırından başlayıp Horgos (Khorgas) üzerinden Çin’e ulaşan Orta Asya-Çin gaz boru hattı, İkinci Batı-Doğu Gaz Boru Hattı’dır. Söz konusu hat, 1.300 km’lik bölümü Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’ın, yaklaşık 8.000 km’lik bölümü ise Çin’in sınırları içinde kalmak üzere 10.000 km’lik uzunluğa sahiptir. Bu, A Hattı ve B Hattı olmak üzere, her biri 1.833 km uzunluğundaki birbirine paralel ikili hatlardan meydana gelmektedir ve dünyanın en uzun doğal gaz boru hattıdır. C Hattı’nın inşası da tamamlanmıştır ve D Hattı’nın yapımı halihazırda sürmektedir. Görülebileceği üzere, Çin’in doğal gaz bağımlığının gelecekte daha da derinleşmesi beklenmektedir.
Bir sonraki başlığımız ise demir cevheridir. Çin, dünyanın en önde gelen çelik üreticisidir. Çin’in çelik çıktısı, 2019 yılında, dünya toplan çıktısının %53’üne denk geliyordu. Çin, ülke içerisinde dikkate değer miktarda demir cevheri rezervlerine sahip olmasına karşın, bunlar ortalama %34,3 demir (Fe) içeriği ile düşük kalitededir. Karşılaştırmalı konuşacak olursak, Hint ve Rus demir cevherleri yaklaşık %64,2, Güney Afrika’nınki %62, Brezilya’nınki %52 ve Avustralya’nınki %48 Fe içeriğine sahiptir. Dolayısıyla, Çin’deki belli başlı çelik şirketleri, genellikle ithal demir cevheri kullanmaktadır.
Çin’in en önde gelen çelik şirketi olan Baoshan Demir ve Çelik Ltd. Şti. (Baosteel); geçen yüzyılda, 1970’li yılların sonunda kurulduğu günden beri ithal demir cevheri kullanagelmiştir. Çin’in demir cevheri talebi, son yıllarda artmaktadır. 2019’da Çin, 1,07 milyar ton gibi sarsıcı bir miktarda demir cevheri ithal etmişti ki, aynı yıl küresel demir cevheri işlem hacmi ancak 2,2 milyar tondu. Çin’in ithal demir cevherine yönelik yüksek talebi, BHP ve Rio Tinto gibi küresel madencilik devlerinin cebini bol bol doldurmaktadır. Fiyatlar defalarca kez yükselmiş ve Çin, bu nedenle yüksek bir bedel ödemiştir.
KAYNAKLAR CİDDİ BİR TÜKENMEYLE KARŞI KARŞIYA
Çin’de halihazırda 262 tane kaynak merkezli kent bulunmaktadır. Bu kentlerin bazılarında kaynaklar tükenmiştir ve ayrıca çok sayıda kronikleşmiş tarihsel sorun da vardır. Öte yandan, diğer bazı kentler kaynak geliştirmek için büyük çaba harcasalar da, kapsamlı kullanım seviyeleri çok düşüktür; bu durum ise dönüşümü, iyileştirmeyi ve sürdürülebilir kalkınmayı bir hayli güçleştirmektedir. 20. yüzyılın ortalarında inşa edilen devlete ait madenlerin üçte ikisi eskimiş ve yaşlanmış; sonuç olarak üç milyon çalışan işten çıkarılmıştır.
“Dünyanın fabrikası” olan Çin, her yıl dünyanın geri kalanına çarpıcı miktarda ürün ihraç etmektedir. Bu ürünlerin imalatı, büyük miktarda kaynak tüketimine sebep olmaktadır. Söz konusu kaynakların çoğu, madensel kaynaklar gibi yenilemez nitelikte olanlardır. Birkaç düzine ya da en fazla birkaç yüzyıl sonra, dünyanın birkaç milyar yılda oluşturduğu fosil yakıtlar tükenecektir. Çin’in ihracatı arttıkça kaynak tüketimi de hızlanmaktadır ve neticede, kaynakları daha çabuk tükenmektedir. Çin’in kaynaklarının birkaç yıl içinde büsbütün yok olabileceğini söylemek abartılı olmayacaktır.
Yer darlığı nedeniyle, ekilebilir arazi, doğada mevcut tatlı su ve ormanlar gibi diğer önemli kaynakları burada tartışamayacağım. Buna karşın yukarıda değindiğim birkaç esas nokta, günümüzde Çin’nin geniş toprakları ve bereketli kaynakları olduğunu ifade etmeninin niçin isabetsiz ve gerçek dışı olduğunu açıklamak için zaten yeterli olacaktır.
Bu bağlamda, kavrayışı güçlü bazı Çinlilerin yaklaşık on yıl önce yaptıkları bir öneriye tamamen katıldığımı söyleyebilirim: Söz konusu ifade, gençleri yanlış yönlendirmekten kaçınmak için, ilk ve orta öğretim ders kitaplarından mümkün olan en kısa sürede kaldırılmalıdır.
* Çeviride esas alınan metin, ilk olarak 26 Şubat 2021 tarihinde Think China sitesinde yayımlanmıştır.