Corbyn neden kazandı?
İngiltere'deki kritik seçim sonuçları ile ilgili olarak Bhaskar Sunkara'nın Jacobin'de yayınlanan makalesini Muzaffer Ege Alper'in çevirisyle okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Seçimi kazanıp kazanmadığının bir önemi yok, o kazandı. Jeremy Corbyn bize senelerce takip edilecek bir kılavuz verdi.
Toryler (muhafazakar parti) gecenin sonunda hala iktidarda olabilir ama günün galibi Corbyn.
Evet seçimlerde durumlar böyle işlemiyor biliyorum, ama önce bir dinleyin beni: son birkaç hafta İşçi Partisi solunun ve uluslararası alanda ona yakın düşünenlerin yaklaşımını doğruladı.
1997’den bu yana İşçi Partisi'nin meclisteki sandalye sayısının arttığı ilk seçim oldu bu. 2005’den bu yana en yüksek oy alındı ve tüm bunlar başlangıçta yüzde 24’lük bir fark varken oldu. 2015 sonlarında Corbyn’in partinin başına geçmesinden itibaren, kendi partisi içinden gelen sayısız saldırıya mağruz kaldı. İşçi Partisi lideri olarak parlamentodaki partililerden veya parti çalışanlarından destek alamadı. Etrafında toplanmış küçük ekip, karalama kampanyaları ile karşı karşıya kaldı.
Birleşik Krallık’taki tüm elitler onu devirmeye çalışsa da o hala ayakta. Partideki orta yolcuların üzerine düşen gölgesi, artık seçim öncesine göre çok daha güçlü.
Tamam, belki de yarın Corbyn yeni başbakan olamayacak. O hep ‘yetersiz bir aday’ olarak görüldü, en güçlü hatip değildi ve arada gaf yapmadı da değil. Tüm bunlar doğru. Ancak tüm dış düşmanları ve İşçi Partili milletvekillerinin muhalefeti bir yana, akılda tutulması gereken Corbyn’in işçi partisinin çok zorlu bir döneminde başa geçtiğidir.
İşçi Partisi, büyük bozgunla sonuçlanan Irak’taki askeri müdahale, yurtiçindeki büyük özelleştirme dalgaları ve finansal krizi yönetmeye çalışma biçimleri gibi Blair-Brown hükümetinin yaralarını taşımaktaydı. Blairciler, finansal sektörü kucaklayan, onu ‘modernize etmek’ bahanesiyle sosyal devletin altını oyan bir doğrultuda istedikleri sosyal demokrat bir partidense sosyal liberal bir partiyi elde etmişlerdi. Bu bağlamda soldan gelen güçlü bir muhalefet olmadı. Böylece beyaz yakalıların oyları peşine düşüldü..
Partinin zayıflayan işçi sınıfı hareketiyle olan bağı ve kitlesel tabanı çözülmekteydi. İskoçya kaybedilmişti. İşçi partisi iktidarında geçen yıllarda tek somut muhalefet sağcı BK Bağımsızlık Partisi’nden gelmişti.
İşte Corbyn’in devir aldığı miras budur. Ama tüm bunlara rağmen, ekibiyle birlikte işçi partisini yaşama döndürmeyi başardı.
Partinin kitle tabanını yeniden inşa ettiler, İşçi Partisi’ni, yarım milyona yakın üyeyle, Avrupa’daki en büyük partiye dönüştürdüler. Hareketi desteklemek için kurulan halk örgütü, İngiltere genelinde onbinlerce kişiyi örgütledi. İşçi Partisi'nin parti içi merkez ve sağ eğilimleriyle olan mücadelesi bir açıdan bu duruma yardımcı oldu. Sol grubun tepki gösterdiği eski İşçi Partisi politikalarına mesafesini belirgin kıldı. Birçok partili zenginler kulübü medyanın ana hedefi oldu.
İşçi Partisi onyıllardır ilk defa sağlam bir sol karakter göstererek bir taban oluşturdu. Anketlerde hep geride de olsa, gerçek bir muhalefetin ve seçeneğin çekirdeğini oluşturmaktaydı.
Ancak programla ilgilenmesek ve sadece Toryleri meclisten atmaya çalışsaydık bile, İşçi Partisi sağının Corbyn’den daha başarılı olabileceğini söylemek mümkün değil. Owen Smith (ç.n.: partinin merkez kanadının temsilcisi, parti başkanlığı için Corbyn’e karşı aday olmuştu) genç oylarda gördüğümüz büyük patlamayı sağlayabilir miydi? Angela Eagle veya diğer ‘ılımlı solcu’ liderler Galler bölgesinin İşçi Partisi’nde kalmasını sağlayabilir miydi? İşçi Partisi dışında herhangi bir güç İskoçya’yı İskoç Ulusal Partisi’nden geri almaya başlayabilir miydi?
Corbyn bu seçimi ancak partinin muhafazakarlığa kayışını durdurmak ve partinin sol kanadına dayanarak kazanabilirdi. Başarısı demokratik sosyalistlerin önünde bir kılavuz olmuştur.
İşçi Partisi’nin bu çıkışı aslında solun senelerdir savunduğu şeyi doğruluyor. Halk lafı dolandırmadan ve dürüstçe kamusal hizmet ve varlıkları savunacak bir lider bekliyor. İşçi Partisi’nin manifestosu oldukça kapsayıcı ve onyıllardan beridir en sosyalist olanı. Aslında oldukça açık bir belge bu manifesto; temel işletmelerin tekrar kamulaştırılması, eğitime erişim, konaklama ve sağlık hizmetinin herkes için erişilebilir olması, tekeller ve zenginlerin elindeki artığın takrar bölüşülmesi.
İlkokullara aktarılacak 6.3 milyar Sterlin, emeklilik fonlarının korunması, ücretsiz öğrenim, kamu konutları gibi İşçi Partisi’nin İngiliz işçilere vaat ettikleri şeyler oldukça somuttu. Medya burdan saldırarak ve onu ‘modası geçmiş’ olmakla suçladı. ‘azınlık değil çoğunluk için’ slogan gibi bu yaklaşımı halktan olumlu karşılık aldı.
İşçi Partisi solu, hayali bir merkeze odaklanarak değil tersine insanlara onların öfkelerini anladığını göstererek ve onlara bu öfkeyi akıtacak yapıcı bir kanal oluşturarak seçim kazanılacağını hatırladı. ‘Emeğimizin ürününü talep ediyoruz’, diyen partinin seçim videosu da bunu gösteriyor.
İşçi Partisi’nin kısa vadeli ekonomi programı ilham verici; aynı zamanda Corbyn’in ekibi kapitalizmin ötesine bakan uzun vadeli bir sosyal-demokrat vizyonu da canlandırdı. Corbyncilikte en etkileyici olan, neoliberalizm altında sosyal devlet kapitalizmini savunan tipik bir program olmayışı, tersine kapitalizmin kendine özgü sınırlarını da görmesi ve demokratik ilkelerin ekonomik alana, sermayenin üretim araçları mülkiyetine de müdahale edecek şekilde, genişletilmesini öngörmesidir. Uzun süredir hangi merkez-sol parti kooperatif sektörünün genişletilmesini, kamu teşebbüslerinin oluşturulmasını ve devletin ekonominin temel sektörlerini kontrol edebilmesini savundu?
Elbette planlar her noktayı kapsamaktan uzak, ancak bunlar İngiltere’yi gelecekte daha derin bir sosyalist dönüşüme taşıyan temeller olabilir. Bu iddialı bir hayal, belki de hayata geçmesi onyıllar alacak, ama kesinlikle alışılagelmiş İşçi Partisi çizgisinin ötesine gidiyor.
İşçi Partisi solu ‘basit bir sosyal demokrat’ akım değil. Sosyal demokrasi savaş sonrasında sınıf savaşımını bastırıp, sermaye, emek ve devlet arasında bir çeşit arabuluculuk rolü üstlenmeye kalmışsa da, Corbyn’in yeni sosyal demokrasisi sınıf karşıtlığına dayanıyor ve alttan gelen halk hareketlerini cesaretlendiriyor.
Ancak İşçi Partisi olmayacak duaya amin diyen bir program ortaya koyamazdı. Sosyalistlerin karşı karşıya gelmeye alışkın olmadıkları meseleleri de dikkate almalıydı. Bunu yaparken de temsil etmeye kalktığı ‘çoğunluğun’ sağduyusuna hitap edebilmeyi başardı.
Terör ve güvenlik meseleleri önüne konulduğunda, Corbyn solun bu konularda güçsüz olmadığını göstermekle kalmadı, önerileriyle rakiplerinden çok daha ikna edici olabilmeyi başardı. Yıllar boyu sol önünde duran seçenekler ya boş prensipleri tekrarlayıp oy kaybetmekten ya da sağcıların söylemini aynen taklit etmekten ibaret sanılmıştı; Corbyn ayrı bir seçeneğe işare etti.
Corbyn tüm bu çılgınlığın içinde ayrı bir yol oluşturdu. Korkunç Manchester ve Londra saldırıları sonrası İşçi Partisi lideri, İngiliz emperyalizmiyle, yükselen islamcı terörü ilişkilendirmekten korkmadı. Corbyn uluslararası politika eleştirilerini bununla da sınırlamadı, Körfez ülkeleriyle girilen derin ortaklıkları da eleştiri odağına aldı.
Corbyn teröre karşı orantılı polis kullanımı çağrısına karşı soldan da tepki aldı. Ancak o sadece polis çözümüne odaklanmadı, tersine geniş bir perspektif çizdi ve terörün arkasındaki toplumsal sebeplerden bahsederek Torylerin yabancı karşıtlığını ve korku tellallığını hedefe aldı. Bunu yaparak terör tartışmasını çok farklı bir eksene taşımış oldu. Her zaman toplum karşıtı etkinliklerde bulunan, toplumdan dışlanmış ve öfkeli insanlar olabilir, bunu medeniyetler çatışması olarak görmek yerine sorunun köklerine inmek gereklidir.
Oy kullananları küçümsemeyelim. Yıllarca süren savaşlar ve şiddet sonrası çok sayıda kişi barışa hazır. Corbyn onlara istediklerini verdi ve bunun için ödüllendirildi.
Muhafazakar çoğunluk erise de, yarın her şey güllük gülistanlık olmayacak. Daha mütevazi olmaya zorlansalar da, Toryler hala hükümette. Medya ve iş dünyasındaki ortaklara tekrar toparlanacak. Emekçi halka ve kamu mallarına saldırmaya devam edecekler.
Ancak Corbyn’in partisi eski seçime oranla bu saldırıya daha iyi karşı koyabilecek bir durumda. Amasız fakatsız bir sol vizyona dayanarak insanlara korku ve azalan beklentilerin aksine umut veriyor. Son olarak, Bernie olsa kazanırdı.*
*ABD’de son seçimler sonrası ünlenen slogan, Bernard Sanders Demokratik parti lideri olsa Trump’a karşı kazanırdı anlamında.
Makalenin aslına buradan ulaşabilirsiniz.