Başarısız darbe girişiminin üzerinden 10 gün geçti. Türkiye solunda tartışmanın darbeyi püskürten iktidarın icraat ve hedeflerinde yoğunlaştığı görülüyor. Bunun sağlıklı bir yönelim olduğunu söylemek mümkün, çünkü ülkenin geleceğine dair iddiası olanların somut duruma odaklanıp somut bir çıkış arayışı içinde olmalarından doğal bir şey olamaz. Ancak daha 10 gün önce bir başka unsur ciddi ciddi iktidarı almanın eşiğine geldiğine göre onların da ideolojisini, hedeflerini tartışmak abes olmasa gerek.
15 Temmuz’da harekete geçen cunta içinde ağırlığı oluşturduğu anlaşılan Gülen cemaati, fazlasıyla kapalı ve konspiratif bir yapı olmakla birlikte, kimi mecralarda düşüncelerini ve niyetlerini açıkça beyan edebilmektedir ve bu niyetler, amansız bir kavgaya tutuştukları iktidarınkinden çok da farklı değildir. Cemaatin kendi tabanı dışında görünürlüğü sınırlı olan Yeni Ümit dergisinde öne çıkan yaklaşımlara göz attığımızda bunu görmek mümkün.
TOPLUMU POTANSİYEL SUÇLU, CİNSELLİĞİ TABU OLARAK GÖRÜRLER
İsmail Köksal’a kulak verelim:
“Farz-ı muhal [Olmayacak şeyi olmuş gibi düşünmek. Bu ifade ile, yaratma kudreti Allah’a mahsus olduğu için zaten kobay olarak insan üretilemeyeceği görüşünün altı çiziliyor – D.A.G.] kobay olarak üretilen insan kendisine ait bu statüyü kabul etse bile, daha farklı problemler ortaya çıkabilecektir. Mesela şayet o evlense ve muhsan [Büluğ, dinen evlenme ehliyetine sahip olan – D.A.G.] konumda zina yapsa, üzerine de şer’î ceza olan haddin tatbiki gerekse; bu durumda varlık sebebinin ortadan kalkması söz konusu olacaktır.”[1]
İnsan klonlamanın mümkün olup olmadığının tartışıldığı ve üretilen insanın kobay olarak kullanılmasının sosyal boyutunun tartışıldığı bir yazıda mesele kobayın işleyebileceği suçlar üzerinden tartışılıyor ve ilk akla gelen suç de her ne hikmetse zina oluyor. Aynı sayıda bir başka yazıda zina “çirkinliği meydanda olan bir hayasızlık” olarak tanımlanırken şehvetin şiddetli bir duygu olduğu, bu nedenle zinaya yaklaşıldığında ondan kaçınmanın güç olacağı savunuluyor. Örneğin, zinadan uzak durmak için “bir kadınla erkeğin tek başlarına kalmalarına, kadının yabancı erkeklere karşı süslenip püslenmesine” izin verilmediği belirtilmekte, İslâm’ın “durumu müsait olanların derhal evlenmesi, müsait olmayanların oruç tutmak suretiyle kendini frenlemesini” emrettiği eklenmektedir.[2] Yani cemaat, kadınla erkeğin yan yana gelişini zina olasılığı olarak değerlendirmekte, bu “riski” ortadan kaldırmak için tüm toplumsal yaşantının harem selamlık olarak biçimlendirilmesini savunmaktadır.
GENÇLİĞE DÜŞMANDIRLAR
Toplumu potansiyel suçlu olarak görüyorsanız, gençlikle kavgalı olmanız muhtemeldir. Nitekim Durmuş Tatlılıoğlu, gençler arasında da zina riski görmekte ve “Dolayısıyla gençleri zina ve fuhuş bataklığından korumanın yolu evlenmelerini sağlamak, bu mümkün oluncaya kadar da onları oruca teşvik etmek, ayrıca zina ve fuhşa götürücü yerlerden, yayınlardan uzak tutmaktır”[3] demektedir.
Sadece bu kadar mı? Elbette hayır, çünkü cemaat, gençliğin tüm özelliklerine düşmandır:
“Bilimsel çalışmaların sonuçları itibariyle gençlik dönemin en başta gelen psikolojik özelliklerinden bazıları şunlardır: Kişilik bunalımı, isyankârlık, hayatta gaye edinme, sorumluluk duygusunun gelişmesi, hayattan tatmin arama, macera ve hareket isteği. (Doğan 1985, 170).[4]
Tüm bu günahkârlığıyla gençlik günahların en büyüğüne, yani devrimciliğe de teşnedir:
“Yaşı gereği değer yargıları hızla değişen genç, içinde yaşadığı toplumun değerlerinin de hızla değişmesi karşısında bunalıp bocalamakta, ya hiçbir değere inanmayan, idealden yoksun, günübirlik uğraşlar ve maddi zevklerle oyalanan, kendine ve çevresine yabancılaşan bir tip haline gelmekte, ya da aşırı ideolojik bağnazlığa düşmektedir.”[5]
Muhafazakâr kalıplara uyan bir gençlik, ya da Recep Tayyip Erdoğan’ın deyişiyle “dindar gençlik” yaratmanın yolu ise “ailede sevgi ve güven ortamını temin etmekten” geçmektedir.[6]
KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİNE İNANMAZLAR, ÇOK EŞLİLİĞİ SAVUNURLAR
Cemaate göre “Kadın erkekten tamamı ile farklıdır. Kadının erkekle eşit olduğunu iddia edenler, bu temel farklılıktan tamamen habersizdirler” [7] ve “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın; olduğu gibi kabul edersen istifade edersin.”[8]
Cemaate göre evliliğin amacı çocuk yapmaktır (muhtemelen en az üç):
“İslâm'a göre evlilikten asıl maksat İslâm kültürüyle yetiştirmek şartıyla çocuk sahibi olmaktır. İslâm'ın evlenmede birden fazla kadına müsaade etmesinin ve doğum kontrolünü şartlı kabul etmesinin hikmetlerinden birisi de bu olsa gerektir.
“Evlilikten gaye nesil ve evlenecek erkeğin hanımını tercih nedenlerinden birisinin doğurgan olması nazara alındığında diyebiliriz ki aile çocuk için kurulur. Başka bir ifade ile İslâmî bir ailenin temeli çocuktur. Bu yüzden çocuk beklememe, çocuk istememe gibi bir durum da söz konusu değildir. Anne-baba yuvalarının kuruluş sebebi olan Allah'ın o en lâtif hediyesini dört gözle beklerler.” [9]
Kaşla göz arasında yapılan çok eşlilik güzellemesinin ardından eş seçme kriterlerine geçebiliriz. Eş seçme derken erkeğin eş seçme hakkından söz ediyoruz, çünkü cemaatin düşünce dünyasında erkek ile eşit olmayan kadın, bu hakka sahip değildir. Eş seçme hakkı erkeğe aittir ve o da bu hakkını kullanırken aşk ve sevgi gibi günah kokan duygularla işi olmayacaktır:
“Daha yuva kurulmadan eşlerin ahlâkî yapıları üzerinde duran sünnet, onlarda dindarlık, iyi soy, temizlik, itaat aranmasını tavsiye etmektedir.
“Eşlerin birbirlerini görerek evlenmelerini tavsiye eden ve eşler arasında denklik arayan sünnet, aile temellerinin sağlam atılması için ayrıca eşin bakire, salih amel sahibi olmasını da tavsiye eder.”[10]
Muhafazakâr kalıplara uygun bir aile kurup kurmamak kişisel bir tercih değil, ümmete karşı sorumluluktur, çünkü bu kalıpların dışına çıkan bir aile yaşantısı, suçlu çocuklar yetiştirecektir:
“Ailenin kudsiyetine inanmayanlar için ayak bağı sayılacak, horlanacak, hakir görülecek, ilgisizlikle şeytan ocaklarına itilecektir. Kreşlerle yuvasızlığa mahkûm edilecek, dengeli bir ruh yapısı kazanamadığı için ileriki yıllar adına toplum için adetâ canavar haline gelecektir.”[11]
DİNCİLİĞİ DEVLETİN GÖREVİ SAYARLAR
Sene 1996, cemaat eğitim politikasının amaçları hakkında devlete akıl veriyor:
“Millî eğitimin gayesi, bu milletin millî kültürüne uygun, dînî ve manevî değerlerini benimsemiş, bu milletin bir ferdi olarak bu milletle aynı duygu, düşünce, inanç, anlayış ve yaşayış bütünlüğü içinde olan fertler yetiştirmek olması gerektiğine göre, bu noktada meydana gelen eksik ve aksaklıkların giderilmesi için gerekenlerin yapılması da mutlaka hayatî bir öneme sahiptir. Bugünkü birtakım sosyal ve kültürel problemlerimizin temelinde kişilik ve din ilişkisinin tam olarak görülememesi; bu sebeple de din, ilim, sanat, eğitim ve kültür gibi kişiliğin oluşması ve gelişmesinde önemli katkıları olan unsurların sağlıklı bir kişilik oluşmasına, millî kimliğimizi kazanmamıza yardımcı olacak şekilde değerlendirilememesi yatmaktadır, denebilir.”[12]
2011’de, yani bugün Deccal olarak gördükleri iktidarın 9. yılında ise, bu taleplerinin karşılanmasının sevincini yaşıyorlardı:
“Hamza Aktan’ın vurguladığı bazı hususlarla yazımızı bitirelim: ‘Kerim Rabb’imiz biz insanları yarattıktan sonra kendi hâlimize terk etmedi. Efendimiz’i göndermek suretiyle doğru yolu göstererek en büyük lütufta bulundu. Hak yol, sadece onun yoludur. Yetiştirdiği Sahabe nesli bize güzel bir model oldu. Onlar, Peygamber yolunu dünyanın büyük bir kısmına ulaştırdılar. Çok şükür, günümüzde de bu yolda hizmet için seferber olanlar var. Sahabe gibi, mezarları çeşitli ülkelerde kalanlar var. Bunların da heyecanları bitmiyor, yapılan iltifatlar onları gevşetmiyor. Bu nesil de Rabb’imizin bize bir lütfudur. Biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak cami dersleri programlama, tefsir, hadîs ve siyer dersleri verme hazırlığı içindeyiz.’” [13]
NEOLİBERALİZME İMANLARI, KOMÜNİZME DÜŞMANLIKLARI TAMDIR
‘Hoca Efendi’nin sözlerini yorumsuz aktaralım:
“Müteşebbislerimiz, sanayicilerimiz, Batı ile entegrasyon neticesi dış dünyayı bilen tüccarlarımız, hatta esnaflarımız ve işçilerimiz, imkânları ölçüsünde mutlaka Asya’ya gitmeli ve oradaki istihdam problemini de halletme yolunda, sınaî ve ziraî yatırımlarda bulunmalıdırlar. Aslında içinde bulunduğumuz süreç itibarıyla ülke olarak böyle bir şeye de çok ciddi olarak ihtiyacımız var. İç piyasanın doyum noktasına ulaştığı günümüzde, bizim yeni yeni mahreçlere ve dünya ile rekabete girebileceğimiz dış pazarlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. İşte tam bu aşamada Orta Asya bizim için bulunmaz bir fırsattır. Şayet yatırımcımız akıllı davranıp, aramızdaki din, dil, kültür, tarih birliği gibi dinamikleri de değerlendirerek bu fırsatı kullanabilirse, içinde bulunduğumuz ekonomik çıkmazdan kurtulmamız ve dünyanın sayılı zengin devletleri arasına girmemiz işten bile değil... Ben bu ve buna benzer hususları Rusya’nın çözülmeye başladığı 1989 yılında cami kürsilerinde anlatmaya başladım.”[14]
EYLÜLİST’TİRLER
“Bilindiği gibi din, İslâmiyet, öteki dünya ile ilgili hükümleri dışında, en azından bir disiplin, disiplin kuralları kümesidir. Zamanın çok çeşitli ve zor şartları içerisinde, toplumda ve bilhassa aile seviyesinde disiplin ihtiyacı daha da artmaktadır. Disiplin dünyanın en pahalı üretimidir. Disiplini, kolaylıkla üreten ve de ucuza mal edebilen bir düzen, asker ocağı, kışlalar ve bazı eğitim kurumları dışında, henüz icad edilmemiştir. Türk tarihinde, disiplini en ucuza imal edebilen düzenlerden biri ise İslâmiyet’tir.”[15]
Bu sözler cemaatin sözcülerinden birine değil, 12 Eylül döneminde Genelkurmay Başkanlığı’nda ATASE (Askeri Tarih ve Stratejik Etüd) Başkanı olarak görev yapan Tümgeneral Mahmut Boğuşlu’ya ait. Üstelik Boğuşlu yalnız değil. 12 Eylül döneminde MGK kontenjanından Danışma Meclisi’ne atanan TİB kurucusu Ertuğrul Zekai Ökte, 1982’de cemaatin Aksiyon adlı dergisine verdiği mülakatta ailenin önemini anlatarak yeni bir döneme girildiğini haber vermektedir.[16]
12 Eylül’ün Gülen’e ilgisi tek taraflı değildi. Üstelik Gülen, darbecilere sevgisini öyle utana sıkıla değil, coşkuyla dile getiren bir Eylülist’ti:
“Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”[17]
12 Eylülcülerle Gülencilerin birbirine teveccühü, pragmatik nedenlerden değil, Türkiye’ye dair vizyonlarının örtüşmesinden kaynaklanıyordu. Yukarıda adını andığımız Boğuşlu’nun şu sözleri bunu apaçık ortaya koyuyor:
“Din adamı tipinde değişikliğe gidilmeli, her türlü meslekten, hakimden, savcıdan, avukattan, lise öğretmeninden, doktordan, gemi kaptanından yeni din adamları yetiştirilmelidir. Bu arada sayıları son yıllarda artan imam-hatip okulları reorganize edilmeli, bu okullara endüstriyel, ticari, turistik vesaire hüviyetler de kazandırılmalıdır.”[18]
KRİZİN GÖSTERDİĞİ
An itibariyle Gülen cemaatine karşı şiddetli bir saldırıya girişen iktidar, bu örgütü tamamen ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bu herhangi bir tasfiye değildir. Artık AKP adlı oluşumun ve inşa ettiği rejimin meşruiyetini tartışmalıdır.
2002 yılında iktidara gelen AKP, “muhafazakâr demokrasi” adı altında Türkiye sağının tüm unsurlarını Milli Görüş kökenli kadroların liderliğinde bir araya getirirken tüm cemaat ve tarikatların da çatısı olarak konumlanıyordu. Gülen cemaatiyle yaşanan kriz, bu modelden kaynaklanmaktadır. Bu örgütün bir dizi devlet kurumunu ele geçirmiş olması da tek başına kriminal bir vaka değil, dinin siyasal ve toplumsal yaşantıyı biçimlendirir hale getirmesinin doğal bir sonucudur. Bu grup, kendi ısrarı ve becerisinin yanında, bürokrasiyi Cumhuriyet’in geleneksel kadrolarından arındırmaya dönük bir siyasal proje yüzünden bu denli güçlenebilmiştir.
İdari ve hukuki tedbirlerle Gülen cemaatini ortadan kaldırmak ya da tehdit olmaktan çıkarmak mümkün olabilir, ancak Türkiye’yi güvenli hale getirmek mümkün değildir. İktidarın dini gruplar tarafından paylaşıldığı model rafa kalkmadıkça Türkiye’yi bekleyen seçenekler, Gülen cemaatine benzeyen bir başka grubun egemenliği ile cemaatler arasında bitmek bilmeyen çatışmalar olacaktır. Bu seçeneklerin her ikisi de felaket demektir.
Felaketten kurtuluş, ancak laiklikle mümkündür. Dün Taksim Meydanı’nda toplanan yüz binler, başka şeylerin yanında laikliğin Türkiye’de gerçek bir seçenek olduğunu da göstermiştir.
NOTLAR
[1] Köksal, İsmail. İslâm’ın Genetik ve Embryolojik Çalışmalara Yaklaşımı. Yeni Ümit (91): Ocak-Şubat-Mart 2011. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/islamin-genetik-ve-embryolojik-calismalara-yaklasimi-#.UUUrrhz8FOIİndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[2] Akgül, Muhittin. Miraç Işığında İdeal Toplumun Nitelikleri. Yeni Ümit (91): Ocak-Şubat-Mart 2011. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/mirac-isiginda-ideal-toplumun-nitelikleri#.UUUrsBz8FOI İndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[3]Tatlılıoğlu, Durmuş. Günümüz Gençliğinin Temel Problemleri ve Dinimizin Ortaya Koyduğu Çözüm Yolları. Yeni Ümit (64): Nisan-Mayıs-Haziran 2004. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/gunumuz-gencliginin-temel-problemleri-ve-dinimizin-ortaya-koydugu-cozum-yollari/bolumuc#.UURuHRz8FOI İndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[4]A.g.m.
[5]A.g.m.
[6]A.g.m.
[7] Khan, Waheed-ed Deen. Kur’an ve İlmi Keşifler. Yeni Ümit (1): Temmuz-Ağustos-Eylül 1988. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kuran-ve-ilmi-kesifler#.UNwQaHcltWk İndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[8] Ataseven, Asaf. K. Kerim’e Göre İnsanın Yaratılışı. Yeni Ümit (1): Temmuz-Ağustos-Eylül 1988. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/k--kerime-gore-insanin-yaratilisiİndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[9] Gültepe, Akif. Çocuk Suçluluğunu Önlemede Sünnetin Rolü. Yeni Ümit (34): Ekim-Kasım-Aralık 1996. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/cocuk-suclulugunu-onlemede-sunnetin-rolu#. UT9MShz8FOI İndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[10]A.g.m.
[11]A.g.m.
[12]Şentürk, Habil. Kişilik ve Din. Yeni Ümit (34): Ekim-Kasım-Aralık 1996. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kisilik-ve-din#.UT9MQhz8FOI İndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[13] Yıldırım, Suat. Peygamber Yolu Sempozyumundan Notlar. Yeni Ümit (91): Ocak-Şubat-Mart 2011. http://www.yeniumit.com.tr/konular/ detay/peygamber-yolu-sempozyumundan-notlar#.UUUrlxz8FOI İndirilme tarihi: 2 Temmuz 2013.
[14] Gülen, Fethullah. Prizma. Yeni Ümit (34): Ekim-Kasım-Aralık 1996. http://www.yeniumit.com.tr/ konular/detay/prizma-1054#.UT9MShz8FOI İndirilme tarihi: 12 Ocak 2014.
[15] Küçük, Yalçın. 2010. Fitne. İstanbul: Mızrak Yayınları s. 85-86. Boğuşlu’nun Belgelerle Türk Tarihi Dergisi’nde yayımlanan “Türkiye’de Laiklik ve İrtica Üzerinde Psikolojik Harekat” yazısının ilgili bölümü için bkz. Özakıncı, Cengiz. 2013[2005]. Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı. İstanbul: Otopsi Yayınları, s. 458-459.
[16] Küçük, a.g.e., s. 115-116. 12 Eylül rejiminin dinselleştirme politikası ile TİB ve DİTİB hakkında detaylı bilgi için bkz. Gökdemir, Orhan. 2009. Öteki İslam. İstanbul: Destek Yayınları, s. 23-83. Gizli bir kararnameyle kurulan TİB’in varlığının sona erdiği düşünülmekte olup DİTİB günümüzde de faaliyetlerine devam etmektedir. Bkz. http://www.ditib.de/ Son erişim tarihi: 30 Ocak 2014.
[17] Sızıntı. “Son Karakol” Sızıntı (21): Ekim 1980. http://www.sizinti.com.tr/ konular/ayrinti/son-karakol.html İndirilme tarihi: 7 Ocak 2014.
[18] Akt. Küçük, a.g.e., s. 86.