Doğal kaynakların sahibi kim?
Uygulanan bu sömürge madenciliğinin sorumluluğu, başta karar vericiler olmak üzere bu uğurda mücadele etmeyenlerin omuzlarında olur.
Mehmet Torun - Maden Mühendisi
İnsanlık tarihi kadar eski olan madencilik, tüm uygarlıkların belirleyicisi olmuş. Çağlar açmış, çağlar kapatmış. Uğruna savaşlar yapılmış. Medeniyetlerin gelişmesini sağlarken diğer yandan acılara, gözyaşlarına neden olmuş.
Madenler; milyonlarca yılda oluşan, tüketildiğinde yerine konulamayan, hiçbir sınıfın ve zümrenin emeği olmadan oluşan, doğanın insanlığa bahşettiği ortak müşterekler. Bu nedenle, insanlığın ortak malı.
Madenler, maden hukuku açısından ülkelerin anayasalarında değişik şekillerde yer almakta. Bazı ülkelerde arzın mülkiyetine tabi iken ülkemizde arzın mülkiyetine tabi değil. Yani; arazi mülkiyetinin kapsamı dışında bırakılmış olup yerüstündeki arazinin mülkiyetine bağlı değil.
Anayasanın 168. maddesi (Tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi);
“Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda gösterilir.” şeklinde tanımlanmış.
Yine, 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 4. maddesinde:
Madde 4 (Devletin hüküm ve tasarrufu): “Madenler, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, içinde bulundukları arzın mülkiyetine tabi değildir.” denilmekte.
Bu maddelere göre, tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altında olup arama ve işletme hakkı devlete ait. Devletin bu hakkını, gerçek ve tüzel kişilere geçici olarak devretmesi istisnai bir durum. Ancak ülkemizde uygulanan politikalarla, istisnai durum genelleştirilmiş olup neredeyse tüm madenler gerçek ve/veya tüzel kişiler tarafından işletilmekte. Bor madeni ile bazı kömür madenleri kamu tarafından işletilmekteyse de taşeronlaşma ve hizmet alımı yöntemleriyle bu işletmelerde de özelleştirme uygulamaları geçerli.
Günümüz dünyasında çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) egemenlikleri her alanda katmerleşmiş olup güçlü sermaye yapılarıyla dünyayı istedikleri gibi şekillendirmekte, kendi öncelikleri doğrultusunda yönlendirmekte. Bu anlamda, ülkelerde karışıklık çıkarmaktan iç savaşa kadar her yolu mübah saymaktalar. İhtiyaç duydukları madenleri ucuz şekilde temin etmek amacıyla o ülkelerdeki işbirlikçileri vasıtasıyla yasaları değiştirmek, yeni yasalar çıkarmak ve gerekiyorsa askeri müdahale dahil her türlü yönteme başvurmak bilinen klasik yöntemleri. Söz konusu şirketlerin ciroları ve mali kaynakları göz önüne alındığında bu operasyonları kolaylıkla yapabilecekleri de aşikar.
İnsanlığın gelişimi açısından oldukça önemli olan ve çağlara ismini veren madenlerin bugün belli başlı şirketler tarafından talan edilmesi ve sömürülmesi, kapitalist sistemin sonuçlarından birisi. Sadece kâr amacına ve sermaye egemenliğine dayalı olan bu sistemde acımasız bir rekabet hüküm sürmekte, güçlü olan zayıfı yok etmekte. Bugün sektörde ciddi bir tekelleşme mevcut olup on büyük şirket dünya madencilik endüstrisine hükmetmekte, tüm kararları bu şirketler vermekte ve uygulamakta. Global politikaları, üretim miktarları ile güncel fiyatları belirleyen tröstler, aldıkları kararları dünyanın her yerinde uygulamakta. Küçük şirketler, bu kararlara uymak durumunda ve büyük şirketlerin taşeronluğunu yapmak zorunda. Aksi halde yaşam şansları yok.
Yapılan devasa üretimler sonucu çevresel yıkımlar artmakta, iklim krizi ve doğal afetler gibi tüm insanlığı ilgilendiren olumsuz durumlar daha sıklıkla meydana gelmekte. Ayrıca gelecek kuşakların da hakkı olan ve tüm insanlığın ortak değeri olan doğal kaynaklar belli bir sermaye kesiminin çıkarı uğruna hızla tüketilmekte, adeta yağmalanmakta.
Bu kadar stratejik olan madenler, insanlığın gerçek ihtiyaçları doğrultusunda bütünlükçü bir plân çerçevesinde üretilmeli. Bu üretimin; gerçek ihtiyaca göre çevreye duyarlı olarak yapılması, kaynak ve emek sömürüsünün engellenmesi ile yöre halkının rızasının alınması öncelikli olmalı.
Günümüzde, madenlerin işletme hakkını bir şekilde elde edenler kendilerini madenin sahibi zannetmekte. Daha da ilginci herkesin bunu doğru olarak kabul etmesi. Oysa, hepimizin ortak değerleri olan madenler birilerinin çıkarı için üretilmekte. Akbelen’e de, Kaz dağlarına da, Munzur’a da, Cerattepe’ye de bu açıdan bakılmalı.
Mülkiyet açısından, madenlerin gerçek sahibinin halk olduğu ve tüm doğal kaynakların halkın yararı doğrultusunda üretilmesi zorunluluğu kabul edilmeli.
Bu öncelikler Anayasa’da açık şekilde belirtilmeli ve bir politika metni olarak yasalarda yer almalı. Madenlerimizin ülke ihtiyaçları doğrultusunda halkın yararına üretileceği, emeğin hakkının ve çevrenin korunacağı maddeler anayasada net olarak yer almalı ve uygulanmalı.
Aksi halde; sömürü ve talanın egemen olduğu bu sistemde halkın ortak değerleri de talan edilir, tüketilir.
Uygulanan bu sömürge madenciliğinin sorumluluğu, başta karar vericiler olmak üzere bu uğurda mücadele etmeyenlerin omuzlarında olur.