Domenico Losurdo: 'Öfke terörizmini yenmek için Leninist parti hayati enstrüman'
Yaşadığımız dönemin en önemli ortodoks Marksist aydınların biri olan Domenico Losurdo ile 2015 yılında yapılmış uzun söyleşinin güncelliğini hala koruduğunu düşünerek kısaltılmış halini İler iHaber okurlarına sunuyoruz.
Söyleşi, İsviçre’nin İtalyan kantonunda yayımlanan Marksist teori ve siyaset dergisi Yeni Politika tarafından Lusordo’nun, ‘’Kayıp Sol’’ adlı kitabının çıkışının hemen ardından gerçekleştirilmiştir.
Söyleşinin tamamı için: http://domenicolosurdo.blogspot.com/2015/11/i-problemi-della-sinistra-oggi.html
Domenico Losurdo: “Sosyalist hareket bilimsel teori ile sınıf mücadelesinin karşılaşmasından doğmuştur: Buradan başlamamız gerekir!”
1.Siz; ”Sol’un, tam da güncele müdahale etmesi gerektiği bir sırada ortadan kaybolduğunu iddia ediyorsunuz”. Bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?
Sol’un ortadan kaybolmasından bahsettiğimde Batı solunu kastediyorum. Sol, sözgelimi, uluslararası siyasi durumun kötüleştiği bir sırada siyaset sahnesinde yok. Bugün özellikle Orta Doğu’da bir seri yeni sömürgeci savaşın olduğu bir dönemde bu durum pek çok isimsiz yorumcu tarafından görülmesine karşın Batı Sol’u susuyor. Savaş tehlikesinin arttığı günümüzde ve “Sol’un Yokluğu”nda Sergio Romano gibi tanınmış bir yorumcuya göre ABD, bu konuda yaptırım uygulanamayacak bir girişimi başlatmak bahasına olsa bile nükleer silah alanında tekelci bir konum elde etmeyi amaçlamaktadır. Batı Sol’unun kayıp olduğu alarm verici bir durumla karşı karşıyayız. Kitapta Sol’un kayıp olmasının tarihsel nedenlerini açıklıyor olmama karşın bunun yetmediğini söylemeliyim. Uluslararası alanda artan çelişkilere, yeni sömürgeci eğilime ve emperyalist tehdite, Sol’un ideolojik alanı da kapsayacak şekilde yeniden yapılanmasıyla açık bir cevap vermesi gerekmektedir. Ancak, maalesef , bu noktadan hayli uzaktayız.
2.“Ekonomik ve politik kriz” ortamında, “uluslararası durumun kötüleştiği”ve özellikle savaş tehlikesi rüzgarlarının her zamandan daha kuvvetli estiği şartlar Sol’a acilen bu duruma karşı tavır koyma görevi vermektedir, eğer Sol şimdi harekete geçmezse sonra çok mu geç olacaktır?
Uluslararası durum konusunda yukarıda söylediklerimi tekrarlamalıyım. Sol, müdahalede şüphesiz geç kalmıştır. Maalesef bu durum yeni de değildir. Objektif bir durumu anlama, anlamlandırma zor bir süreçtir, bu anlamda makul bir gecikme normaldir. Ancak bugün daha önce yaşanmamış bir durumla karşı karşıyayız. Soğuk Savaş’tan başarıyla çıkan Batı, komünist hareketin tüm tarihini sistematik olarak bozmaya yönelik faaliyetler için fırsat bulmuş oldu. Bunun politik ve hegemonik alanda yıkıcı etkileri oldu. Bu nedenle ilk yapılması gereken bu gecikmeyi telafi edecek şekilde harekete geçmektir. Bu hareketimizin manevi sorumluluğu yanında çok karmaşık bir görev olduğunu bilmemiz gerekir. Bu tür süreçlere içkin olası gecikmeler yüzünden cesaretimizi kaybetmeden harekete geçilmesinin aciliyetini hissetmemiz gerekmektedir.
3.Egemen sınıflar, “fikirler ve özellikle duygular üzerindeki tekelleri” sayesinde güç mücadelesinde – yani sınıf kavgası ve hegemonya mücadelesinde - daha etkili araçlar buldular. Fikir olarak gözalıcı argümanların seçilmesi o fikirlerin altında gerçek bir tabanın olmadığının göstergesi midir sizce? Öyleyse, ‘Sol’ bu boşluğu fırsat bilip temelleri sağlam bir alternatif analitik bakış sayesinde etkili olabilir mi? Yoksa “gösteri toplumunun” ince mekanizmaları bu farklı bakışı susturur mu? Bunu önlemek için iletişimsel meseleye Sol’un nasıl yaklaşması gerekir?
Bugünkü durum, Marx’ın dönemine nazaran daha zordur. Marx, meta üretim tekelini elinde tutan sınıfın entelektüel üretim tekeline de sahip olduğunu saptamıştı. Ancak bugün bir yenilikle karşı karşıyayı. Burjuvazi fikirler üzerindeki tekeli yanısıra ve özellikle duygular üzerindeki tekeli marifetiyle emperyalist savaşları ve darbeleri başlatmaktadır. Bu bağlamda verebileceğim en iyi örnek “öfke (memnuniyetsizlik) terörü1”olarak adlandırdığım ve bir savaşın çıkmasına yolaçacak ve egemen sınıfların makul mazeretler bulmalarına bile gerek bırakmayacak şekilde memnuniyetsizlik söylentilerini dalgalar halinde yaymaktır. Söylediğim gibi terörizmin bu özel türü son savaşların çıkartılmasında başat rol oynamıştır. Ancak etkilerini mutlaklaştırmak yeterli değildir. Sol’un yakın geçmişteki bazı olaylar (Ukrayna, Libya, Yugoslavya,Suriye) karşısındaki tepkisini dikkate aldığımızda öfke terörizminin karşılaştığı ek zorlukları görebiliriz. Solda kimileri öfke terorizminin işlevselliğini ve sonuçlarını anlamaya başlamıştır. İnanıyorum ki Sol’un bu bilince ulaşmasında araştırmalarımın katkısı olmuştur. Ancak öfke terörizminin toplulukların heyecanı yaymaktaki tekelini kırmaya yönelik sihirli bir değneğe sahip olduğumuz yanılsamasına kapılınmamalıdır. Bu anlamda önceliğimiz, yaygın ölçüde benimsenen alternatif argümanlarla bu terörizmin karşısına dikilmektir. Leninist parti bu amaca ulaşmak için hayati bir enstrümandır.
4.Eğer, diğer burjuva partilerinin proje ve argümanlarından hiç bir farkı olmayan bir “emperyal sol” varsa, “mevcutla yetinmeyen ve radikal bir alternatif inşa etmek isteyen” gerçek bir sol da vardır. Ancak, böyle bir Sol gücünü “hareketlerden ve ‘gerçek mücadele’den” aldığından politik etkileri olacak mıdır? Bu bağlamda, politik ve örgütsel sorumluluk yüklenmemek ve gerçek topluluklar içinde hareket etmenin zorluğundan kaçmak için bir “spekülasyona kaçış (yöneliş)” tehlikesinden söz edilebilir mi?
Kanımca merkezi öneme sahip bir tarihi gerçeğin altını çizmek yeterli olacaktır: sosyalizm olarak adlandırdığımız hareket, bilimsel ve devrimci teoriile gerçek hareketin yani sınıf savaşının buluşmasından doğmuştur. Bugün de asıl vurgulamamız gereken bu spesifik buluşmadır. Bu açıdan meydan ne pür teoriye ne de ampirisizme bırakılmalıdır. Gerçekte bu, Leninist tarihin temelini oluşturur.
5. Sınıf Mücadelesi adlı kitabınızda, eski sömürge ülkelerin bağımsızlık süreçlerinin devletleşmeyle sonuçlanmasının ‘’devrimci romantizm’’in eskidiğine ilişkin görüşün yaygınlaşmasına vesile olduğunu söylüyorsunuz. Bunun nedeni, sömürgecilik karşıtı mücadelenin ‘’kaba eşitlikçi’’ bir ideale sahip olmamasına bağlanabilir mi? Ve bunun tedavisi ‘’evrensel sofuluk’’mudur?
Devrimci romantizmin sonuçlarını simgesel bir figür olarak Ernesto Che Guevara özelinde değerlendirebiliriz. Açıktır ki, O’nu devrimci bir gerilla olarak tahayyül ettiğimiz zaman duygu ve çoşku en üst seviyeye çıkar. Solda birilerinin iddia ettiğinin aksine, Batista diktatörlüğünü yıkan silahlı mücadelenin liderlerinden biri olan Che’yi bu şekilde düşünmek, Küba’da sosyalizme geçiş mücadelesinin ‘teorisyen’lerinden biri olarak Che’nin önemini azaltmıyor.
Diğer yandan devrimci romantizmin bizi esas olarak etkileyen ve içinde devindiği dinamik olarak silahlı mücadele kavranıyor. Halbuki günümüzde devrimci romantizm, başarısızlığa mahkum silahlı mücadelenin aksine, yeni sömürgecilikten kurtuluşu, ekonomik ve teknolojik bağımlılıktan kurtuluşu hedefleyen mücadelelerin bütünü olarak algılanmalıdır. Ben bu konuda sıklıkla, Antonio Negri ve Michael Hardt’ın ortak eseri İmparatorluk’tan bir pasajı örnek veriyorum. İki yazarda, Filistin ile dayanışmanın ancak Filistin’in ikinci bir ulus devlet olarak tarih sahnesine çıktığında sona ereceğini iddia ediyor. Böylece, Dayanışma, Filistin halkının ‘acıları’ alanına hapsediliyor ve münhasıran aktive ediliyor. Filistin ile dayanışma bu nedenle yenilgiye uğruyor. Bunun yerine dayanışma, elde edilebilecek potansiyel zaferler ve bununla bağlantılı olarak, bir ulus devletin kuruluşu bağlamında düşünülmelidir. Bu açıdan devrimci romantizm, yenilenlerle duygusal bağ kurmak anlamına gelmiyor. Tam tersine, devrimci romantizm son derece karanlık ve cavanarca bir siyasi ve askeri oluşum olan GOLİATH’a (İsrail) karşı direnişi daha gerçek bir zemine taşımak anlamına geliyor.
‘’Evrensel sofuluk’’ meselesine gelince. Sınıf mücadelesinde, özellikle halkçılık söz konusu olduğunda, yoksulluğun ahlaki mükemmelik doğuracağına ilişkin yanlış bir eğilim var. Bu, Marx’ın teorisinde hiç bir zaman yer bulmayan bir eğilim. Kendisinin devrimci uğraşı için konforlu hayatından vazgeçişi, sefaleti idealleştirmek anlamına gelmiyor. Bu anlamda, yoksulluğun, ‘’aydınlanmış bir yolun’’ keşfedilmesinde ya da devrimci fikirlerin üretilmesinde çok daha zorlayıcı bir işlevi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Marx, Komünist Manifesto’da, ‘’kaba eşitlikçiliği’’ proleter hareketlerin gelişim sürecinin erken dönemindeki bir ‘’zahidlik’’ olarak eleştirdi. Bu eleştiri, onların önemini red etmek olarak değil onların sosyalist hareketin aşması gereken bir eşik olarak bilimsel bir şekilde yapıldı. Bu, aslında sınıflı toplumlara karşı gelişen hareketlerle Marx’ın teorisinin ayrımı açısından önemlidir. Bu aynı zamanda, Marksist dünya görüşünün temel unsuru olarak da vurgulanmalıdır.
Çeviri: Çağdaş Oklap