Doktor Müge Yetener ile AKP’nin ‘yarım kadınlık’ söyleminden ‘doğurun’ telkinlerine nüfus politikaları hakkında konuştuk.
Bildiğiniz üzere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, Müslüman aile böyle bir anlayış içinde olamaz” şeklindeki sözleri geçtiğimiz hafta boyunca başta kadın örgütleri olmak üzere pek çok kesimden ciddi tepkiler aldı.
‘En az üç çocuk’tan ‘vatani görev olarak annelik’ söylemine AKP rejimi kadın düşmanı politikalarına tam sürat devam etmekte. Bu tip söylemlerin ötesinde Türkiye’deki doğum kontrolü tablosu ne durumda?
Anayasanın 41. Maddesi ile devletin görevi “aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” şeklinde düzenlenmiştir. Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nda aile planlaması ve nüfus kontrolünü de içerecek şekilde ‘Üreme Sağlığı’ kavramı kabul edilmiştir. Türkiye’nin de 179 ülkeyle birlikte eylem programını kabul ettiği konferansta Üreme Hakları ve Cinsel haklar tanımlanmıştır.
Çocuk sahibi olup olmamaya karar verme, evlenme ve aile kurmada seçim yapma, güvenilir ve etkin aile planlaması yöntemlerine ulaşma, istediği çocuk sayısını ve zamanını belirleme her insan için hak olarak kabul edilmiştir.
Öte yandan sağlıkta sosyalizasyon uygulamaları sonucu tüm ülkede yaygın olarak kurulmuş bulunan sağlık ocakları hem sağlığı eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir kılıyordu, hem de uzaktaki sağlık merkezlerine ulaşma şansı olmayan kadınlara sağlığa ulaşma olanağı sağlıyordu. Sağlık ocağı ekibi birlikte yaşadığı halkın sağlığını yakından biliyordu, öte yandan kadınlar ebelere hemşirelere ve hekimlere meramlarını kolayca dile getirebiliyorlar, korunma yöntemlerinin bilgisine ve araçlarına da kolaylıkla ulaşabiliyorlardı. Ana-Çocuk Sağlığı Aile Planlaması Merkezleri de (AÇSAP) üreme sağlığı hizmetini ücretsiz olarak veriyordu. Biliyorsunuz sağlığın özelleştirilmesi ve koruyucu değil, tedavi edici hizmetlerin öne geçmesiyle bu sistem ortadan kalktı. Aile hekimliğinde esas koruyucu değil, tedavi edici sağlık hizmetidir. Ekip anlayışı terkedilmiş, ebe sistemden dışlanmıştır. Sözde koruyucu sağlık hizmeti görevi olsa da fiiliyatta bu gerçekleşemiyor. Kadın ve gebe izlemleri aile sağlığı merkezinde yapılabiliyor. Bir yandan ağır hasta yükü, öte yandan gezici hizmetin ve ekibin bulunmaması, koruyucu sağlık hizmeti sunumunu olanaksızlaştırıyor. Son olarak da AÇSAP'ların kapatılacağı haberi geldi. Böylece son kamusal sağlık birimlerinin de ortadan kalkmasıyla kadınların ücretsiz korunma yöntemlerine ulaşması da imkansızlaşmış oluyor.
Cumhurbaşkanının doğum kontrol yöntemlerinin dinen uygun olmadığı yönündeki sözleri muhtemelen talebi önlemeye yönelik olduğu kadar yeni toplumsal örgütlenmede kadınlara biçilen rolün ideolojik altyapısını oluşturmaya da yönelik..
KADINLARIN YÜZDE 32'Sİ KORUNMA YÖNTEMLERİNE ULAŞAMIYOR
Kadınların%32’si korunma yöntemlerine ulaşamıyor hali hazırda…
Türkiye 2013 Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçlarına göre ailelerin yüzde 6 sı çocuk istemiyorlar ama hiçbir yöntem kullanmıyorlar. Yüzde 26'sı artık veya o dönemde çocuk istemedikleri halde etkisiz ve geleneksel yöntemler kullanıyorlar. Yani kadınların yüzde 32'si korunma yöntemlerine ulaşamıyor hali hazırda… Bu yüzdeler muhtemelen artacak ve bunun önemli sağlık sorunları yaratması da kaçınılmaz. Hem korunma yöntemlerini hem kürtajı yasaklarsanız, kadın ölümleri artar. Türkiye’de 80'li yıllardan başlayarak gebeliğe ve doğuma bağlı anne ölümlerinin azalmasının en önemli sebebi aile planlaması hizmetleriyle istenmeyen gebeliklerin önlenmiş olması ve kürtaja ulaşımın önünde engel olmamasıdır. Çünkü kadınlar gebe kalmak istemiyorlarsa mutlaka bir yolunu bulmaya çalışırlar. Merdiven altı ve sağlıksız koşullarda kürtajlar artar.
Doğum kontrolü olmasa bile nüfus politikasının önemli başlıklarından biri kürtaj hakkı. İktidarın yasaklama girişimlerine karşı gösterilen tepki de oldukça önemli oldu. Peki bu yasaklama olmasa bile bugün Türkiye’de bir kadın kürtaj olmak istediğinde ne gibi zorluklarla karşılaşıyor? Kadınların medeni ya da sınıfsal durumu etkili mi?
Kadınların yoğun tepkileri sonucu kürtaj yasaklanmadı ama fiilen yasak durumda diyebiliriz. Bildiğiniz gibi sezaryan ile beraber kürtaj da kriminalize edildi. Kürtaj yasal olarak olmasa da fiili olarak yasaklanmış oldu. Zira bu süreçte doktorlar da kürtaj yapmaktan kaçınmaya başladılar. Bunda iktidarın söylemleri kadar hastane idarelerinin aldığı kararlar etkili oldu. Kadınlar öncelikle kamu hastanelerinin büyük çoğunluğunda bu hizmete erişemiyorlar. Az sayıda hastanede de eş rızası isteniyor. Tüm bu engeller kadınların kendi bedenleri ve sağlıkları üzerinde söz sahibi olmasını da engelliyor. Bu koşullarda bekar ve yoksul bir kadının kürtaja erişmesi çok daha zor diyebiliriz.
SADECE 9 HASTANE...
Çeşitli haberler çıkıyor sözgelimi artık çok az hastanenin kürtaj hizmeti verdiğine ilişkin. Pratikte nasıl bir dönüşüm oluyor?
Mor Çatı geçtiğimiz günlerde 12 ili kapsayan bir çalışma yayınladı. Görüşme yapılan 184 kamu hastanesinin 74'ünde kürtaj yapılabildiği söylendiği halde sadece Ankara, İzmir ve İstanbul’da 9 hastanede yasaya uygun bir şekilde yani hamileliğin 10. haftasına kadar, evli ve bekar ayırımı yapılmaksızın isteğe bağlı kürtaj yapılıyor. Diğer illerdeki kamu hastanelerinde kadınların ücretsiz, güvenli ve isteğe bağlı kürtaj olmaları mümkün değil. Ankara’da kürtaj yapılan üç hastaneden birinde de anestezinin ücretli olması, kürtajın ücretlendirilebildiğini gösteriyor.
Kürtajın hak olarak ulaşımına ilişkin engellerin yalnızca gericilik olarak değil de bu kez özel hastane ve kliniklerin ön plana çıktığı bir piyasalaşma yarattığı söylenebilir mi? Bu durumda yoksul kadınların tıpkı geçmişte olduğu gibi canı pahasına kendi başının çaresine baktığı örneklerle, vakalarla karşılaşıyor musunuz
Kürtaj konusundaki fiili engelleme aynı zamanda bir piyasalaşmaya da işaret ediyor. Yani bu araştırma da gösterdi ki kürtaj artık kamu hastanelerinde ücretsiz alınan bir sağlık hizmeti değil, daha çok özelde, piyasadan satın alınan bir hizmet haline gelmiş. Bu durum yoksul kadınları canlarını tehlikeye atarak gebelikten kurtulmaya itecektir.
BU PROJEYİ HAYATA GEÇİREMEZLER
Son olarak anneliği yücelten, anne olamayan veya çeşitli nedenlerle tercih etmeyen kadınları değersizleştiren bir söylemle de karşı karşıyayız. Bu hem kadınları değerli olanlar ve olmayanlar diye bölen, hem de kadınlar üzerinden yürüyen bir toplum projesinin de parçalarından biri.
Biliyorsunuz geçen ay kölelik yasası da denilen bir yasa meclisten geçti. Böylece özel istihdam büroları kurulmasının ve esnek çalışmanın tüm çalışma yaşamına egemen olmasının da önü açıldı. Yasa en çok kadınlar yoluyla benimsetilmeye çalışılıyor. Bir fotoğrafta bilgisayar başında, kucağında bebek olan, gözlüklü modern görünümlü bir kadın bir eliyle bilgisayarın tuşlarını, diğer eliyle telefonun tuşlarını tutuyordu. Böylece asli görevi olan anneliği ihmal etmeden esnek çalışabileceği mesajı veriliyordu. Kadınların eve bağlanması hem yok edilen sosyal devletin sağladığı kreş, bakımevleri gibi hizmetlerden kurtulmak ve bunları kadınların omuzlarına yıkmak, hem de artan işsizliği kadınları esnek, güvencesiz çalıştırarak dengede tutmaya yönelik. Kadınları buna ikna edebilmek için de anneliği yüceltmek, hatta kaçınılmaz hale getirmek gerekiyor. Erkekliğin ciddi bir krizde olduğunu da hesaba katarsak, dozu ve sıklığı giderek artan erkek şiddetine, yoksulluğa rağmen bu projeyi hayata geçirmek mümkün görünmüyor. Kadınlar direneceklerdir…