Düzenle uzlaşmayan kadınlar
Döneme ışık tutmak üzere çalışma kapsamında yazarın ele aldığı yedi kadın yazardan sekiz Bildungsroman birçok okura tanıdık gelecektir.
Dilek Yılmaz
Duygu Çayırcıoğlu’nun tez araştırmasından yola çıkarak kitaplaştırdığı ve İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Kadınca Bilmeyişlerin Sonu 1960-1980 Döneminde Feminist Edebiyat geçtiğimiz şubat ayında okurla buluştu.
Akademik çalışmadan kitaplaştırılmasına rağmen, feminist hareketin tarihçesine dair geniş özeti içeren bölümler dâhil, metnin okuru yormayan dilinde yazarın kendi editörlük deneyiminin etkisi beraberinde Tanıl Bora’nın editörlüğünün de muhtemelen katkısı vardır.
Kökleri Osmanlı kadın hareketine dayanan ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da varlığını hissettiren Türkiye kadın hareketi, 1935’te Türk Kadınlar Birliği’nin kapatılmasını takiben sönümlenmeye başlar ve yeniden ivme kazanarak politikleştiği ikinci dalgaya kadarki dönem feminizm açısından durgun geçer. Günümüz çalışmalarında yeniden ele alınsa da bu uzunca dönemin, kadınların yazınsal üretimine nasıl yansıdığına dair çalışmalara halen ihtiyaç olduğu açıktır. Yazar bu tespitle birlikte merceğini neden özellikle 1960-1980 arasına doğrulttuğunu da ekliyor: “Bu yıllar özelinde Türkçe edebiyatta, -kendilerine feminist desinler ya da demesinler- feminist hissiyat, ruhiyat ve fikriyatın temelinin oluşturulmasına katkı sunan edebiyatçılara dikkat çekmeye çalıştım. Amacım, bu yazarların 1960-1980 arasında hayat verdiği metinlere odaklanarak bu durgun yılların kadın sözü, kadınların kadınlık durumu üzerine düşünmesi ve her ne kadar adı öyle konulmasa da feminist düşünce açısından sanıldığı kadar çorak ve pasif geçmediğini göstermek.”
Yazarın tespitine katılarak, döneme ışık tutmak üzere çalışma kapsamında ele alınan yedi yazardan sekiz Bildungsroman birçok okura tanıdık gelecektir. Batı’da ve Türkiye’de kadın hareketinin seyrini ele alan bölümleri takiben, kitabın ana odağını oluşturan dördüncü ve son bölümde; ataerki ve egemen söyleme kendi dilinde itirazını yükselten kadınların açmazlarının ve isyanlarının duyulduğu, benzerlikleri ve farklılıklarıyla incelendiği, Korsan Çıkmazı (Nezihe Meriç, 1961), Yanık Saraylar (Sevim Burak, 1965), kitabın adıyla da selamladığı “bütün kadınca bilmeyişlerin tek adı” Tante Rosa (Sevgi Soysal,1968), Yürümek (Sevgi Soysal, 1970), Tuhaf Bir Kadın (Leylâ Erbil, 1971), Ölmeye Yatmak (Adalet Ağaoğlu, 1973), Kırk Yedi’liler (Füruzan, 1974) ve Çocukluğun Soğuk Geceleri (Tezer Özlü, 1980)’ne dair değerlendirmeler; metinlerde kadın karakterlerin bir gelişim anlatısı içinde kurgulanmasıyla yazara derinleşme olanağı sunduğu gibi okurun zihninde de görünenin ötesinde kimi pencereleri aralayacaktır.
Kadınların yazmada ısrarı ve edebiyatta varlıklarını kabul ettirmeleri elbette ne Türkiye’de ne de dünyada kolaylıkla oldu. Kitabın ikinci bölümü Edebiyatın Cinsiyeti’nde, eril hiyerarşik yapılanmanın edebiyata yansımaları erken dönem örnekleriyle de sunuluyor. Bir kadın ve Ahmet Mithat imzasıyla yayımlanan Hayal ve Hakikat’ın (1891) isimsiz kadını Fatma Aliye’nin, yaşadığı dönemde bir yazar olarak isim hakkı teslim edilmemiştir. Erkek yazarların doğrudan ya da Peyami Safa gibi konuşturdukları karakterler aracılığıyla kadınların yaratıcı yazarlık işini asıl sahiplerine yani erkeklere bırakıp anne olmaları, kalemleriyle değil rahimleriyle yaratmaları gerektiği yönünde telkinler, Berna Moran’ın yorumuyla dönemin popüler erkek yazarlarının erkeklik yanılsamaları da kadın yazarların önüne ayrıca aşılması gereken engeller olarak çıkar. Engeller kimileri için caydırıcı olsa da örneğin “Kadın olmaktan utanmıyorum, yazar olmakla da iftihar ediyorum. O unvan benim yegâne servetim, biricik iftiharım ve ekmeğimdir” diyen Suat Derviş’in önünü kesememiştir.
Kitabın özellikle odaklandığı döneme gelirsek, 1950’lerden itibaren yaşanan siyasi, toplumsal ve kültürel dönüşümün etkileri 1960’ları hazırlar ve devamında kadının statüsünün değişmeye başlamasıyla edebiyatta da feminist etkinin izleri görünür hale gelir. “Edebiyat bir direniş, bir karşı koyma aracı haline gelmiş, iki feminist dalga arasındaki dönemin sesi olmuştur.” Annesinin yolundan gitmeyi reddeden kadınlar, kendini toplumun dayattığı verili rollere hapsetmeyen kadınlar, bu roller çerçevesinde kurumsallaşan baskılara direnen kadınlar kadar, bu roller altında eziliyor olmak da dönem edebiyatının gündemidir. Kadın erkek ikiliği ve egemenlik ilişkileri, kimi zaman özellikle yan rollerde hizmetkârlığı kabullenerek düzenle uzlaşan kadınların diğer kadınlardan da aynı teslimiyeti beklemesi, kendilerine biçilen rollerin dışına çıktıkça yalnızlaştırılan kadınlar gibi karakterlere de metinlerde yer vardır. Bununla beraber, her durumda değiştirmek üzere açıkça bir tutum alamasalar da özne olarak kadınlar durumlarının farkındadır. Delilikten ironiye farklı araçlar kadınlar tarafından direniş biçimleri olarak edebiyatta kullanılır. “Eserlerdeki ana karakterler, yerleşik düzenin temel dayanaklarından olan aile kurumunu, özel-kamusal alan ayrımında kadını özel alanla özdeşleştiren ve ev içiyle sınırlandıran zihniyeti, eril siyasi iktidarı ve mikro-iktidar pratiklerini, kadın cinselliği üzerindeki denetimi, hâkim ideolojik söylemi ve geleneksel değerleri, kadınların siyasi-toplumsal-kültürel alanlardaki failliğini engelleyen veya görünmez kılan her şeyi eleştirirler.”
Yazar, feminizmin sesinin tam duyulabilmesi için edebiyata kulak vermek gerektiğini ve bu çalışmaya konu tüm metinlerin öncesinden gelen birikmiş bir isyanla dönemin sokağa taşamamış sesi olarak okunması gerektiğini ifade ediyor. Tüm bunlarla beraber edebiyatın genelinde, farklı kadınlık hallerinin temsilde kendine yeterince yer bulamadığının da kitapta altının çizildiği belirtilmeli, kadın çoğunlukla eyleyen değildir. Sandra Gilbert ve Susan Gubar’dan alıntılandığı biçimde, erkeklerin deneyimlediği “etkilenme endişesi”, kadınlarda “yazarlık endişesi” olarak kendini gösterir. Bu korku uzunca bir dönem kadınları yazma eyleminin dışına sürüklemiştir.
Dönemin kadın yazarları erkek yazarların edebiyatına angaje oldular mı, hâkim eril söyleme karşı kendi edebi söylemlerini geliştirebildiler mi, kadın tarihi yazımına hizmet edecek ya da kadınların konumu üzerinde dönüştürücü bir gücü olabildi mi gibi sorular ışığında, metinlerin açık ve örtük anlamlarının izinin sürülmesinde okuru yanına katan keyifli ve öğretici bu okuma deneyiminden, henüz okumamış olduğum bir kitabı da kendime ödev olarak hemen not ettim. Aslında bu vesileyle yazar tarafından hem iyi bir tematik kaynakça oluşturulduğu hem de öncesinde sunulan tarihsel arka planın, metinlerin yazıldığı dönemle bütünlüklü bir biçimde değerlendirilmesine olanak sunduğu söylenebilir. Metnin bütünde akıcılığında, karakterlerin ve hikâyelerinin birlikte ele alındığı bir tarih anlatısı biçiminde kurgulanması da oldukça etkili. Bu noktada, tanıdık metinlere ilişkin kazının daha keyifli olacağının da elbette hakkını teslim etmeli.
“Kadınca bilinçlenmenin hikâyesi”nde, yolu açanlara minnetle bugün geldiğimiz yerde, yürüdüğümüz yolu unutmadan…
KÜNYE: Kadınca Bilmeyişlerin Sonu 1960-1980 Döneminde Feminist Edebiyat, Duygu Çayırcıoğlu, İletişim Yayınları, 2022, 196 Sayfa.