Ebru Pektaş yazdı: Siyasal İslamınızı nasıl alırdınız?
Ülkemizi cihatçı çetelerle kol kola, onayı alınmış bir savaşa sürükleyenlerin muradı bize İslamcılıklardan İslamcılık beğendirmek; ölümü gösterip sıtmaya razı etmek…
Türkiye devletinin, AKP’nin IŞİD’le nasıl bir ilişkisi olduğu, neden ve nasıl IŞİD militanlarının Türkiye’de bu kadar rahatça var olabildikleri, yakalananların nasıl kolayca salıverildiği ve hatta örgütün hücre yapılanmasının gazetelerde yayınlanacak kadar alenileşmesine rağmen niye hiçbir şey yapılmadığı uzun zamandır tartışılmakta bildiğiniz gibi.
IŞİD gibi ‘radikal islamcılarla’ ilişkiler muammalı. Oysaki geçtiğimiz hafta Cerablus’a girilmesiyle, adına ‘ılımlı islamcılar’, ‘muhalifler’ denilen ÖSO ile ilişkimiz omuz omuza çarpışmanın gündeme geldiği yeni bir evreye taşındı…
Muhalif, ılımlı diye nitelenen grupların kimlerden oluştuğu da sır değil: El Aksa Tugayı, Nureddin El-Zengi, Feylak El-Şam, Şamiye Cephesi, 13. Tümen, Sukur El-Cebel, Ceyş El Nasr, Mutassım Tugayı ve diğerleri…
Hatırlanacaktır, geçtiğimiz haftalarda, bu ılımlılar içinde Nureddin Zengi Tugayı, Suriyeli bir çocuğun kafasını kesip, görüntülerini yayınlamıştı.
Radikallere karşı savaş(!) ve ‘ılımlılarla’ müttefik olma…
Ilımlısından bahsedeceğiz ama esasında, radikali radikal yapan emperyalizmin çıkarlarını sekteye uğratması. Ve aynı zamanda ‘radikaller’ emperyalizmin kullanışlı bir ‘karşı cephe’ gereksinmesini de tedarik etmekte.
‘Radikal olanın’ canlı bomba patlattığı, ‘ılımlı olanın’ çocuk kafası kestiği bir garip politik tasnif karşımızdaki. İşin ilginç yanı özellikle ‘Arap Baharı’ döneminde emperyalizmin bölge politikaları için AKP rejimi ve onun partneri F. Gülen cemaati de ‘Ilımlı İslamcılığın’ başarılı bir örneği olarak görülmüştü.
Ilımlı ve radikal İslamcılık kavramları kuşkusuz yeni değil, 11 Eylül sonrasının kavramları. Bugüne bakıldığında ise bu kavramlar sadece bir tasnifi değil, aynı zamanda belli bir bölge kurgusunu, vizyonunu ifade etmekte.
İşin aslı, bugün Türkiye’nin de tam boy göbeğinde yer aldığı bu kurgunun ve bu kavramlar etrafında açılan cephelerin geldiği yer laikliğin tam boy reddidir. Öyle ki ‘siyasal İslamcılığın’ çeşitli tonları gösterilip, seçim yapmamız beklenmektedir.
‘LAİKLİK GEREKLİ DEĞİL’
Emperyalizmin bölge vizyonu açısından, Türkiye işleyen bir demokrasiye sahip tek İslam ülkesidir; laik olması gerekmez ve hatta İslamcı bir rejimle yoluna devam ederse, bölge için ‘radikal unsurları’ geriletebilecek bir model olabilir. Bir zamanlar CIA Orta Doğu şefliği yapmış Graham E. Fuller bu modele belli bir tarih yorumu da katmıştır.
“…hiçbir ülke 1000 yıllık kültürel köklerine sırtını dönemez. Türk devleti tarafından onlarca yıl boyunca marjinalleştirilmiş olan İslam’ın, toplum içinde yaşayan bir güç olarak kalması büsbütün engellenemedi. Türkiye demokratikleştikçe, İslam’ın Türklerin hayatında daha önemli bir konuma geri dönmesi kaçınılmazdı..”(1)
Bastırılanın geri dönüşü olarak, ‘kaçınılmazlık olarak’ İslamcılık kurgusunda, İslamcılık eğer bastırılmaya çalışılırsa Afganistan ya da Sudan örneklerindeki gibi radikalleşecek ve tehlikeli hale gelecektir.
Diğer yandan bu kurguda, sistemin dışına itilmeyen, katılım mekanizmaları sağlanan ‘İslamcılık’ “işlevsel olarak daha ilericidir-yani ideoloji ne olursa olsun, bu hareketler statükoyu savunmaktan çok fonksiyonel biçimde değişim için çalışmaktadırlar” (2)
Daha da ötesi asıl ‘gericilik laik rejimlerdir’ bile denecektir:
“İronik biçimde, çağdaş Orta Doğu’da bugün, gerici güçleri en iyi temsil edenler seküler otoriteryenlerdir, çünkü(…) kendi yerleşik siyasal iktidarlarını ve demokratik olmayan ve demokratik olmayan statükoyu her ne pahasına olursa olsun korumak için baskıcı davrananlar bunlardır.”(3)
Bir parantez açarak belirtmek gerekir ki, buradaki gericilik olarak ‘statüko’ ve ilericilik olarak ‘değişim’ gibi liberal kodlamalar bizler için oldukça tanıdık. Fuller’in kitabı için özel olarak teşekkür ettiği Cengiz Çandar, Ruşen Çakır, Fehmi Koru, Şerif Mardin, Ali Bulaç, Nilüfer Göle gibi isimlerden tam da…
Parantezi kapatalım.
Fuller, geçtiğimiz ay yayınlanan son kitabında bölgedeki cepheleşmeyi ve Türkiye gibi ülkelerin İslamcı rejimlerinin ne kadar önemli olduğunu şöyle anlatmıştır:
“…bugün Afganistan’da Taliban’dan Suriye-Irak’ta Işid’e, Suudi Arabistan Vahhabiliğinden Nijerya’da Boko-Haram’a kadar uzanan radikal-Selefi-tekfirci İslamcı zihniyete karşı, Türkiye’de, Tunus’ta ve Malezya’da kısmi örneklerini gördüğümüz daha ılımlı –çoğulcu-demokrat ve özgürlükçü İslam anlayışını geliştirmek… (zorundayız)” (4)
Tüm bunlardan çıkan sonuç…
Evet, denilmektedir ki sizler için ya ılımlı ya da radikal İslamcılık dışında bir seçenek yok. Türkiye için laiklik günün ihtiyaçlarıyla bağdaşmayan, köhne ve anti-demokratik bir yönelimdir. Dahası laikliği desteklemek, radikallerin ekmeğine yağ sürmek anlamına gelecektir.
Ülkemizi cihatçı çetelerle kol kola, onayı alınmış bir savaşa sürükleyenlerin muradı bize İslamcılıklardan İslamcılık beğendirmek; ölümü gösterip sıtmaya razı etmek…
1) Siyasal İslamın Geleceği, Graham E. Fuller(2005); Timaş yayınları, s.14
2) A.g.e, s.99
3) A.g.e, s.152
4) Türkiye ve Arap Baharı, Graham E. Fuller,Eksi kitaplar(2016); s.21