Ekim Devrimi'nin uluslararası karakteri
Josef Stalin'in Ekim Devrimi'nin onuncu yılı kutlamalarına özel olarak yazdığı metnin çevirisini Ekim Devrimi'nin 101. yılında okuyucularımıza sunuyoruz.
Yazar: Josef Stalin
Çevirmen: Umut Devrim Çelik
Ekim Devrimi'nin onuncu yıl kutlamaları için yazılmıştır.
6-7 Kasım 1927
Ekim Devrimi sadece “ülke sınırları içinde” bir devrim olarak ele alınamaz. Ekim Devrimi öncelikli olarak uluslararası bir dünya düzeninin devrimidir, zira insanlık tarihinde radikal bir dönüm noktasına, eski kapitalist dünyadan sosyalist dünyaya geçişe işaret eder.
Geçmişteki devrimler çoğunlukla hükümeti yöneten bir sömürücü grubun yerini bir başka sömürücü grubun almasıyla sonuçlandı. Sömürenler değişti, sömürü baki kaldı. Kölelerin özgürlük hareketlerinde durum buydu. Serflerin ayaklanma döneminde durum buydu. İngiltere, Fransa ve Almanya’nın “büyük” devrimleri döneminde de durum buydu. Paris Komününü buraya dahil etmiyorum çünkü o, işçi sınıfının tarihi kapitalizmin aleyhine çevirmeye yönelik ilk şanlı, kahramanca ancak başarısız çabaydı.
Ekim Devrimi bu devrimlerden prensipleriyle ayrılır. Amacı bir sömürü tarzının yerine yenisini, bir sömürücü grubun yerine bir başkasını getirmek değil; insanın insan tarafından sömürüsünü kaldırmak, bütün sömürü gruplarını kaldırmak, proletarya diktatörlüğünü kurarak şimdiye kadar bütün diğer sınıflardan daha fazla baskı görmüş olan en devrimci sınıfın siyasi gücünü sağlamak, yeni, sınıfsız, sosyalist toplumu yaratmaktır.
Ekim Devrimi'nin insanlık tarihinde, dünya kapitalizminin tarihteki yoğunluğu üzerinde, dünya işçi sınıfının özgürlük mücadelesinde, mücadele yöntemleri ve örgütlenme modellerinde, yaşam tarzı ve geleneklerde, dünyanın dört bir yanında sömürülen toplumların kültür ve ideolojisinde radikal bir değişim teşkil etmesinin sebebi tam olarak budur.
Ekim Devrimi'nin uluslararası bir dünya düzeninin devrimi olmasının temel sebebi budur.
Bu, aynı zamanda bütün ülkelerin ezilen sınıflarının Ekim Devrimine, kendi özgürlüklerinin de vaadi olan devrime böylesine engin bir sevgi beslemesinin nedenidir.
Ekim Devrimi'nin dünya çapında devrimci hareketin gelişimini nasıl etkilediği üzerine bir takım temel meselelere değinilebilir.
1) Ekim Devrimi öncelikli olarak dünya kapitalizmi cephesinde bir gedik açtığı, en geniş kapitalist ülkelerin birinde emperyalist burjuvaziyi alaşağı edip sosyalist işçi sınıfını iktidara getirdiği için dikkate değerdir.
Ücretli işçilerin, zulüm görenlerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin sınıfı, insanlık tarihinde ilk kez iktidara yükselerek bütün ülkelerin işçilerine yayılan bir örnek teşkil etmiştir.
Bu demektir ki Ekim Devrimi yeni bir çağı, emperyalist ülkelerde işçi sınıfı devrimlerinin çağını açmıştır. Üretim araçlarını toprak ağalarının ve kapitalistlerin elinden alıp kamu malına çevirerek burjuva mülkiyetinin karşısına sosyalist mülkiyeti getirmiştir. Bunu yaparak burjuva mülkiyetinin bozulamaz, kutsal ve daimi olduğuna dair kapitalist yalanı ifşa etmiştir.
Devrim, iktidarı burjuvazinin elinden almış, burjuvazinin siyasi imtiyazlarını ortadan kaldırmış, burjuva devlet aygıtını yok ederek iktidarı Sovyetlere vermiştir, bu yolla Sovyetlerin sosyalist yönetim şekli olan işçi sınıfı demokrasisini, burjuva parlamentarizmin yönetim şekli olan kapitalist demokrasinin karşısına dikmiştir. Lafargue ta 1887 yılında, devrimin arifesinde “bütün eski kapitalistlerin haklarını yitireceklerini” söylediğinde haklıydı.
Bu sayede Ekim Devrimi, Sosyal Demokratların günümüzde burjuva parlamentarizmi üzerinden sosyalizme barışçıl bir geçişin mümkün olduğu yalanını da ifşa etmiştir.
Ancak Ekim Devrimi burada duramazdı ve durmadı. Eski burjuva düzeni yıktıktan sonra yeni, sosyalist düzeni kurmaya başladı. Ekim Devrimi'nin geçtiğimiz 10 yılı Parti’nin, sendikaların, Sovyetlerin, kooperatiflerin, kültürel kuruluşların, taşımacılığın, sanayinin ve Kızıl Ordu’nun kurulmasıyla geçmiştir. Sosyalizmin SSCB’de kuruluşundaki kuşkusuz başarı, işçi sınıfının burjuvazi olmadan ve burjuvaziye karşı ülkeyi yönetebileceğini, sanayi kurabileceğini, bütün ülke ekonomisini yönlendirebileceğini göstermiş ve kapitalist kuşatmaya rağmen sosyalizmi başarıyla kurabileceğini kanıtlamıştır.
Antik dönemin meşhur Romalı senatörü Menenius Agrippa, sömürülenlerin sömürenler olmadan olsa olsa kafanın ve diğer organların mide olmadan dayanabileceği kadar yaşayabileceği “teorisini” destekleyen tek kişi değildi. Bu “teori” günümüzde genel açıdan Sosyal Demokrasinin siyasi “felsefesinin”, özel olarak Sosyal Demokratların emperyalist burjuvaziyle koalisyon politikasının köşe taşıdır. Aynı zamanda bir önyargı karakteri taşıyan bu “teori”, günümüzde kapitalist ülkelerde işçi sınıfının devrimcileşme yolunda önüne çıkan en ciddi engellerden biri haline gelmiştir. Ekim Devrimi'nin en önemli sonuçlarından biri bu yalan “teoriye” ölümcül darbeyi vurmuş olmasıdır.
Ekim Devrimi'nin kapitalist ülkelerdeki işçi sınıflarının devrimci hareketlerini önemli bir şekilde etkilemesinin kaçınılmazlığını kanıtlamak için bunlar ve benzeri sonuçlardan daha fazlasını öne sürmeye gerek var mı?
Kapitalist ülkelerde komünizmin giderek büyümesi, bütün ülkelerin işçi sınıflarının SSCB’ye yönelik artan sevgisi ve son olarak Sovyetlerin ülkesine gelen pek çok işçi delegesi gibi herkesin görebileceği gerçekler, Ekim Devrimi'nin ektiği tohumların şimdiden meyve vermeye başladığını gösteriyor.
2) Ekim Devrimi emperyalizmi sadece yönetim merkezlerinde, sadece “metropollerinde” sarsmakla kalmadı. Aynı zamanda sömürge ve bağımlı devletlerde emperyalist yönetimin kuyusunu kazarak emperyalizmin cephe arkasını ve çevresini de vurmuştur.
Toprak ağalarını ve kapitalistleri tahttan indiren Ekim Devrimi, ulus ve sömürge zulmünün zincirlerini kırmış ve geniş bir ülkenin istisnasız bütün halklarını bunlardan kurtarmıştır. İşçi sınıfı, ezilen halkları kurtarmadan kendisini kurtaramaz. Bu ulus ve sömürge devrimlerini ulus düşmanlığı ve uluslararası çatışma sancağı altında değil, SSCB içindeki çeşitli halklardan işçi ve köylülerin karşılıklı güveni ve kardeşçe uzlaşması ile; ulusalcılık adına değil enternasyonalizm adına gerçekleştirmiş olması, Ekim Devrimi'nin karakteristik özelliklerinden biridir.
Ulus-sömürge devrimlerinin ülkemizde işçi sınıfının liderliği ve enternasyonalizm sancağı altında gerçekleşmiş olması, dışlanmış ve köleleştirilmiş halkların insanlık tarihinde ilk kez gerçekten özgür ve gerçekten eşit halklar konumuna yükselmelerinin, bu sayede tüm dünyanın ezilen halklarına yayılan bir örnek teşkil etmelerinin en önemli sebebidir.
Bu, Ekim Devrimi'nin yeni bir çağ açtığı anlamına gelir; dünyanın ezilen ülkelerindeki sömürge devrimlerinin işçi sınıfı ile ittifak halinde ve işçilerin liderliğinde yürütüleceği bir çağ.
Eskiden “kabul edilen” bir düşünce, dünyanın ezelden beri üstün ve ast ırklar olarak, medeniyete erişemeyecek ve sömürülmeye mahkum siyahiler ve medeniyetin tek sahibi olarak siyahileri sömürme görevi taşıyan beyazlar olarak bölündüğü düşüncesiydi.
Artık bu efsanenin parçalanıp kenara atıldığı anlaşılmalıdır. Özgürleştirilen Avrupa-dışı halkların Sovyet kalkınmasına dahil ederek, gerçekten ilerici bir kültür ve medeniyet kurmakta Avrupalılardan bir basamak bile aşağıda olmadıklarını fiilen göstererek bu efsaneye ölümcül bir darbe vurmuş olması Ekim Devrimi'nin en önemli sonuçlarından biridir.
Eskiden “kabul edilen” bir düşünce, ezilen halkların kurtuluş yolunun burjuva milliyetçiliği olduğuydu; ulusları birbirinden uzaklaştırma, ayırma, farklı ulusların emekçileri arasında milliyetçi düşmanlığı artırma yolu.
Artık bu efsanenin çürütüldüğü anlaşılmalıdır. Ezilen halkların özgürleşmesi için proleter, enternasyonalist bir yöntemin mümkün ve amaca uygun olduğunu, tek doğru yöntem olduğunu fiilen göstererek; gönüllülük ve enternasyonalizm prensiplerini temel alarak birbirinden çok farklı uluslardan işçi ve köylülerin kardeşçe birleşmesinin mümkün ve amaca uygun olduğunu fiilen göstererek bu efsaneye ölümcül bir darbe vurmuş olması da Ekim Devrimi'nin en önemli sonuçlarından biridir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin, tüm ülkelerin emekçilerinin dünya çapında bir tek ekonomik sistemde birbirine bağlanmasının prototipinin varlığı, bunun doğrudan kanıtıdır.
Ekim Devrimi'nin bunlar ve benzeri sonuçlarının sömürge ve bağımlı ülkelerde devrimci hareketleri etkilemesinin kaçınılmaz olduğu açıktır. Çin, Endonezya, Hindistan ve benzeri ülkelerde devrimci hareketin büyümesi ve bu halkların SSCB’ye yönelik büyüyen sevgisi bunu şüphesiz kılmaktadır.
Sömürge ve bağımlı devletlerin rahatlıkla sömürülüp ezildiği dönem geride kalmıştır. Bu ülkeleri özgürleştirecek devrimlerin çağı, bu ülkelerde işçi sınıfının uyanıp devrimin sahibi olacağı çağ artık başlamıştır.
3) Devrim tohumlarını emperyalizmin merkezlerine de, cephe gerisine de ekerek; emperyalizmin “metropollerini” ve sömürgelerde egemenliğini sarsarak Ekim Devrimi, tümüyle dünya kapitalizminin varlığını tehlikeye sokmuştur.
Kapitalizmin emperyalizm koşullarındaki sürekli gelişimi; eşitsiz olması, karşıtlık ve silahlı çatışmaların kaçınılmazlığı ve son olarak emsalsiz bir emperyalist katliamdan ötürü kapitalizmin çürüyüp öleceği bir sürece evrilirken, Ekim Devrimi ve sonucunda geniş bir ülkenin kapitalist dünya düzeninden kopması kaçınılmaz olarak bu süreci hızlandıracak, dirhem dirhem dünya emperyalizminin kuyusunu kazacaktır.
Dahası da var. Ekim Devrimi emperyalizmi sarsarken aynı zamanda dünya devrimci hareketi için, ilk proletarya diktatörlüğü ile cisimleşen güçlü ve açık bir merkez üssü yaratmıştır. Devrimci hareketin daha önce sahip olmadığı ve artık desteğine güvenebileceği; devrimcilerin artık bir araya gelip bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları için birleşik bir devrimci cephe yaratabilecekleri bir üs.
Bu öncelikle Ekim Devrimi'nin, dünya kapitalizmine asla iyileşmeyecek ölümcül bir yara açtığı anlamına gelir. Tam da bu sebeplerden ötürü kapitalizm, Ekim Devriminden önce sahip olduğu “denge” ve “istikrarı” asla yeniden elde edemeyecektir.
Kapitalizm kısmi istikrar elde edebilir, üretimini yeniden örgütleyebilir, ülke yönetimini faşizme devredebilir, geçici olarak işçi sınıfını bastırabilir; ancak eskiden sergilediği “huzuru”, “güvenceyi”, “dengeyi” ve “istikrarı” asla yeniden elde edemeyecek, zira dünya kapitalizminin krizi devrim ateşinin artık hem emperyalist merkezlerde, hem de çevrelerinde kaçınılmaz olarak parlaması gereken bir aşamaya gelmiş ve günlük planlama ve yamalarını bozarak kapitalizmin çöküşünü yaklaştırmıştır. Meşhur bir masalda yazdığı gibi “kuyruğunu çamurdan çıkardığında gagası, gagasını çıkardığında kuyruğu çamura batar.”
Bunun ikinci anlamı Ekim Devrimi'nin, tüm dünyanın ezilen sınıflarının gücü ve önemini, cesareti ve savaşa hazırlığını, hakim sınıfların onları yeni ve önemli bir faktör olarak tanımasını zorunlu kılacak bir seviyeye çıkarmış olduğudur. Dünyanın emekçi kitlelerine artık umutsuz ve karanlık içinde el yordamıyla yürüyen “kör ayaktakımı” olarak bakılamaz; çünkü Ekim Devrimi onların yolunu aydınlatan ve onlara umut sağlayan bir fener yaratmıştır. Eskiden ezilen sınıfların arzu ve çabalarının yorumlanıp ifade edilebileceği dünya çapında bir açık forum yokken, artık bu forum ilk proletarya diktatörlüğü şeklinde var edilmiştir.
Bu forumun yok edilmesinin, “gelişmiş ülkelerin” toplumsal ve siyasi yaşamı üzerinde gemi azıya almış, karanlık bir gericiliğin önünü açacağı şüphesizdir. “Bolşevik devletin” varlığının bile gericiliğin karanlık güçlerini engellediği, bu sayede ezilen sınıfların özgürlük mücadelesine de destek olduğu inkar edilemez.
Tarih tekerrürden ibarettir ama bu tekerrürün yeni bir altyapısı vardır. Eskiden, feodalizmin çöküş döneminde “Jakoben” kelimesinin bütün ülkelerin aristokratlarında korku ve nefret uyandırması gibi, şimdi kapitalizmin çöküş döneminde de “Bolşevik” kelimesi bütün ülkelerin burjuvalarında korku ve nefret uyandırır. Tersi bir şekilde, eskiden Paris’in yükselen burjuvazinin devrimci temsilcilerinin sığınağı ve okulu olması gibi, şimdi de Moskova yükselen işçi sınıfının devrimci temsilcilerinin sığınağı ve okuludur. Jakobenlere duyduğu nefret feodalizmi çöküşten kurtarmadı. Bolşeviklere duyduğu nefretin kapitalizmi kaçınılmaz çöküşünden kurtarmayacağı şüphe götürür mü?
Kapitalizmin “istikrar” çağı sona ermiş, burjuva düzeninin yenilmezliği efsanesini de yanında götürmüştür. Kapitalizmin çöküş çağı ise artık başlamıştır.
4) Ekim Devrimi sadece ekonomik ve toplumsal-siyasi ilişkiler alanında bir devrimden ibaret görülemez. Bu, aynı zamanda işçi sınıfının zihinlerinde ve ideolojilerinde bir devrimdir. Ekim Devrimi Marksizmin, proletarya diktatörlüğü fikrinin, emperyalizm ve proletarya devrimleri döneminin Marksizmi olan Leninizmin sancağı altında doğmuş ve güçlenmiştir. Bu nedenle Marksizmin reformizme karşı, Leninizmin Sosyal Demokrasiye karşı ve Üçüncü Enternasyonal’in İkinci Enternasyonal’e karşı zaferi anlamına gelir.
Ekim Devrimi, Marksizm ve Sosyal Demokrasi arasında, Leninizmin politikalarıyla Sosyal Demokrat politikalar arasında geçilmez bir uçurum açmıştır.
Eskiden, işçi sınıfı diktatörlüğünün zaferinden önce, işçi sınıfı diktatörlüğü fikrini açıkça reddetmekten çekinen ancak bu fikrin gerçekleşmesi için hiçbir şey yapmayan Sosyal Demokrasi Marksizm bayrağı taşıyabiliyordu, ancak bu tavrın kapitalizme karşı herhangi bir tehlike arz etmediği açıktır. O dönemlerde Sosyal Demokrasi resmi olarak, yahut neredeyse tamamen, kendini Marksist olarak tanımlayabiliyordu.
Şimdi, işçi sınıfı diktatörlüğünün zaferinden sonra, herkes Marksizmin ne işaret ettiğini ve zaferinin ne anlama geldiğini gördükten sonra Sosyal Demokrasi artık Marksizm bayrağını taşıma yetisini de, kapitalizme karşı gerçek bir tehlike arz etmeyip işçi sınıfı diktatörlüğü fikrini hafife alma gücünü de kaybetmiştir. Marksizmin özüyle yollarını uzun zaman önce ayırmış olan Sosyal Demokrasi, artık Marksizm bayrağını da bir kenara atmış; açık şekilde Marksizmin ürünü olan Ekim Devrimine ve dünyanın ilk proletarya diktatörlüğüne karşı cephe almıştır.
Artık kendisini Marksizmden ayrı tutmak zorundadır ve öyle de yapmıştır; zira güncel koşullarda kimse dünyanın ilk proletarya diktatörlüğünü açık ve özverili bir şekilde savunmadan, kendi ülkesinin burjuvazisine karşı devrimci bir mücadele vermeden, kendi ülkesinde proletarya diktatörlüğünün zaferi için gereken koşulları yaratmadan kendisine Marksist diyemez.
Sosyal Demokrasi ve Marksizm arasında bir uçurum oluşmuştur. Bundan böyle, Marksizmin tek taşıyıcısı ve öncüsü Leninizm, komünizmdir.
Ancak mesele bundan ibaret değil. Ekim Devrimi, Sosyal Demokrasi ve Marksizm arasında bir sınır çizmekten fazlasını yapmıştır; Sosyal Demokrasiyi dünyanın ilk proletarya diktatörlüğüne karşı kapitalizmi savunanların tarafına sürmüştür. Adler, Bauer, Wels, Levis, Longuet ve Blum beyler “Sovyet rejimini” taciz edip parlamenter “demokrasiyi” överken aslında SSCB’de kapitalist düzenin geri getirilmesi için, “medeni” devletlerde kapitalist köleliğin korunması için savaşmakta olduklarını ve savaşmayı sürdüreceklerini kastetmektedirler.
Günümüz Sosyal Demokrasisi kapitalizmin ideolojik olarak desteklenmesidir. Lenin, günümüz Sosyal Demokrat politikacıların “işçi sınıfı hareketi içinde burjuvazinin ajanları, kapitalist sınıfın işçi sınıfındaki subayları” olduklarını, “işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki iç savaşta” kaçınılmaz olarak ‘Komüncülere’ karşı ‘Versaycıların’ tarafında olacaklarını söylerken çok haklıydı.
Emekçi hareket içinde Sosyal Demokratlığa son vermeden kapitalizme son vermek imkansızdır. Kapitalizmin öleceği çağın, emekçi hareket içinde Sosyal Demokrasinin de öleceği çağ olmasının sebebi de budur.
Ekim Devrimi'nin önemli yönlerinden biri de, diğerlerinin yanı sıra, dünya işçi sınıfı hareketi içinde Leninizmin Sosyal Demokrasiye karşı kaçınılmaz zaferini işaret ediyor olmasında yatar.
İşçi sınıfı hareketi içinde İkinci Enternasyonal’in ve Sosyal Demokrasinin egemen olduğu dönem sona ermiş, Leninizm ve Üçüncü Enternasyonal’in egemen olduğu çağ ise artık başlamıştır.
Pravda, Sayı: 255, 6-7 Kasım 1927
Kaynak: cevirigazetesi.org