Ekonomik krizin cinsiyeti var
Kesinti politikalarının Batı ve Doğu Avrupa ülkelerindeki kadınların yaşam koşullarına etkisi üzerine yapılan çalışmaların sonuçları iç karartıcı.
Alex Wischnewski - Mart 2019
Çeviren: Özer Erdin
Hızlıca dünya ekonomik krizine evrilmiş olan finans krizinin ortaya çıkışından on yıl sonra bugün, özellikle Care-Crisis (Bakım işi krizi) olarak nitelenen bir durum ile karşı karşıya kaldık. Çünkü Avrupa Birliği’nde (AB) o tarihten itibaren her şeye deva ilaç olarak uygulana gelen tasarruf politikası, özellikle bireyin hem kendisi hem başkaları için gerekli olan bakımı kapsayan sağlık sektörünü, sağlık bakımını, eğitimi ve çocuk yetiştirmeyi hedeflemektedir. Bu durum kadınları iki kat hatta üç kat daha fazla etkilemektedir. Bir yandan kadınlar bu alanlarda ağırlıklı olarak faaldirler, öte yandan sosyal devletin geri çekilmesinin sonuçları onları kendi ailelerinin içine hapsetmiştir. Söz konusu durum ayrıca bazı ülkelerde geleneksel aile modelinde güçlenen bir bilinç ile birlikte kürtaj hakkının kısıtlanmasına da yol açmaktadır.
Bu nedenle Rosa Luxemburg Vakfı, kadın politikası alanında Almanya Parlamentosu’nda Sol Parti fraksiyonu ile yaptığı ortaklaşa çalışma neticesinde kesinti politikalarının Batı ve Doğu Avrupa ülkelerindeki kadınların yaşam koşullarına etkisi üzerine araştırmalar yayımladı. Felaketi işaret eden araştırma sonuçları birçok ülkede yaşanan kötü gelişmelerin benzerliklerinin yanında kadınların içinde bulundukları zor durumun genellikle siyasi kararların sonuçlarından doğduğunu gösteriyor. Bu kararlar, kendilerine uygun başka bir siyasi eylem ile karşılanmalı veya karşılanması gerekmektedir.
Çeşitli ulusal hükümetlerin kriz yönetimleri ise esasen etkililikte farklılaşmış, ekonomik krizin her bir ülkede etkili olduğu kuvvete bağımlı olarak biçimlenmiştir. Öte yandan alınan tasarruf önlemleri de bunlara eklenmektedir. İrlanda, İspanya ve Yunanistan, Troika Rejimi (IMF, Avrupa Merkez Bankası ve AB komisyonundan oluşan ve demokratik yönden meşru olmayan kurul) altında önemli uğraklarda ekonomik çöküntüye tepki gösterirlerken, post sosyalist ülkelerde (Polonya: 11) hâlihazırda 1990’lı yıllarda başlayan dönüşüm evresi “sinsi bir kesinti politikasını” basitçe devam ettirdi. Almanya’da da, ülkeyi daha büyük bir türbülansa sokmadan krizden geçiren sosyal devletin dönüşümü söz konusu oldu. Avrupa’nın egemen gücü olan Almanya buna ek olarak önemli bir rol üstlendi; tasarruf reçetelerini diğer ülkelere nakletti ve bunları belirli bir mali sözleşme ile netleştirerek, bütün Avrupa’da daimi bir kesinti politikasının (İrlanda: 12) egemen olmasını sağladı.
Burada merkezi bileşen, her yerde kadınların baskın oldukları kamusal sektörde, yani idari kurumlarda, eğitim, sağlık hizmetlerinde ve bakım işlerinde kesintiye gidilmesi oldu. Örneğin Yunanistan’da krizin ortaya çıktığı yılda tüm kadın nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı kamusal alanda çalışmaktaydı. İrlanda’da da kadınlar sağlık hizmetlerinde tüm çalışanların yüzde 80’ni, eğitimde ise yüzde 85’ini oluşturmaktaydılar. Ukrayna’daki memur nüfusun yüzde 76’sı kadındı. İşten çıkartma ya da istihdam duraklaması ile eşlenen ücret kaybı ve çalışma saatlerinin arttırılmasını içeren tasarruf önlemleri özellikle kadınları etkiledi. Kamusal altyapıya yapılan yatırımlar durduruldu; finansmanları geri çekildi; çocuk bakımı yerlerinde ve hastanelerde mevcut olan birçok kurum ya özelleştirildi ya da kapatıldı. Bu, Almanya’da henüz 2000’li yılların başından itibaren işlemeye başlamış olan bir süreçtir. Almanya’da da söz konusu politikalardan etkilenenler bilhassa kadınlar olmuştur, çünkü onlar sadece bu tür bakım işlerinde çalışmamışlar, aynı zamanda bu alanlarda devletin sunduğu iş imkânları artık olmadığından bu işleri özel olarak ailelerde yapmak zorunda kalmışlardır. Bununla beraber birçok ülkede aileler için belirlenen sosyal yardımlar azaltıldı. İrlanda’da ödenen çocuk parası üçte birine kadar düşürüldü ve aynı süreçte çocuk bakımı masrafları, Litvanya ve Ukrayna’da da olduğu gibi OECD ülkeleri arasında ikinci sıradaki yerini korudu. İspanyol anneleri ise doğumdan sonra kendilerine bir kereliğine ödenen 25.000 Euro tutarındaki ‘Baby-Check’ hakkını kaybettiler. Bu kesintilerden her ülkede, ücretsiz bakımın karşılanmasında ikinci kişiden destek almayan, sosyal güvenceden yoksun tek başına çocuk yetiştiren anneler etkilendi. Hatta Ukrayna’da anneler ülkeye özgü kesintiler ile karşı karşıya kaldılar. Bu nedenle çok dar bir kazanç üst sınırının yürürlüğe girmesiyle tek ebeveynli ailelerin üçte biri o zamana kadar mevcut olmuş sosyal yardım haklarını yitirdiler. Uygulamanın felaket derecesindeki sonuçlarına İrlanda örneğinden hareketle bakılabilmektedir: Bugün İrlanda’da sosyal konut veya kira yardımı alanların yüzde otuzu sadece tek başına çocuk yetiştiren anneler değil, aynı zamanda çok yüksek bir oranda evsiz kalma ile karşı karşıya olan kadınlardır ki bu Avrupa’da yeni ve endişe verici bir gelişmedir.
KADINLAR MUTFAĞA GERİ GÖNDERİLİYOR
Öte yandan bazı ülkelerde bir takım özel teşvikler kapsamında sunulan aile yardımları ile geleneksel aile modeli (baba, anne ve çocuklar) genişletiliyor. Özellikle Polonya’da ve hatta Hırvatistan’da bu durum on yıl boyunca eski temel aile ideolojisine (family-mainstreaming-ideology) eşlik etti. Bakım işinin metalaştırılması ile serbest sermayenin bundan böyle önceden bakım işini kamusal hizmet olarak sunan kurumların yerini alan ailelere yönlendirilmesi aynı anda gerçekleşti. Bu suretle Polonya hükümeti annelik parasını arttırdı ve buna ek olarak her ikinci ve daha çok çocuk için ebeveynlerin gelirlerinden bağımsız olan bir aylık ödeme uygulaması getirdi. Hırvatistan’da da ebeveynlik parası bir hayli arttırıldı; fakat bu sırada yaşlı insanlar için belirlenmiş olan kamusal yapılar kesinti politikalarına kurban edildi. Bu ekonomik gelişme için üremeyi destekleyen politika (pronatalist politika); diğer Avrupa ülkelerinde de gözlemlendiği gibi kamusal destekler olmadan çocuk bakım işinin bireyselleşmesi anlamına gelmektedir.
Bazı ülkelerin muhafazakâr ve dini kesimlerinde ailelere görevlerin yeniden nakli, ideolojik olarak geleneksel değerler üzerine bir kamuoyu söylemiyle çevrelenmektedir. Hırvatistan’da sosyal devlet kesintileriyle eş zamanlı yapılmış olan bir referandumun sonucuna göre evliliğin salt kadın erkek arasındaki bir bağ olduğu anayasada sabitlenmiştir. Bu nedenle böyle bir toplumsal atmosferde bazı ülkelerde kürtaj hakkına karşı olan saldırı girişimleri tesadüf değildir. 2014’de İspanya’da veya 2016’da Polonya’da kürtaj hakkına yönelik böyle bir saldırı girişimi, her iki ülkenin güçlü feminist mobilizasyonu sayesinde engellenebilmişti.
‘ERKEK GİBİ ÇALIŞ, KADIN GİBİ BAKIM ÜSTLEN’
Bakım işi krizi kadınları sadece ücretli ve ücretsiz bakım işlerinde mağdur etmemekte, aynı zamanda dolambaçlı yollar üzerinden onların bedensel bağımsızlıklarının yanında mesleğe katılımlarını ve bizzat kendi yaşlılık güvencelerini de etkilemektedir. Zira tasarruf politikalarının önemli unsurları, ana özellikleri gereği işverenin çıkarına olacak esnekleşmeyi ve liberalleşmeyi hedefleyen müdahaleci emek piyasası reformlarıdır. Bu nedenle reformlar uygulamaya konduğundan beri Avrupa’nın her yerinde süreli iş ve tipik olmayan çalışma ilişkileri artmıştır. Hırvatistan örneğinde bu durum kadınların aile ve meslek yaşantılarının birleştirilebilirliğini zorlaştırmaktadır. Başka bir deyişle çocuk, yaşlı, engelli bakımı ve aile sorumluluğu, istatistiksel bakıldığında kadınların Hırvatistan emek piyasasına katılımında en büyük engeldir. Almanya’da ve İspanya’da kadınlar iş piyasasından tamamen uzaklaştırılmamakla birlikte kısmi zamanlı çalışma işlerine yaklaşık yüzde seksenlik bir katılım ile dâhil oldukları görülmektedir. İrlanda’da yapılmış olan bir araştırmanın yazarları olan Mary P. Murphy ve Pauline Cullen, kadınlardan talep edilen çalışma biçimini kısaca şöyle özetlemişlerdir: “Erkek gibi çalış, kadın gibi bakım üstlen” (İrlanda: 19).
Kadınlar dünya çapında ortalama olarak erkeklerden daha az saatlik brüt ücreti elde ettiklerinden, bu durum onların hayatlarının akışında daha fazla güvencesizliğe (prekariatlaşma) yol açmaktadır. Emeklilik ise büyük bir oranda meslek biyografisi ile bağlantılı olduğu için kadınlarda yaşlılık yoksulluğu alarm veren bir düzeye erişmiştir. Kısacası, tasarruf politikalarının kadınların emeklilik maaşlarına olan yansımasının etkisi ilkin gelecekte görülecektir.
DİRENİŞİ ÖRGÜTLEMEK
Ekonomik kriz ilk olarak özellikle erkeklerin istihdam edildiği branşları etkilemişken (Otomobil endüstrisi, İnşaat sektörü gibi); tasarruf politikaları formunda olan krizin siyasi çalışması açık bir biçimde kadınların hesabına yapılmıştır. Ne var ki kadınlar birçok yerde bu fedakârlık rolünden memnun olmadıklarını gösteriyorlar. Örneğin Almanya’da daha iyi çalışma koşulları ve bakım işlerinde daha fazla personel için grev yapıyorlar ya da sosyal ve eğitim işleri için daha iyi bir ücret artışını talep ederek feminist aktivistlerin eşliğinde eylemler düzenliyorlar. Yunanistan’da kadınlar kesinti politikası karşıtı hareketlerin kararlı aktörleri olarak sahneye çıkıyorlar ve bazı durumlarda bu duruş, kendi topluluklarında devam eden özgürleştirici bir sürece yol açıyor. İspanya’da da, bugün halen güçlü olan ve daha da güçlenen 15M adlı sosyal eylemlerden geriye kalan feminist hareket tesadüf değildir. Bu ülkelerin yanında Hırvatistan’da cinsiyetler arası ilişkiler ve sosyal sorunlar bağlamında kadınların daha güçlü bir biçimde harekete geçmeleri netleşmiştir.
Ancak diğer ülkelerde şimdiye dek feminizm ve sosyal eylemler arasında bir bağ yoktur. Hal böyle olunca Ukrayna’da parçalı sol, güçlü bir sağ söylem ile karşı karşıya kalmakta, bu yüzden sol konular baskın orta sınıf feminizmin modelinde tamamen eksik kalmaktadır. Öte yandan İrlanda da güçlü ve nihayetinde başarılı olan kürtajın suç kapsamından çıkarılması kampanyası diğer sosyal mücadele başlıkları ile pek az birleştirilmiştir. Bunun nedeni, bazı kadın gruplarına ve özellikle sol-feminist hareketlere yönelik devlet desteğinin yüzde kırka varan bir oranda kesintiye uğramış olmasının yarattığı zorluklardır. Parlamento düzleminde de kadın politikası ile bağlantılı olan yapılar zayıflatılmıştır. Örneğin İrlanda’da önceden özelikle kadın hakları üzerine çalışan komisyonlar belirsiz bir eşitlik prensibi altında konumlanmış ve böylece bugün kadınların sosyal eşitliği için spesifik bir yetkiye sahip bir komisyon kalmamıştır. Dahası İspanya’da Kadın Eşitliği Bakanlığı tamamen kaldırılmış ve buna paralel olarak bir takım spesifik programlar için bütçe kesintisi planlanmıştır. Almanya’da ise kadın sığınma evlerine daha az para ayrılmaktadır. Bu nedenle yeni atılımlar, fikirler ve geri kazanımlar daha gerekli hale gelmişlerdir.
YAŞAMI YENİDEN MERKEZE TAŞIMAK
Peki, bakım işleri krizinde feminist bir alternatif ne olabilir? Bu yönde Campillo Poza, bakım işi meslekleri ve bununla beraber temelde iyi bir yaşam ile birleştirilemeyen salt mesleğe katılıma yoğunlaşmış bir tutumu değiştirmeyi öneriyor. Yine Campillo Poza’ya göre bunun için sosyal güvencenin maaşlı işten ayrılması; haftalık çalışma saatlerinin radikal olarak 20-25 saate indirilmesi; bakım işi sektörüne yatırım yapılması ve bir diğer kimse için bakımın temel bileşen olduğu bir eğitim sistemi hedeflenmelidir. Özetle; Güvenceyi yaşamın merkezine konumlandırmaktan daha azı söz konusu olmayacağı gibi mal üretiminin alanı da yaşama tabi olmalıdır. Ne yazık ki birbirinden farklı bazı araştırma raporlarından hareketle feminist örgütlerin sol partiler ile kısmen zor olan iletişimleri, sol partilerin feminist taleplere ve hatta onların üyelik denemelerine karşı geliştirdikleri kabul eksikliği hakkında bilgi edinilmektedir. Yunanistan’da Aliki Kosyfologou, yapmış olduğu araştırmada şöyle bir sonuca varmıştır: “Tasarruf politikalarına karşı sol feminist bir alternatifin yaratılması sorununun çözümü, biçimin radikal değişimine ve sol partilerin ve siyasi grupların iç yapısına bağlıdır. Siyasetin feministleştirilmesi fikri dengeli bir temsil için bazı ilkeleri beraberinde getirmeli; ancak bu, sadece kota gibi teknik önlemlerle yapılmamalı, aynı zamanda feminist siyasi kültürün güçlenmesi, karar almada kapsamlı katılımcı modellerin kabulü ve bunun siyasi uygulamasının yanında insanların birlikteliğini tehlikeye düşürmeyecek çeşitliliğin teşviki de önem kazanmalıdır.” (Yunanistan: 42)
Yukarıda değinilen bu husus, ulusal siyaset için geçerli olduğu kadar yaklaşan seçimlerin dışında Avrupa düzeyindeki siyaset için de geçerlidir.
Yazar hakkında:
Alex Wischnewski, 2014’den beri bakım, sağlık, ev işleri ve eğitim ile meşgul olan feminist örgüt Care Revolution’ın aktif üyesidir. #keinemehr adlı kadın cinayetlerine karşı çalışan bir platformun kurucularından olan Wischnewski, aynı zamanda Federal Almanya Parlamentosu’nda yer alan Sol Parti fraksiyonunun feminist politikalarının temsilciliğini yapmaktadır.
Kaynak: Rosa Luxemburg Stiftung ( https://www.rosalux.de/publikation/id/39999/die-krise-hat-ein-geschlecht/ )