Mehmet Yayla
Kanada'nın Ontario eyaletinde pazar akşamı bir aracın çarpması sonucu müslüman bir aileden 4 kişi hayatını kaybetti, bir çocuk yaralandı. Yerel polisin bildirdiğine göre, eylem 20 yaşındaki N. Veltman tarafından önceden tasarlandı ve aile İslam inancına sahip olmaları nedeniyle hedef alındı. Olaydan kısa süre sonra yakalanan saldırgan dört adet birinci derece cinayet ve bir adet cinayete teşebbüs suçundan yargılanmayı bekliyor.
Kanada yetkilileri, terör eylemi olasılığını dışlamadıklarını açıklasalar da, terör sözcüğünü kullanmaktan özenle kaçınıyorlar.
Akşam saatlerinde bir parkta yürüyüş yaparken üzerlerine araç sürülen aileden 74 yaşında bir kadın, 46 yaşında bir erkek, 44 yaşında bir kadın ve 15 yaşında bir kız çocuğu öldürüldü, 9 yaşındaki bir erkek çocuğu da ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Kanada başbakanı Trudeau yaptığı açıklamada, dehşete düştüğünü, ölenlerin yakınlarının yanında olduğunu ve yaralanan çocuk için ellerinden geleni yapacaklarını, Kanada'da islamofobiye yer olmadığını söyledi.
Kanada başbakanının sözlerine rağmen, ortadoğulu göçmenlere karşı ırkçı eylemler özellikle 2001'deki ikiz kule saldırılarından beri aralıklı olarak devam ediyor. Son olarak 2017'de Quebec'te bir camiye otomatik silahlı saldırı düzenlenmiş ve saldırgan 6 kişiyi öldürmüştü. Özellikle Montreal ve Toronto'da camilerin camlarını kırma, yazılama ve kesik domuz başı gönderme gibi saldırılar rutin olarak gerçekleştiriliyor. Bir göçmen ülkesi olan Kanada'da, son yıllarda planlı ırkçı saldırılara maruz kalan tek grup ortadoğulu göçmenler.
Kuzey Amerika'da ırkçılık, genelde emperyalizmin hedeflerine göre şekillenmiştir: sömürgeciler kıtaya ilk vardıklarında Kızılderililere, sonrasında kölelik döneminde Afrika kökenlilere, Meksika ile savaş sonrasında ele geçirdikleri Kaliforniya, Teksas gibi eyaletlerde İspanyolca konuşanlara, sonra sırasıyla Uzak Doğululara, Hintlilere, son olarak da Orta Doğululara ırkçı şiddet ve politikalar uygulanmıştır. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra, Samuel Huntington gibi sağcı ideologlar, doğu ile batı arasında bir "medeniyetler çatışması" olduğu iddiasıyla oryantalist "biz" ve "onlar" kavramlarını geri getirdiler. Oysa Orta Doğu nerdeyse tamamen ABD kontrolü altındaydı ve bölgede medeniyetler çatışması yaratabilecek bir güç yoktu. Eski düşman Sovyetler artık yoldan çekilince, ABD'nin emperyal amaçlarına bir kılıf olarak hizmet edecek yeni bir düşman bulması gerekiyordu. Petrolleri sömürülmekte olan Orta Doğu halkları da bu düşman rolü için biçilmiş kaftandı.
ABD'nin küresel petrol tekelini elde tutmasını sağlayacak "terörle savaş" mantığı, Pentagon'a teröristleri barındıran herhangi bir ülkeye savaş açması için tam yetki veriyordu. İslamofobi bu çabanın ideolojik hizmetçisi oldu. Afganistan'a karşı savaşı haklı çıkarmak için, İslam'ın doğası gereği kadın düşmanı olduğu ve dolayısıyla Batı'nın Afgan kadınlarını kurtarması gerektiği gibi eski sömürge klişeleri de dahil olmak üzere bir dizi argüman kullanıldı. Gerçekte, Afgan milletvekili Malalai Joya'nın söylediği gibi, kadınların çoğunluğunun durumu ABD işgalinden bu yana kötüleşti. Ancak Batı'da liberaller ve hatta feministler bu argümanları kabul ettiler ve bazıları bugün bile kabul etmeye devam ediyor.
İslamofobi ya da ortadoğululara karşı ırkçılık, temel olarak demokrasi, insan hakları, kadın-erkek eşitliği, düşünce özgürlüğü gibi evrensel değerlerin aslında batı kapitalizminin değerleri olduğu iddiasıyla ortaya çıkar. Orta Doğuluları, görüş ve inançları ne olursa olsun Batı'daki görüşlere zıt farklı bir kültür ve güruh olarak betimler ve popüler kültürde onları öteki güvenilmez, şiddet yanlısı, kadın düşmanı gibi imajlarla özdeşleştirerek halka yansıtır.
Hollywood filmlerinde Orta Doğu imajı
Bu ideoloji ile yalnızca ABD'nin Irak ve Afganistan işgalleri, Libya ve Suriye'ye müdahaleleri ya da İsrail'in yasadışı Filistin işgali aklanmakla kalmıyor, aynı zamanda Orta Doğululara yönelik sistematik ayrımcılığın da zemini hazırlanmış oluyor. İkiz Kule saldırılarından beri, ortadoğululara karşı, ABD veya Kanada vatandaşı olanlar da dahil olmak üzere, binlerce önleyici gözaltı, zorunlu-gönüllü(!) görüşme, kayıt programı uygulandı ve bunların hiçbirinden tek bir terör mahkûmiyeti çıkmadı. O zamandan beri müslümanlar ırksal olarak profillendirildi, mahkemeye gidemeden süresiz hapsedilebildi, sınır dışı edildi ve bazıları Guantanemo gibi dünyanın dört bir yanındaki CIA işkencehanelerine götürüldü. Kuzey Amerika'da tepki, tahmin edilebileceği gibi, yalnızca sayıları çok az olan sosyalistlerden geldi. Ancak Batı'nın ana akım liberal kamuoyunda kayda değer herhangi bir ses çıkmadı!
Emperyalist propaganda araçları tıkır tıkır işliyor: batılı liberaller insan haklarını yalnızca batı icadı bir değer gibi göstermekle kalmıyor, aynı zamanda yalnızca batılıların yararlanabileceği bir değer olarak algılatıyorlar.