Engin Korkut yazdı | Eşiğe yaklaşırken: Bir kâr mekanizması olarak üniversiteler

Engin Korkut yazdı | Eşiğe yaklaşırken: Bir kâr mekanizması olarak üniversiteler

Engin Korkut

Geçen haftalarda medyada oldukça yankı uyandıran iki üniversite eylemliliği meydana geldi: İstanbul Üniversitesi yemekhane boykotu ve İTÜ boykotu. Birinde öğrencilerin kazanımıyla sonuçlanan, diğerinde ise adeta okulların açılışıyla birlikte “ikinci raundu" başlayacak olan iki boykottan söz ediyoruz.

Temelinde özel işletmelerin ve rektörlüklerin, okulları birer AVM mantığıyla şekillendirmesinin yattığını düşündüğümüz bu iki boykot, bize yalnızca kendi özelinde olmaktan çok daha öte gözlem ve tespitlerde bulunabilme olanağı tanıyor. Üniversitelerin neoliberal politikalar çerçevesinde dönüşümünü hesaba kattığımızda, bugünkü boykotlara sebep olan anlayışın egemen kapitalizmin bünyesinde “arızî” değil, gayet doğal bir anlayış olarak yer aldığını görebiliyoruz.

Neoliberal dönüşüm, pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da radikal değişiklikleri gerektiriyordu. Nihayetinde neoliberalizmin egemenliğinin ön koşulu; refah, toplumsal eşitlik gibi kaygılarından arınmış ve rekabeti, bireyciliği, kariyer macerasını bugünkü yaşamın bir önkoşulu olarak kabul etmiş insanı yaratmaktı. Bu doğrultuda yaşanan dönüşümler, üniversitelerin kâr amacı gütmeyen, (kapitalist ülkeler için) küçük burjuva aydınını yaratmayı hedefleyen birer kurum olmaktan çıkmasına sebep oldu, üniversiteleri birer “diplomahane” haline getirdi.

Özellikle “diplomahane” gibi bir tanım kullanıyoruz, bunun sebebi ise bugünün eğitim sisteminde diplomanın ve “-hane” ekinin özel bir bileşimle bir araya geldiğini düşünüyoruz.
Neoliberal birikim biçiminin önemli bir özelliği, sömürü ve özelleştirmede kendisini yaratan koşullara dahi meydan okurcasına amansız ve tavizsiz oluşudur. Klasikçilerin dahi hesaba katamadığı bir şekilde kolluk kuvvetlerinin ve hatta orduların dahi özelleştirilmesini savunan neoliberalizm, eğitime de aynı mantıkla müdahale etmiştir. 

Bugünden bakıldığında üniversitelere girmek artık eskiye nazaran çok daha kolaydır, ancak artık üniversiteye girmek bir öğrencinin hayatında radikal bir pozitif etki de yaratmamaktadır. Binadan bozma üniversitelerde ya da herhangi bir niteliği olmayan akademisyenlerin eğitmenliğinde mesleki eğitimlerimizin çok kısıtlı bir biçimde sürdüğü, genellikle bilgi yerine ezber üzerinden sınava tabi tutulduğumuz bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Bu işleyişe göre diploma ise aldığımız mesleki eğitimin bir sonucu olarak değil, piyasaya ucuz işgücü olarak girebilme belgemiz olarak bize veriliyor. Üniversite kazanmak ve bitirmek artık standartları yüksek birer beyaz yakalı olmanın garantisi değil, aksine birçok üniversite mezununun yaptığı gibi asgari ücrete veya bir miktar daha fazlasına güvencesiz ve diken üstünde çalışmanız gerekiyor.

Üniversiteler böyle bir dönüşüm yaşayınca, haliyle üniversitelerin sosyalliği ve mekânsal özellikleri de radikal dönüşümler geçirdi. Bu dönüşümlere, üniversite sosyalliğinin kampüs sınırlarının dışına taşınması sonucunda kulüp faaliyetleri, kişisel gelişim olanakları bakımından üniversitelerin hızla niteliksizleşmesi, içinin boşalması örnek verilebilir. Bizim konumuz açısından en kritik olanı ise, üniversiteye sermayenin sokulmasıdır. 

Sermaye eliyle kampüsler, üniversite okuyor olmanın sağladığı kimi ufak ayrıcalıkların dahi törpülendiği veya geri alındığı yerler haline geldi. Örneğin yemekhanelerde ucuza sağlıklı yemek yeme hakkımız zamlar ve yemekhanelere rakip zincir restoranlar aracılığıyla elimizden alınıyor. Bunun yanında artık bir mesleğe dair üniversitelerde düzenlenen etkinliklerin neredeyse tamamı, bu meslekten para kazananların katıldığı ve hayal pazarladığı kariyer günlerinden oluşuyor. Her biri, sermayenin farklı birer müdahalesi olarak görülebilir. Niteliksiz işgücüne, bir gün nitelikli olabileceğine ve ucuza çalışmak zorunda kalmayabileceğine dair hayaller satılırken üniversiteler başlı başına birer çıkar kapısı haline getiriliyor. Böylece neoliberalizm, eğitim sistemini yeni bir sömürü ve özelleştirme alanına dönüştürüyor.

Bu söylenenlerin ışığında görebiliyoruz ki üniversitelerde yemekhanelerin ya da yurtların durumu, yalnızca bir ucuzluk-pahalılık meselesi olarak görülemez. Ekonomik kriz koşulları gitgide ağırlaşırken faturanın öncelikle eğitim kurumlarına çıkartılması da bu iddiamızı destekliyor. Milyonlarca öğrencinin günlük beslenme zorunluluğu, neden ekonomik kriz koşullarında patronlar için bir piyango işlevi görmesin ki? Kapitalizm, yıllardır gökte aradığını yerde bulmuşa benziyor.

Eğer yemekhanelerin ve yurtların durumu salt bir ucuzluk-pahalılık durumundan ibaret değilse, bu aynı zamanda tek bir üniversitede zamların geri alınmasını sağlayarak tüm bu pahalılığı sonlandıramayacağımız anlamına da gelir. Bugün İÜ’de savunduğumuz hakkın, ülkenin tüm üniversitelerinde savunulması gerekmektedir. Böyle yapılamadığı, birkaç üniversitede sergilenen önemli itiraz ve eylemlerin tüm üniversiteler geneline doğru genişletilemediği durumda pahalılığı yenmek şöyle dursun, savunmayı başardığımız haklar sermayenin bir sonraki saldırısının hedef tahtasında olmaktan kaçamayacaktır. Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen iki önemli direniş ile psikolojik sınır aşılmış, oysa henüz bu mücadele nihai bir zafere ulaşmamıştır. 

Gelecek dönemin hak arama mücadeleleri bakımından önemli bir eşiğe yaklaştığımız kanısındayız. Yıllardan bu yana sürekli gerileyen yaşam standartlarımızın ve elimizden alınan haklarımızın geri kazanımı, tekil örnekler bazında talep ettiklerimiz genel bir çerçeveye oturtulmadan mümkün olamayacaktır. Bu koşulun kabulünde ortaklaşıyorsak, bu koşulu yerine getirmenin ve mücadeleyi tüm üniversitelere ve liselere yaymanın yollarını aramaya hızlıca başlamalı ve taleplerimizi örgütlemeye ivedilikle girişmeliyiz.

DAHA FAZLA